İki kadın, iki hayat, bir roman

Kadıköylü Serap Gökçebay’ın “yaşanmışlıklardan serpiştirme” dediği ilk romanı Sonbahar Kadınları farklı yaşamlardan gelip yolları kesişen iki kadının arkadaşlığını ve kişisel yolculuklarını anlatıyor

22 Ekim 2020 - 10:29

Uzun yıllar kurumsal iletişim danışmanlığı yapan Kadıköylü Serap Gökçebay’ın ilk romanı “Sonbahar Kadınları” okurla buluştu. Cenevre Fikir Sanat yayınları tarafından okurla buluşturulan roman iki kadın kahramanın hayatlarını konu alıyor. Bazı bölümlerine Kadıköy’ün tanıklık ettiği romanı Serap Gökçebay ile konuştuk.

  • * Önce sizi tanıyalım. Serap Gökçebay kimdir?

Çocukluğumda Türk edebiyatının değerli isimlerinin pek çok romanını, ama en çok Kemalettin Tuğcu’nun melodramatik olay örgüleriyle hayata geçmiş romanlarını, gençliğimde dünya klasikleri yanında yerli ve yabancı popüler yazarların tüm romanlarını yakından takip eden iyi bir okurdum. Hala da okuyorum…

İktisat Fakültesi mezunu olmama rağmen hiçbir zaman rakamlarla ilgili bir alanda çalışmayı düşünmedim ve profesyonel hayatım, 1986 yılında henüz yeni popüler olmaya başlayan halkla ilişkiler alanı ile kesişti. 35 yıla yaklaşan iş hayatımda “yazı yazmak” her zaman işimin en temel parçası oldu. Kurumsal iletişim ve halkla ilişkiler yöneticiliği yaparken, binlerce basın bülteni, konuşma metni, gazete haberi yazdım. 

2008 yılında profesyonel hayattan emekli olup kendi işimin patronu olma kararı aldığım zaman, o güne kadar kendime sakladığım o arka bahçeyi artık çalıştığım kurumlar için değil, kendim için gün yüzüne çıkarmaya karar verdim ve yazmaya başladım.

“OKUYUP ŞAŞIRDIĞIM YERLER OLDU”

  • * Kitap yazmaya nasıl karar verdiniz?

Yazmak hep kafamda vardı. Çünkü çok yoğun bir tempoda çalışma hayatım vardı. Emekli olduktan sonra iş hayatını bilen bir kadın olarak iş hayatındaki bir kadının hikâyesini yazayım diye yola çıktım. Bu Esma oldu. Kurgularken anlamadığım bir şekilde ikinci kahraman olan Gülin romana girdi ve ikinci bir kahraman olarak romanda yerini aldı. Dolayısıyla çıkış noktası daha çok iş dünyasındaki tek bir kadının yaşadığı olaylardan kurgu yaratmakken onun içine ev kadını, çocuklu bir kahraman girdi.

  • * Kitapta daha ziyade iş kadının iş hayatında yaşadığı zorlukları değil iki kadının duygusal hayatı anlatılıyor...

Kesinlikle. Çıkış fikriyle gelinen sonuç birbirinden çok farklı oldu. Kendimin okuyup da şaşırdığı yerler oldu. Demek ki yazmak böyle bir şeymiş. Tabii bu benim ilk kez yaşadığım deneyim.

  • * Adı neden Sonbahar Kadınları oldu?

Samimiyetle söyleyeceğim ismini aslında yayınevim koydu. Benim kafamda Beyaz Zambak ismi vardı.  Biliyorsunuz, Beyaz Zambaklar Ülkesi diye bir film var ve sadece bir kahramanın kurgusu olacak diye düşünerek vazgeçtim. Yayınevimden böyle bir öneri geldi. İlk başta tereddüt ettim ve öyle çıktı.

  • * 35 yaşındaki kadınlar için “hayatlarının sonbaharı” demek biraz tartışmalı...

Kesinlikle. Bazen her roman aslında tamamen kendi içeriğini anlatmayabiliyor. Biraz belki yayınevi ilgi çekmesi için düşünmüş olabilir ben de isim olarak sevdim.

  • * Kitapta soyluluk, asalet gibi kavramların yanı sıra oldukça fazla masumiyet vurgusu var. Bu kavramlar oldukça tartışmalı. Sizin için masumiyetin nasıl bir anlamı var?

Kitapta cinsellikle örtüşen bir masumiyet var.

  • * Evet bu yüzden tartışmalı bir kavram.

Tabii. Biz 60’lı yıllarda doğan kuşakta cinsellik çok daha kapalıydı. En modern ailelerde bile tutuculuk söz konusuydu. Bu beni rahatsız etti. Onun dışa vurumu olabilir.

“YAŞANMIŞLIKLARDAN SERPİŞTİRMELER”

  • * Kitapta 1950’li yıllardan 1999’a kadar bir zaman dilimi var. Bu zaman dilimini niye tercih ettiniz?

Kahramanların hayatlarının spesifik bir olayla değişmesini istedim. Dramatik bir olay olsun bu olay ikisinin de hayatını sorgulamasını gerektirsin diye düşündüm. Bunu depremle bağdaştırmak için o döneme gittim. O dönemde bitirmek için de kurgusal olarak geriye gittim. Annelerin kızları üzerindeki etkilerinin gerekçelerini güçlendirmek için biraz geriye gittim.  Yaşanmışlıklardan serpiştirmeler var.

  • * Neler bu serpiştirmeler?

Mesela ortaokula yeni başlamıştık. Göztepe’de oturuyorduk. O zaman bulaşık makinesi falan yoktu. Ön sıramda oturan bir arkadaşım, “Annem Almanya’dan bulaşık makinesi getirtti ama usta bağlayamıyor.” dedi. Yanımdaki arkadaşımla birbirimize baktığımızı hatırlıyorum. Yazarken bu bilgi kafamda belirdi. Fenerbahçe’de arabaların geçit yapması. O zaman Alfa Romeo çok meşhurdu. Bunların hepsi yaşanmış hatıralardan minik minik damlalar diyebilirim.

  • * Kitapta bazı bölümler Kadıköy’de geçiyor. Serap Gökçebay nasıl bir Kadıköylüdür?

Tüm hayatım Kadıköy’de geçtiği için uzun süreli tüm ilişkilerim burada. Kadıköy’den başka yerde yaşamayı hayatım boyunca düşünmedim. Benim için Kadıköy’de yaşamak İstanbul’da yaşamanın anlamı. İstanbul’un başka bir yerinde bedava bir malikane verseler oturmam.

  • * İkinci bir kitap, ikinci bir çalışma var mı?

Var, ama şu anda bir biyografi yazıyorum. Bir iş insanı olan Lütfi Kulelioğlu’nun hayatını yazıyorum. Bu biyografi tamamlandıktan sonra fikir olarak şekillenmiş bir roman daha var. Ama bu roman İstanbul’da değil, Kuzey Ege kasabasında geçecek. Ama sadece kafamda hikâyenin genel hali var. Nereye gidecek, nasıl gidecek onu bilmiyorum.


ARŞİV