Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sinema-Televizyon Bölümü mezunu Gizem İbak’ın arkadaşı Umur Dağlı ile birlikte Hindistan’da çektiği “The Night Light of the Earth” Hollywood yolculuğuna çıkıyor. Belgeselin dünya dağıtımını West Hollywood’tan Adler Entertainment üstlendi. Yapımcı Marie Adler’ın CEO’su olduğu şirket belgeselin tüm haklarını aldı. Şirket, belgeselin dünya festivallerinde gösterimini, DVD – home video olarak çıkmasını ve televizyon ile dijital medyada yer almasını sağlayacak. Hindistan Sinemasıyla ünlü aktör Aamir Khan sayesinde tanışan İbak’la sinemayı, Kadıköy’ü ve Hindistan yolculuğunu konuştuk.
Gizem İbak kimdir, öykünü dinleyebilir miyiz?
Beykoz – Paşabahçe’de dünyaya geldim. Çocukluğum Polonezköy – Paşabahçe çizgisinde kasaba çocuklarından farksız ilerledi. Ağaca tırmandığım, yaban çilekleri topladığım, bisiklette çift el bıraktığım, tekne kullanmaya başladığım bir çocukluk – ergenlikti. On yaşında tiyatroya başladım ve çok uzun yıllar devam ettim. Lisenin ardından Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sinema – Televizyon Bölümü’ne girdim. Okuduğum yıllarda dört kısa film çektim.
Okulu Kadıköy’de okudunuz ama onun öncesinde Müjdat Gezen Sanat Merkezi’nde eğitim aldınız. Kadıköy ile güçlü bir ilişkiniz var sanırım.
Kadıköy’ü keşfim MSM’den evveldi. Bir birey olarak adım atmaya başladığımda Kadıköy’e tek gitmek benim için özgürlük demekti. Onlu yaşlarımın başındaydım. Sonra MSM ve sonrasında da lisenin son yılı Bahariye’de dershane dönemi başladı. Üniversite sonuçları açıklandığında Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’ne yerleşmiştim. Böylece altı yıl da Haydarpaşa’da okudum. Haydarpaşa’da bir tavan arasındaydı dersliğimiz. Gözümüz daldığında vapur klaksonuyla sınıfa döner, tarihi pencereden akıp giden hayatı izler, ille de büyük bir heyecanla bin farklı idealimizi birbirimize anlatarak Haydarpaşa’dan Rıhtım’a giderdik her gün. Geçtiğimiz on beş yıl Kadıköy hayatımın her anında vardı.
AAMİR KHAN’LA BAŞLAYAN YOLCULUK
Hindistan’ı seçme nedeniniz var mı? Nedir Hindistan’la olan ilişkiniz?
Aslında Hindistan’a dair bildiklerim herkes kadardı. Bir gün gidip görürüm diye de bir düşüncem ve hayâlim hiç olmamıştı. Bu noktada Hindistan Sineması’nın değerli aktörlerinden Aamir Khan’ın varlığı belirleyici oldu. Sinemasını keşfetmek ve onunla tanışmak için Hindistan’a gittim. Sinema setinde onunla konuşma fırsatım oldu. Hindistan’a ilk gidişimde Khan’ın da koruyucu figür oluşuyla gerçek Hindistan’ı pek deneyimleyememiştim. O zaman 21 yaşındaydım. Sonraki yıl belgesel için gidip uzun süre yaşayınca gerçek Hindistan’ı da deneyimlemiş oldum.
Sizi etkileyen ne oldu Hindistan’da?
Bana kalırsa Hindistan her şeye rağmen hepimizden çok daha güzel gülen insanların ülkesi. Orada insanı, doğayı, dünyayı yeniden keşfetmek mümkün. Fakat burada da ince bir çizgiyi vurgulamak istiyorum. İnsanlar Hindistan’a yoksulluğu görüp kendi hallerine şükretmek için gidiyorlar. Bence o kültür turlarından böyle bir sonuçla dönenler dünyadaki varlıklarının nokta kadar olduğunu bilmiyor. Hepimiz dünyaya yukarıdan bakılınca nokta kadarız fakat Hindistan’ın rengârenk bir nokta olduğuna eminim. Hindistan’a iki yılda üç defa gittim. Dört eyaletini 11 şehrini gördüm. Bombay’de bir evde uzun süre yaşadım ve oradan vazgeçmek niyetinde değilim pek.
Hindistan’daki kadınların yaşamına dair gözlemleriniz nelerdi?
Hindistan'da hâlâ kast sistemi hakim olduğundan kadınların durumu da sınıflarının durumuna göre şekilleniyor. Kastın üst ailelerindeki kadınlar büyük bir şatafatla yaşarken kastın altındakiler genellikle beden gücü gerektiren işlerde yalnızca bir günlük yemek için çalışıyor. Çalışma hakkı dahi olmayan en alt tabaka paryalara dahil olan kadınlarsa sokaklarda yaşıyor. Çocuklarını sokakta büyütüyor. Bir akşam eve dönerken sokakta çırılçıplak yatan bir anneyle bebek görmüştüm. Çok yaralayıcı bir görüntüydü...
“O İNSANLARA VEFA BORCUM VARDI”
Belgesel çekmeye nasıl karar verdiniz?
