İstanbul Devlet Opera ve Balesi sezonun ilk bale prömiyerini yeni kuşak koreograflar Ebru Cansız’ın YUNUS “MÂN” ve Deniz Özaydın’ın “ALAZ İLE CEMRE” eserleriyle gerçekleştiriyor.
Librettosu Işık Noyan’a ait olan YUNUS “MÂN” da; Yunus Emre’nin mana arayışındaki yolculuğu, bu yolda ona hocalık eden Hacı Bektaş-ı Veli ve Taptuk Emre ile birlikte hayatına dokunan kişilerin onu bilgeliğe götürüşü ve Yunus’un “varlığın manasını başka yerde değil, onun insanın kendi özünde olduğunu” anlaması konu ediliyor. Mehmet Dülger’ in librettosunu yazdığı ALAZ İLE CEMRE’de ise İhtiyar Bey’in tek oğlu Alaz’ın kazandığı zafer kutlanırken bilge Şaman’ın baktığı fal sonrası delikanlının Issık Gölü’nde kader avına çıkışı ve sırtından vurduğu alageyiğin güzeller güzeli Cemre’ye dönüşmesi ama gölün onlara mezar olması anlatılıyor.
17 Mart’ta Kadıköy Belediyesi Süreyya Opera Sahnesi’nde dünya prömiyerini yapan her iki eserin de müzikleri; dünya bale repertuvarında bulunan tek Türk bale eseri Judith’in bestecisi Çetin Işıközlü’ ye ait. YUNUS “MÂN” ve ALAZ İLE CEMRE, 19, 20, 22, 23 ve 25 Mart tarihlerinde yeniden sahnelenecek.
700 YIL ÖNCESİNDEN GELENLER
Tek perdelik neoklasik bale YUNUS “MANA”yı koreografı Ebru Cansız şöyle anlattı:
Yunus Emre, tasavvuf ve halk şairi olarak kültür ve düşünce dünyamızda büyük bir öneme sahip. Bu kadar bilinen ve sevilen bir kişiyi anlatmak aslında baskı unsurundan çok özenli ve itinalı bir çalışma gerektirdi. Yunus’un hayatına dokunan hocası Taptuk Emre, Hacı Bektaş-ı Veli gibi önemli isimlerle nasıl ilişkilerinin olduğu, onlardan neler öğrendiği gibi konular, bütün koreografi sürecinde hareketsel seçkiden çok bu öğeler ve onların yaşam felsefelerini kısacık anlarda doğru yansıtabilme dileğim ister istemez bir baskı oluşturdu.
Yunus Emre’nin hayatı ile ilgili çok az somut veri var. Belli oranda bilgiler var ama bu bilgilerin kesinliğinden tam da emin değiliz. Şiirlerinden yola çıkarak ya da dilden dile anlatılan hikâyelerle hayatına nerede nasıl yaşadığına dair bilgilerin izini sürüyoruz diyebiliriz.
Yani, eserin oluşumunda bildiğimiz kadarıyla onun hayatındaki olaylar kronolojisinin yanında, yaşamında karşılaştığı insanların ve yollarda edindiği öğretilerin onu nasıl bir yönde etkilediği, kararları, öncelikleri, manevi arayış ve doyuma nasıl erdiği gibi konular ilham kaynağım oldu.
Diğer bir yandan 700 yıl öncesinden günümüze kadar gelen aşk, hoşgörü, saygı, sevgi ve insanı bütünüyle kabul eden felsefesinin günümüzdeki artan önemi ve aslında en çok da kendi içimizde bulmamız gereken “özü” bize nasıl anlattığı beni en çok etkileyen bu anlayışın hayat bulması oldu.
Eserin çıkış noktası, Yunus’un dünyasına girmeye başladığım andan itibaren; onun tüm şiirlerinde gördüğümüz insan sevgisi ve ilahi bir aşkla ilerlediği yolları ve o ilahi aşkın onda oluşturduğu olgunluk, sadelik ve kendi hayatında ki mana arayışı diyebilirim. Sabır ve aşkla kendindeki özü arayış hali... Bu ilahi aşk arayışı Yunus’un hemen hemen bütün dizelerinde var. Benim için ise bulunduğumuz dönem içerisinde öz’den uzaklaşan, maddeci ve akılcı tavırla önceliklerini belirleyen insanın (son dönemde belki pandemiyle de bunu daha çok idrak ettik) kaybettiği mana arayışını Yunus’un anlayışı rehberliğinde tekrar hatırlamak önemli oldu. Manevi duygulara dönmenin, yaşadığımız zamanın zorluklarına şifa olabileceğine olan inancım eserin çıkış noktası bir anlamda. Beni de bu anlamda şifalandırdı diyebilirim.
