Geçmişten gelen ‘Babamın Sesi' beyazperdeye çağırı

Geçen hafta vizyona giren ‘Babamın Sesi’, gurbetteki babayla köydeki ailesi arasında gidip gelen ses kasetleri aracılığıyla izleyiciyi ülkenin geçmişine bir yolculuğa çıkarıyor.

14 Kasım 2012 - 13:24

Semra ÇELEBİ

 
Anadilde eğitimin önemini, doğuda bir okula koydukları kameraya yansıyan görüntülerle belgeleyen “İki Dil Bir Bavul” filminin yaratıcılarının ikinci filmi “Babamın Sesi”, festivallerden aldığı çok sayıda ödülün ardından vizyona girdi. Film, Kadıköy Atlantis Sineması’nda da gösterimde.
“Babamın Sesi” bir dönem, iletişim için mektuptan çok daha fazla kullanılan ses kasetlerini merkeze alarak, yalnız, durgun ama bir o kadar güçlü bir anne ile oğlunun geçmişle yüzleşmesini anlatıyor. Bu yüzleşme yaşanırken, kasetlerdeki seslerle geçmişe bir yolculuğa çıkıyoruz, babaları gurbette olan Maraşlı Kürt-Alevi bir ailenin yaşadıklarına, korkulara, sindirilmişliğe tanıklık ediyoruz.
Kendi ailesinin öyküsünden yola çıkan ve Orhan Eskiköy ile birlikte filmi yöneten Zeynel Doğan, “Babamın Sesi”nde annesi Asiye Doğan ile birlikte oynuyor. Diyarbakır Belediyesi Aram Tigran Kent Konservatuvarı’nda Sinema dersleri de veren Zeynel Doğan ile ilk filmi “Babamın Sesi” üzerine bir söyleşi yaptık.
 
-İki dil bir bavul çok etkileyici bir filmdi. Bunun etkisiyle izledik “Babamın Sesi”ni ve bir kez daha etkilendik. Bu hikâyenizi bir filme dönüştürmeye nasıl karar verdiniz?
Bu filmin projesi Demirciköy’de İki Dil Bir Bavul’un çekimleri sırasında çıktı. Ben Özgür’le Orhan’a böyle bir projem olduğundan bahsettim. Projemin kaynağı da şuydu: Babam 1979’dan 1991’e kadar Arap ülkelerinde çalışırdı, 2-3 yılda bir gelir, 15 gün kalır giderdi. Köyde telefon yok, kendimizi ifade edebileceğimiz bir araç da değil mektup, o yüzden ses kayıtlarıyla haberleşiyorduk. Kasetler doldurup birbirimize gönderiyorduk. Bir dönemin kaydıydı… Bu kasetler filmin çıkış noktası oldu. Gurbet, uzaktaki baba, Kürt-Alevi bir aile, Maraş katliamının etkileri ve sonrasına dair bir film.
 
-Babamın Sesi, bir dönem çok sık kullanılan ve bir iletişim aracı haline gelen ses kayıtlarını merkeze alıyor. Bu ses kasetlerinin önemi neydi sizin için?
Ses kasetleri bir dönemin kaydı. Eğer bir bellekten bahsedilecekse biz bunları ses kayıtlarıyla yaptık. Yalnızca mekanik bir bilgilendirme ötesinde, yaşadıklarımızı, duygularımızı, çektiklerimizi de kaydettik. O kasetleri dinleyince Kürt ve Alevi bir ailede doğmuş bir çocuğun babasına hangi “yetenekleri” sergilediğini görüyorsunuz.
 
-Zaten filmde babanın “Sakın kendinizi belli etmeyin, herkes gibi olun” dediğini duyuyoruz sık sık… Bir koruma içgüdüsüyle belki de…
Ben Maraş Elibistan’da doğmuş Kürt-Alevi bir ailenin çocuğu olarak diyebilirim ki devlet en çok kendini baba üzerinden var etti. Bize ilk sansürü uygulayan baba olmuştur, devletten de önce. Çünkü bütün zorluklarla ilk karşılaşan babaydı. Ailenin dışına ilk çıkan, şehirde yaşayan, kimliğiyle diniyle ilgili ilk sıkıntıları yaşayan babaydı. Benim çocuğum bunları yaşamasın diyerek hareket etti, tamamen koruma güdüsüyle hareket ettiler.
 
-Filmde annenizle birlikte oynuyorsunuz. Neden profesyonel oyuncular yerine kendi ailenizi oynatmayı tercih ettiniz?
Ben belgesel yapmak üzere yola çıkmıştım aslında. Ses kasetleri elimdeydi, o kasetler üzerinden bir aile, özelde de annemi anlatacaktım. Elime kamerayı alıp anneme gidecek, ondaki diğer kasetleri isteyecektim. Hikâye çok özel ve bize ait olunca, başta çok zor kabul etmeme rağmen, ancak böyle olabileceğine inandığım için kendim ve annemin bu filmde olması gerekiyordu. Ben bu belgeselde, hisseden, arayan, soran rolünde olmalıydım. Belki benim oynadığım Mehmet karakterini çok daha iyi oynayabilecek biri olabilirdi ama Base’nin yani annemin yerine onun gibi kim oynardı bilemiyorum. Bu duyguyu bu güçte verebilecek kimseyi bulamazdık.
 
-Filmde anne, başlı başına çok özel bir karakter.
Sert görünüşünün altında büyük acıları ve vicdanı olan bir kadın. Gerçekten böyle bir kadın mı anneniz?
Annem aslında, biz bu hayata dair günlük sorunlarla karşılaştığımızda “Bu dert değil.” der. “Bu hayatta çok daha büyük dertler göreceksiniz, ben gördüm” demektir aslında bu.
Çok güçlü bir kadındır. Derslerde başarılı olalım diye çok uğraşan, derslere yardım eden bir anneydi. Buraya kadar normal ama ben İletişim Fakültesi’ne girdiğimde de en büyük yardımcım annemdi. Çoğu projemde yer almıştır. Anlatacağı çok şeyi olduğunu hep gördüm.
Böyle bir belgesel yapacağımı söylediğimde de annem projede yer almayı kabul etti. Çünkü annemin kaydetmekle ilgili derdi oldu hep. Mesela yazın yanında kalmaya gittiğimde, babalarını atalarını anlatır sürekli. Derdi konuşmaktan çok, “bunları unutmayın” demektir aslında. Bu film onun açısından bir kayıt niteliği taşıyor. Çok hızlı unutan bir toplumuz ve belgelemek gerekiyor birçok şeyi.
 

ARŞİV