Aktör Khan’ın setinden Türkiye’ye döndüğümde iradem dışında bir popülerlik yaratmıştı bu tanışıklık. Bu bir noktadan sonra şöyle bir sonuca çıkarttı beni. Türkiye’de herkesin Hindistan hakkında bir fikri vardı fakat bu fikirlerin neredeyse tamamı yanlıştı. Bana atılan mesajlar, sorulan sorular basmakalıp yargılardı. Bir yanıyla bu algıyı değiştirmek için adım atmanın bana o ülkede güzel davranan insanlara vefa borcum olduğunu hissettim. Bunu da ancak oraya tekrar gidip ‘hayır bildiğiniz gibi değil’ dediğim bir üretimle başarabileceğimi düşündüm. Diğer yandan da bu sete gidiş beni gereksiz popülerleştirip ismimin önüne ‘Aamir Khan’ın setine davet ettiği kız’ kalıbını eklemişti. Bu benim duruşuma uygun bir kalıp değildi. Orada gerçekleştireceğim bir üretimle bunu aşabileceğimi düşündüm.
Belgeseliniz klasik turistik belgesellere benzemiyor sanırım. Siz de bunun olmaması için çaba sarf etmişsiniz. Ne anlatmak istediniz belgeselde?
Hindistan’a sınıf arkadaşım Umur Dağlı’yla gittik. Kendisini zorladım adeta. Oraya giderken ne çekeceğimizi, akışı, çekim senaryosunu oluşturdum. Amacım yarı kurmaca bir belgesel çekmekti. Tarihi mekanları göstersem dahi bunu bilgi aktarımı biçiminde yapmayacak samimi bir dil oturtacaktım. Umur’a havalimanından çıkarken ‘Bak şimdi ben havalimanından çıkacağım taksiciler bir anda ‘benim aracıma gel benim aracıma gel’ diyecekler bunu çekeceksin tamam mı?’dedim. Havalimanından çıktık. Taksiciler arabasının yanında duruyor. Tekrar içeri girip tekrar çıktık. Yine gelen giden yok. Ben bu esnada ‘nasıl olur ya geçen sene böyle değildi’ dedim.
“BU BİR YOL HİKAYESİ”
Planlarınız değişti o halde?
Evet, o an anladık ki biz çekim senaryosuna göre çalışamayacağız. Hatta belgeseli çekip çekemeyeceğimiz bile net değil. Birkaç gün mutsuz olduk. Fakat sonra baktık ki iki sinemacının belgesel çekmeye çalışması, çekecekleri belgeselden çok daha fazla bilgi içeriyor. Bu noktadan sonra hikâyemiz iki insanın Hindistan’da bir ay geçirip bir film çekme çabasını kayıt altına almakla şekillendi. Sokakta kaldık. Bir gün önce tanıştığımız bir insan yardım etti, hiç bilmediğimiz bir yerde gece yarısı motorun mazotu bitti hâlâ hayâl mi gerçek mi emin olamadığımız bir adam çıkıp geldi bizi motoruna aldı. Ben aslında belgeselde tam da bunu anlatmak istemiştim. “The Night Light Of The Earth” bir yol hikâyesi, yolda tanıştığımız yabancıların merhametinden öğrendiklerimizin hikayesi. Ve en temelde Hindistan gibi milyonlarca sorunla boğuşan bir ülkede insanların nasıl tertemiz kalabildiğinin hikayesi.
Amerika yolculuğu nasıl başladı, bekliyor muydunuz böyle bir şeyi?
Aslında ben Hollywood Sineması’nı ne severim ne de takip ederim. Okuldayken dünya araştırmalarım İran Sineması, İtalyan Sosyalist Gerçekçi Sinema ile Sovyet Sineması üzerineydi. ‘Bir gün Hollywood’a gideceğim’ gibi bir düşünce aklımdan hiç geçmedi.Marie Adler’dan ‘Dear Gizem’ ile başlayan bir mail aldığımda bunu spam zannettim. Projemin adından bahsetmelerine rağmen önemsemedim. Arkadaşımın ısrarıyla maile geri döndüm. Adler Entertainment dünyadan belgesel / film toplayan ve bunu kendi üslubuyla pazarlayan bir dağıtım şirketi. Onların belgesele öncelikli yaklaşımları ticari. Çünkü Hindistan’da çekilen bir belgeseli kataloglarına eklemek onlar için çeşitlilik olacak. Süreç bizim için hızlı ilerledi. Rough Cut dediğimiz kaba kurguyu izlediler, yazışmalarımız oldu ve Skype üzerinden iki taraf da birbirini daha iyi tanıdı. Böylece çok da mübalağa edilmesine gerek olmayan bir dağıtım hak devri oldu.
Bundan sonra ne olacak filmininzi ve sizi nasıl bir gelecek bekliyor?
The Night Light of the Earth umarım yılın ikinci yarısından itibaren festivaller sürecine girecek. Seçildiği festivallerde gösterim alacak bu bir sonraki seneye kadar devam edecek bir süreç. Yurtdışı ayağı ise ticari olarak devam edecek Adler Entertainment dağıtımını DVD – home video ve kataloglama biçiminde düşünüyor. Haklarını aldığı diğer işlerle birlikte. Eğer orada önemli bir başarı elde ederse, herhangi bir televizyon kanalında yayınlanmak gibi, bu da belgesel için önemli olacaktır.
Türkiye’de de vizyona girecek mi?
İstanbul’da tek gösterimlik bir etkinlik yapmayı düşünüyoruz.