Filmekimi, her yıl olduğu gibi bu yıl da dünya festivallerinde gösterilmiş, ödüller almış, eleştirmenlerin ve izleyicilerin ilgisini çekmiş, merakla beklenen yeni yapımları içeren zengin programıyla Ekim ayının en çok konuşulan sinema etkinliği olmaya aday. İstanbul’da, 29 Eylül-8 Ekim tarihlerinde gerçekleştirilecek ve 10 gün sürecek Filmekimi, bu yıl Beyoğlu’nda Beyoğlu ve Atlas sinemaları, Kadıköy’de Rexx Sineması ve Cinemaximum City’s Nişantaşı’nda yapılacak.
16. Filmekimi programında, günümüz Fransız sinemasının en büyük dehalarından Bruno Dumont’un Jeanne d’Arc’ın çocukluk ve gençlik dönemini müzikal formunda anlattığı filmi Jeanette’ten, Cannes’da Lynne Ramsey’ye En İyi Senaryo ödülünü getiren You Were Never Really Here’a, yine Cannes’dan dört ödülle dönen, Robin Campillo’nun yönettiği Kalp Atışı Dakikada 120’den, rapçi bir kızı anlatan Patti Cake$’e kadar merakla beklenen birçok film yer alıyor. Filmekimi programında yer alan 10 filmin Oscar aday adaylığı açıklandı.
10 gün boyunca Kadıköy Rexx’te de festival havası estirecek Filmekimi’nde, her yıl olduğu gibi bizim de önerilerimiz var. Ne yapın edin ama bu filmleri mutlaka izleyin!
Michael Haneke’nin Cannes’da yarışan son filmi Mutlu Son, gitgide duyarsızlaşan toplumumuzu, burjuva bir aile ve sosyal medya üzerinden anlatıyor. Filmin başrollerini Haneke’nin fetiş oyuncularından Isabelle Huppert, Jean Louis Trintignant ve yönetmenliğiyle de tanıdığımız Mathieu Kassovitz paylaşıyor. The Guardian gazetesinin “saf psikopatlığın şeytani pembe dizisi” sözleriyle tanımladığı Mutlu Son, Avusturya’nın Oscar adayı oldu.
Lynne Ramsey’nin Kevin Hakkında Konuşmalıyız’dan 6 yıl sonra çektiği “You Were Never Really Here”, Jonathan Ames’in öyküsünden beyazperdeye uyarlandı. Müziklerini Radiohead gitaristi Jonny Greenwood’un yaptığı, özellikle usta yönetmenliği, klasik anlatımı reddeden yaratıcı kurgusu ve karanlık atmosferiyle dikkat çeken film, küçük bir kızı seks tacirlerinin elinden kurtarmaya çalışırken her türlü şiddete başvurmaktan çekinmeyen bir tetikçiyi izliyor. Film, Cannes’da Lynne Ramsey’ye En İyi Senaryo ödülünü getirirken, Taxi Driver’daki Travis kadar unutulmaz bir anti-kahraman portresi çizen Joaquin Phoenix de En İyi Erkek Oyuncu ödülünü hakkıyla aldı.
Robert Pattinson’ın müthiş performansıyla dikkat çeken “Soygun”, Cannes’da Altın Palmiye için yarıştı. Hastaneden lunaparka, bakımevinden tefeciye, New York’un en tuhaf mekânlarında geçen, birbirinden acayip karakterlerle dolu Soygun, kara mizahtan da beslenen, son derece hareketli, nefes nefese bir suç fırtınası. Good Time'da son zamanların en sempatik anti-kahramanını canlandıran Robert Pattinson’ın şaşkınlık verici dönüşümünü mutlaka izlemek gerek.
Köpekdişi ve The Lobster ile aklımızı alan Yorgos Lanthimos, suçluluk, vicdan ve öç alma kavramlarını tavizsiz bir sertlikle ele aldığı son filmi “The Killing of A Sacred Deer” ile seyirciyi yine garip bir oyuna davet ediyor. Başrollerini Colin Farrell ile Nicole Kidman’ın olağanüstü bir performans göstererek paylaştığı film, Cannes’da En İyi Senaryo ödülünü aldı. Hem izleyenleri hem eleştirmenleri ikiye bölen bu cüretkâr film, Lanthimos’tan bekleneni fazlasıyla karşılıyor.
Cannes’da Diane Kruger’e En İyi Kadın Oyuncu ödülü kazandıran ve Almanya’nın bu yıl “Yabancı Dilde En İyi Film” kategorisinde Oscar aday adayı olarak gösterdiği “In The Fade” bir intikam ve vicdan hikâyesi. Filmin kahramanı, kocasını Hamburg’da terörist bir patlamada kaybeden, hakkını önce mahkemede, sonra da yollarda arayan Katja.
Çingene dünyasını müzik yoluyla en iyi yansıtan yönetmen Tony Gatlif bu kez rembetikonun içli tınıları öncülüğünde İstanbul’dan Yunanistan’a uzanan müzikal bir yolculuğu anlatıyor. Filme adını veren Djam, yedek parça satın almak için Yunanistan’dan İstanbul’a gelen genç bir kadındır. Djam, insani yardım gönüllüsü olarak çalışan, parasız ve kimsesiz 18 yaşındaki Avril’i kanatlarının altına alır ve birlikte İstanbul’dan Midilli adasına doğru umut ve müzikle dolu bir yolculuğa çıkarlar.
Yönetmen Ali Soozandeh’nin kendi özgün senaryosundan beyazperdeye aktardığı Tehran Taboo, Tahran’da gençlerin kısıtlamalar ve kurallarla, yasaklara rağmen yaşama nasıl tutkuyla sarıldıklarını animasyonla gözler önüne seriyor. İlk gösterimini Cannes’da Eleştirmenler Haftası’nda gerçekleştiren filmin baş kahramanları, bu ağır yasaklar ve kuralların etrafından dolanmayı bir yaşam tarzına dönüştüren, üç genç kadın ve müzisyen bir adam. Tehran Taboo, sistemin ikiyüzlülüğünü ve çelişkilerini mizahı elden bırakmadan, insancıl bir yaklaşımla ele alıyor.