Üç günlük dünyada bir “Muhsin Bey”

Muhsin Bey, yaşama sevdalı, takıntılı, iyiye ve güzele düşkün bir adam. Yetiştirdiği tek çiçeğini solmadan birine vermek için sokak sokak geziyor. Size de söyleyecekleri var

31 Temmuz 2019 - 09:36

Kukla sanatçısı Cansu Akdeniz’in  babasından ilham alarak yaşam verdiği Kadıköylü Muhsin Bey, her gün bu semtin sokaklarını arşınlıyor. Gömleğinin cebine iliştirdiği kırmızı çiçeğini vereceği kişiyi bulabilmek için. Beden kuklasıyla ilgili performanslar sergileyen Akdeniz, Muhsin Bey'i yaratma fikrinin nasıl oluştuğunu ise şöyle açıklıyor: “Konuşmayan bir nesneyi konuşturmak, hareket ettirerek ona can vermek , bir duygu yükleyerek onu yaşatmak beni her zaman eğlendiriyor ve etkiliyor. Çok göz önünde olmaktan her zaman çekinen birisiyim. Beden kuklasıyla uğraşmaya başladıktan sonra kendimi kuklayla daha iyi ifade ettiğimi ve  saklayabildiğimi fark ettim.

Oldukça özgür davranabiliyorum. Çekingenliğimi bu şekilde kırabildiğimi düşünüyorum. Muhsin karakterini ise babamdan esinlenerek oluşturdum. Babamın duygusallığını, merhametini, iyimserliğini bazen de huysuzluğunu taşısın istedim. Muhsin de babam gibi, zamanla küflenen böylesi bir dünyaya ayak uyduramayan, yabancı kalmakta ısrarcı nadir kişilerden.”

Peki siz Muhsin Bey'i hiç merak ettiniz mi? Bu ağır adımların, sakin bakışların, yılların hüznünü ve mutluluğunu taşıyan gözlerin ardında neler var, düşündünüz mü? Bu hikaye Muhsin Bey'in. Şimdi  söz onda...

ÇİÇEĞİMİ VERECEĞİM BİR İNSAN

Ben tüm kırıklıklarını, belki etraftakileri rahatsız eden takıntılarını ve yalnızlığını mavi gömleğine saklamış, 55’inde Muhsin. Her gün Kadıköy sokaklarında yürüyorum. Yetiştirdiğim tek çiçeğimi, benden sonra da yaşatacak birini arıyorum. Çünkü biliyorum, bu dünya üç günlük. Buna rağmen uzun uzun yaşayacaklarını zanneden, ağaca, güneşe, evdeki veya sokaktaki kediye  köpeğe, yanındaki eşinin dostunun yüzüne, yürüdüğü yola bakmayan  tonla insan görüyorum sokaklarda. Böylesi insanlar arasında çiçeğimi yaşatacak kişiyi bulmak  öyle zor ki.. 

YALNIZLIĞIMA ZAR ATIYORUM

Bahsettiğim insanların çok olduğu bir kahvehane var Osmanağa’da. Tüm masalar, genciyle, yaşlısıyla dolu. Çok fazla taş sesi, zar sesi duyuluyor. Kimse kimseye bakmıyor ama. Neyse ki çalışanları güler yüzlü. Selamı sabahı eksik etmiyorlar. Defalarca olduğu gibi bir kez daha yalnızlığımla oturup, iki zar da biz atıyoruz. Şükür bugün de ben kazandım. ‘Hadi bana bir çay, demli olsun’... Bir yandan burada kimsenin beni fark etmemesi hoşuma gidiyor. ‘Deli galiba’ bakışları atmıyorlar, uzun dalışlarımı fark etmiyorlar. Dilediğimce uzun uzun düşünüyorum, ‘çiçeğimi kime emanet edeceğim’ endişesiyle kafamda olumlu olumsuz kuruyorum da kuruyorum...

MARTILAR NEREDE?

Akşam üzeri vapura binmeyi öyle çok seviyorum ki, gerçi deniz üstü her zaman çok güzel. Hani şarkıdaki  gibi ‘deniz üstü köpürür hey canım...” Altını konuşmaksa beni , en çok da balıkları üzüyor. Artık konuşmak yerine, doğru olanı uygulamanın, sevindireceğine eminim. Bazen güzelim deniz üzerine bile taşıyor plastikler, tenekeler.

Eski vapurlardan hoşlanıyorum. Martılar onlara geliyor çünkü. Yeni vapurlar, hani şu sadece üst kısmı açık, sağı solu kapalı vapurlar... onlara bindiğim zaman gökyüzüne fırlatıyorum simitleri, belki oradan balıklara düşer.. Martılar biliyor nereye takılacaklarını. Karaköy’e geçerken Haydarpaşa’yı ardımda bırakıyorum. 40 yıl öncesi geliyor aklıma, ne çok sevdiğimi uğurlamıştım kara trenlerle. Sahi kaç yıl oldu tren sesini duymayalı? Çatısı da yandı canım Haydarpaşa’nın. Neyse ki tamir ettiler, eskisi kadar olmasa da güzel olacağa benziyor.

“NE KEDİSİZ NE KİTAPSIZ”

Karaköy de eskisi gibi değil. Hele vapurdan bakınca korkunç görünüyor. Galata Kulesi’ni görmek ise na mümkün. Önünde berisinde inşaat kuleleri. Neler yapıyorlar ki buralara. Biraz dolanıp dönüyorum Kadıköy’e. En sevdiğim yere yani. Bahariye’den Moda’ya doğru ağır ağır yürüyorum. Kediniz var mı? Yoksa hemen sahiplenin. Can dostudur onlar. Bak nasıl da gevşek gevşek yatıyor...

İKİ KIRMIZI DOMATES

Ne yesem akşama? Acılı bir menemen ama soğansız. Menemen soğanlı mı olurmuş. Domatesler de güzelmiş ha. O da ne,  fiyatlar gerçek mi? Dışarıdan, yeşille kırmızıyı birbirine öyle yakıştırıyorum ki, sonra domatesin yanına bir yeşillik alacak param olmadığını fark ediyorum. Olması gerekenden büyük , neyse ki çiçeğim kadar kırmızı iki domates alabiliyorum.

KIRIKLARIMI ALIR MISIN?

Yavaş yavaş hava kararıyor. Bana da evin yolu göründü. Ama önce yakamda çiçeğim, yine berberin yolunu tutuyoruz.Yeldeğirmeni’nin küçük, uzun yıllar kendisini var etmiş berberine saç kırıklarım için gidiyorum, haliyle gönül kırıklıklarım da gidiyor, hafifliyorum. Kalbim çok fazla gönül meselesi taşıyamıyor, uzun saatler, uzun günler hareketsiz kalıyorum. Bu yüzden dengelemek için , yenilerine yer açıyorum.

 Ben; metroda, tramvayda, vapurda, şimdilik Kadıköy sokaklarında sıradan bir Muhsin. Çiçeğimi benden sonra yaşatacak birini arıyorum. Çünkü üç günlük dünya.’’


ARŞİV