Beni Yunus’un hayatında ve anlayışında en çok etkileyen şeyin ne olduğunu bulmak önceliğim oldu ve bunun üzerine hemen hemen 6 ay kadar ön çalışma, demlenme süreci yaşadım. Yunus felsefesinin bendeki manasını ararken esere ismini veren ‘MANA ERİ’ şiiri ile karşılaştım. Tüm bunların paralelinde sanatsal olarak da dansın/hareketin manasına odaklandığım bir dönemimde Yunus’un arayışı bu anlamda da bana yol gösterdi. Yunus’un en önemli özelliğinin bir halk şairi olarak ilahi aşkı, insanı, duyguyu ve aklı halk dilinden insanlara aktarması olduğunu görmek, o yalın ama güçlü anlatım dili, hareket dili oluşturmamda yardımcı bir anahtar oldu. İnsanlara ilahi aşkı anlatmış bir halk ozanı rehberliğinde, hareketin mana ve gücünü, insanlara yalın bir anlatımla nasıl aktarabileceğim sorusunu getirdi. Dansın, görsel grafiksel şeklinden çok bedendeki akıl ve duygunun hareket ile nasıl hemhal olabileceği arayışına odaklandım.
Yunus’ u biraz daha masalsı bir ifadeyle anlatmak istedim. Aslında onun bize anlatılan hayatı, felsefesi ve şiirlerindeki ahenk yalın bir anlatımla günümüze nasıl ulaştı ise ben de onu şu anda bir çocuğun da anlayabileceği haliyle bir masal dünyasından Yunus’un dünyasına dâhil etmek istiyorum. Dolayısıyla, arkada eserin mekânlarını ve masalsı atmosferini destekleyici video illüstrasyonlar hazırladık. Bu çizgisel betimlemeler ile boş beyaz bir kâğıt üzerinde çizdiğimiz kapılara giriyor, Yunus’un gezdiği diyarları çiziyoruz ve kendimize Yunus’un dünyasına tanık olduğumuz bir oyun alanı yaratıyoruz diyebilirim.
“ALAZ GİBİ BİR KAYIP YAŞAMADIM”
Tek perdelik modern bale ALAZ İLE CEMRE’yi koreografı Deniz Özaydın şöyle anlattı:
Yazılan karakterlere olabildiğince sadık kaldım. Ama gidişatta, yani librettoya göre anlatımda yorumlarım oldu. Fakat karakterlerin dışına çıkmadım. Karakterler anlatması gerekenleri anlattı diye düşünüyorum.
Günümüzün teknolojik yardımlarıyla yaptığım, hayal ettiğim bölümleri çekip akşam evde analiz ettiğimde, bazı kısımları ertesi gün daha istediğime yakın; kimi zaman hareketsel olarak, kimi zaman da anlam olarak daha güçlü olması gerektiğini düşündüğüm yerler üzerine düzeltme, değişiklik yapma şansım oluyor. Bunu bu eserde de yaptım çok kez. Prömiyerimize birkaç gün kaldı ama hala ufak tefek değişiklikler yapıyorum. Eminim son ana kadar da yapacağım.
Modern dansla böyle bir librettonun koreografisini yaparken “konusu anlaşılır mı?” kaygısını, sanırım her yaratıcı hissediyordur. Ben de hissettim… Çalışma, yaratı sürecinde genelde koreografi en başından başlayıp sonuna kadar gitmiyor. Yani, ortasından, sonundan, başından şeklinde ilerleyebiliyor. Bu eserde de böyle başladı. Birçok kısmını çalışıp, çıkarıp daha sonrasında birleştirdiğimde benim de ilk düşüncem buydu; yapabildim mi, bu duyguyu, konuyu geçirebildim mi? Olabildiğince, henüz çiğ haliyle bütünü, akışı gördüğümde; evet, kendimce bir sonuca ulaşıyordu. Umarım herkes için de benim anlatmak istediğim kadar açıklayıcı olmuştur.
Eserin koreografisini tasarlarken, öncelikle nasıl bir duyguyla anlatmak istediğimi, bana en yakın hislerle koreografiye nasıl dönüştürebileceğimi düşünüyorum. Dediğim gibi öncesinde hareket düşünmüyorum hiçbir zaman. Bende hepsinin bir sırası oluyor. Nasıl bir duyguyla anlatabilirim, kostümler konuyu nasıl daha iyi destekleyebilir ve bunun yanında daha modernize ederek sahneyi, ışıkları, hareketleri nasıl birleştirebilirim. Hepsi bir anda değil, düşündükçe üst üste fikirlerle katman katman. Bazen bazı fikirleri eleyip, ince bir süzgeçten geçirip yavaş yavaş sonuca ulaştırmaya çalışıyorum.
Ben Alaz’ın yaşadığı gibi hayatımda sevdiğim birini kaybetmedim. Umarım da kaybetmem. Ama bunları ne kadar yaşamamış olsak da, bu duyguları anlatabilmek için sanıyorum olabildiğince derin hissetmek lazım. Evet, yaşamadım ama kimi zaman provalarda anlatım gereği duygulara yoğunlaşmışken, provadakilerle birlikte gerçekten duygusal anlar da yaşadık. Gerçekten etkilendiğimiz anlar oldu beraberce.
İster istemez insanın hissettiği duygular çok gerçek. Yani üzüntü hepimizin bildiği, sevinç, mutluluk hepimizin bildiği ve çok güçlü hissedebildiği duygular. Librettoda geçen hikâyeyi birebir yaşamamış olsak da, en azında bu duyguları bildiğimizi düşünüyorum. Hepimiz deneyimliyoruz bunları ve sonuç olarak o duyguları yaratım esnasında dansçılarla birlikte hissetmek ayrı bir keyif veriyor. Yani, üzüntüyü anlatmaya çalışırken bile karşılıklı paylaşım olması insanı mutlu edebiliyor.