-Hocam kızmazsanız şöyle bir soruyla başlamak istiyorum: Genco Erkal deli mi?
Keşke (Gülüyor)! Biraz deli tarafım var tabi ama bilakis çok kontrollü bir insanım. Sadece oyuncu olsaydım biraz daha dalgacı olabilirdim ama aynı zamanda tiyatronun yöneticisi, sahibi, çevirmeni, yönetmeni, müdürü, her şeyiyim. O yüzden çok hesaplı, planlı gitmek zorundayım. Akılcı bir insanım ama o aklın aşağısında bir yerlerde kıyametler kopuyor. Sahnede oynarken hayatımda kontrol altında tuttuğum şeyler fışkırıyor. İyi ki de fışkırıyor; öyle bir çıkış olmasa herhalde delirirdim.
Benim ikinci mesleğim psikologluk. Dolayısıyla bu oyuna bu kadar ilgi duymamın sebeplerinden biri de ikinci mesleğim. Oyuna ilk yaklaşımım, hazırlanma biçimim bir tiyatrocudan çok psikolog gibi oldu. Bakırköy Akıl Hastanesi’nde çalışan hocalarım vardı. Onlara oyunu anlattım; paranoya ağırlıklı bir şizofren vakası dediler ve beni gerçekten bu hastalığı olan kişilerle tanıştırdılar.
Çok ilginç. Görüyorsunuz ki bambaşka bir dünyada yaşıyorlar. Doktorun yanında konuştuğunuz vakit başka türlüler, çünkü tek amaçları oradan kurtulmak. O hastaneden çıkıp gitmek istiyorlar ve ne kadar normal olduklarını, hiçbir sorunları olmadığını ispat etmek üzere konuşuyorlar. Doğal olarak siz de bir şey göremiyorsunuz. Bu çok tipik bir davranış. Akıl hastanesinde tutulmak bir çeşit tutukluluk hali gibi bir şey. Hâlbuki o kendini çok normal görüyor.
TİYATRO BENİM İÇİN TEDAVİ
-Toplum olarak depresif bir ruh hali içinde olduğumuzu düşünüyor musunuz? Neredeyse herkes depresyon haplarıyla ayakta duruyor, haftada birkaç kez psikologla görüşüyor. İstatistikler de böyle söylüyor. Sizce de durum bu kadar kötü mü?
Evet, kesinlikle. Yaşam çok zorlaştı galiba. Tiyatro benim için bir tedavi aslında. Tiyatro olmasaydı ne olurdu bilmiyorum. Ben de depresif bir tipim yapı olarak. Çok kolay umutsuzluğa kapılabilen, karamsar bir insanım ama yaptığım iş dolayısıyla hem kendime hem topluma umut aşılamak durumundayım. İşte bu durum beni tedavi ediyor.
-Gerçekten mi?
Evet, ama çok haklısınız. Çağdaş yaşam çok zor. İyi ki o dönemleri geçtim yaş olarak. Şu an 30’lu 40’lı yaşlarda olsaydım nasıl baş ederdim bu sorunlarla bilmiyorum.
Teatral açıdan soruyorsanız, tabi ki şimdi ben o kişiyi çok daha iyi anlıyorum. 50 yıl önce hiçbir şeyden haberim yokmuş. Bildiğimi zannediyormuşum. Yıllar içinde tekrar tekrar oynayarak her seferinde daha derine indiğimi düşünüyorum. İlk başta oyunla ilişkim psikolog düzeyindeydi. Sonraki yorumlarda daha çok bu işin toplumsal, sosyolojik, ekonomik boyutları üzerinde durdum. Bir sonraki aşamada daha tiyatrocu yanımı getirdim sahneye. Karakteri kendimle özdeşleştirdim.
‘SÜREKLİ ŞARJDAYIM’
En önemli neden mesleğime tutku. Yaşama biçimim tiyatro. Bütün yaşamımı kaplıyor, özel hayat çok kenarda kalıyor. En mutlu olduğum yer sahneye çıktığım zamanlar. Sahnede olmak, oyun oynamak, izleyicilerle karşı karşıya gelmek beni hayatta tutuyor. Çünkü biliyorum ki zamanla kafa gidecek, vücut gidecek. Ben bu süreyi uzatmak için çok dikkat ediyorum. Her seferinde seyirciyi şaşırtmak zorundayım. “Allah Allah bunu nasıl yaptı?!” desinler diye sürekli aküleri, jeneratörleri doldurma vaziyetindeyim, sürekli şarjdayım (gülüyor).
Maalesef öyle bir iktidar dönemi yaşıyoruz ki sanata düşman! Önce salonlardan başlayalım; Muammer Karaca Tiyatrosu, Atatürk Kültür Merkezi, Emek Sineması, Ankara’daki Şinasi ve Akün sahneleri, şimdi Küçük Tiyatro yani Cumhuriyet’in bütün kazanımları olan, tarih barındıran tiyatro salonlarını kapattılar. Sonra bunları AVM, otel yapacaklar. Neden? Çünkü onların kültüründe yok. Tiyatro yok, opera yok, bale yok… Cumhurbaşkanımız baleye vaktiyle “belden aşağı sanat” demişti. Yani bakış böyle olunca hiç bir değeri yok tiyatronun, sanatın…
Bir şeyi beklersiniz bir türlü olmaz ya hani, sonra her türlü beklentinin üstünde bir uyanış olur. İşte öyle bir şeydi Gezi. Geleceğe olan bir umuttu. O zamana kadar gençliğin ne kadar apolitik olduğunu, hiçbir şeyle ilgilenmediğini düşünürken birdenbire hiç de öyle olmadığını, içlerinde müthiş bir potansiyel taşıdıklarını gördük. Yani demek ki bir şeyler birikiyor birikiyor bir yerde bir sıçrama oluyor, o sıçrama çok umut vericiydi.
Kadıköylü izleyiciye oyun oynamak her zaman büyük keyif olmuştur. 70’li 80’li yıllarda izleyicilerimiz arasında yaptığımız anketlerde katılımın yarısından biraz fazlasının Kadıköy’den geldiğini görürdük. Kadıköylü izleyicinin tiyatro merakı bayağı eskilere dayanıyor. Şimdi alışkanlıklar değişti. Daha çok biz Kadıköy’e taşınıyoruz. Kadıköy Belediyesi güzel salonlar yaptırdı. Her zaman büyük ilgi var. Nitelikli, coşkulu izleyicilerde buluşuyoruz. Hele yazın Göztepe’deki Özgürlük Parkında oynamak sezonun doruğu oluyor. “İşte tiyatro bu” diyorum. Antik Çağ’daki Anfitiyatrolarda oynuyor gibiyiz orada. Yıldızlar altında katıksız, saf tiyatro keyfi.
Eğer hâlâ izlemediyseniz, Bir Delinin Hatıra Defteri, Ocak ayı içinde iki kez Kadıköy’e gelecek. 27 Ocak Salı 20.30’da Caddebostan Kültür Merkezi’nde, 29 Ocak Perşembe 20.30’da ise Kadıköy Halk Eğitim Merkezi’nde oyunu izlemek mümkün.