“Bana adaleti sormayın. Çünkü bilmiyorum.
Ama size her şeyi anlatacağım”
Yazar ve şair İlhan Sami Çomak’ın hayatı, “Hayat Seni Çok Seviyorum” isimli oyunla sahneye taşındı. Kemal Aydoğan yönetmenliğinde müzisyenler Ali Tekbaş ve Gülseven Medar'ın oynadığı oyun Çomak’ın çocukluğundan başlıyor, okula başlayışını, köyünü, ilk gençliğini, tutuklanışını ama en çok da hayatı ne kadar çok sevdiğini anlatıyor.
Kemal Aydoğan, Ali Tekbaş ve Gülseven Medar ile Moda Sahnesi’nde bir araya gelip “Hayat Seni Çok Seviyorum”u konuştuk.
Kemal Aydoğan: Dünyanın değişik yerlerinde dert çeken, acı çeken, haksızlığa uğramış herkes bizim alanımıza giriyor. Bingöl de uzak değil, Paris de. Dolayısıyla tiyatronun işi bu; dertleri gündeme getirmek ve bir tür duyarlılık, farkındalık yaratmak, problemi tanıtmak. Hayat Seni Çok Seviyorum’u oynamaya başladıktan sonra bazı insanların bu problemi hiç tanımadığını gördük. Biz bu adaletsizliği tanıtmak, anlatmak ‘hiç kimse bu adaletsizliğe uğramasın’ demek istedik.
“ADALETSİZLİĞİ ANLATMAK İSTEDİK”
Kemal Aydoğan: İlhan Sami Çomak’ı hem şair kimliği, hem de 28 yıldır haksız yere cezaevinde olan biri olarak tanıyordum. Onu yaşadığı bu adaletsizlikte benim de sessiz kalarak bir payım var. Dolayısıyla bu anlamda elimden gelebilecek olan şeyleri düşünüyordum. Ne yapabilirdim? Tiyatro repertuvarına onun öyküsünü anlatan bir oyun koyabilirdik. İlhan Sami Çomak’ın şair olması onunla temas etmek için bir malzemenin varlığına işaret ediyordu. Sonra bir biyografisi “Karınca Yuvasını Dağıtmamak” çıktı. O metinden bir oyun çıkarma çalışmasına girdik. Ben o kitaptan 40 sayfalık bir bölüm çıkardım. İlhan Sami’ye gönderdik, o yeniden bir oyun yazdı. Türkiye’de çok önemli politik bir problemi çok insani merkezde anlayan ve şiiri de eksik olmayan bir metin yazdı. Ve “Hayat Seni Çok Seviyorum” oyunu çıktı.
Kemal Aydoğan (Gülüyor): Biz İlhan Sami’den şiir-düzyazı arası bir şey talep ettik ve bunu yaptı. Ali ile Gülseven de hiç oyunculuk yapmamış arkadaşlarımız değil. Müzikallerde oyunculuk yapmışlardı. Oyunculuk derdimizi anlatma sanatıysa hem Ali hem Gülseven bir başka sanatla bunu çok etkin bir şekilde yapıyorlardı.
Gülseven Medar: Birkaç projede birlikte çalıştık.
Kemal Aydoğan: Konservatif bir oyunculuk talep etmiyorsanız anlatım gücü açısından iki müzisyenle çalışmak, konservatif bir oyuncudan daha güçlü bir tercihti. Eğer kapılmazsam bundan sonra hep müzisyenlerle çalışabilirim (Gülüyor). Ama neyse ki iyi oyuncu arkadaşlarım da var. Fakat sahiden müzisyenin duyduğu oyun diye bir şey var.
Kemal Aydoğan: Oyuncular tiyatro içinden bir şey duymaya çalışıyorlar ve duyu organları gelişmemişse sadece bir şeye hapsoluyorlar. Oysa Gülseven ve Ali’nin de müzik içinden bir oyunu duymak gibi özellikleri vardı. Tempo konuşmak, melodi konuşmak, anlam konuşmak diye bir problemimiz olmadı. Çünkü müzik cümlesi dediğiniz şey bir anlam birimi ve bunu müzik sanatının gerekleriyle yerine getiriyorlar. Orada da duygular var, anlam, tonlama var, prozodi diye bir hatayı onlar da biliyor. Dolayısıyla ölçüde kalmak, duyguda kalmak, belki bir oyuncudan daha fazla bildikleri bir şey. Bu anlamda kendi adıma inanılmaz bir dönem yaşadım. Oyuncuların müzikal eğitimi çok daha güçlü bir şekilde alması gerektiğini düşündüm.
Kemal Aydoğan: Tabii bir oyunculuk çalışmasının içinden geçtik. İki müzisyenin bir şairin metni üzerinden tiyatroya adaptasyonu gibi üç hamleli bir iş yaptık.
Ali Tekbaş: (Gülüyor) Kemal Abi bize bu teklifi sunduğu zaman ben kafamda canlandırmaya çalışıyor “müzikalse sıkıntı yok” diyordum. Daha önce Gülseven’le çalıştığımız üzere müzikalde çıkıyorsun, şarkını söylüyorsun, çekip gidiyorsun.
Kemal Aydoğan: (Gülüyor) Tabii öyle sandıkları, müzikal bilsinler istediğim bir dönem oldu. Bunu kim besteleyecek, burada şarkılar nasıl olacak diye sorular vardı. Ben de topu güzel taca attım.
“ÇOK ÖNEMLİ AYRINTILARI OLAN BİR METİN”
Ali Tekbaş: Ben o ara sözlere şiirlere bakıp hangi şiirlerin bestelenebileceğine bakıyorum. Sonra Kemal Abi “Bu metin ezberlenecek ve bunları konuşacaksınız” dedi. Dili 13 yaşından sonra öğrenen biri olarak titremeye başladım.
Oyun metninin konusu bizi anlatıyor, çok etkilendim. Konu, kişi ve birlikte çalışacağımız Kemal Abi’nin olması bana çekici geldi ama korkum vardı. Çünkü iki dil arasında kalmışım. Açıkça söyleyeyim, korktum. İstenileni yapamazsam diye düşünüyordum. Gülseven, Kemal Abi, bütün ekip çok destek oldu. Bir oyunculuk deneyiminden geçtik. Biz müzisyeniz, ses konusunda problem yok ama aktarımda, anlatımda inanılmaz bir eğitim aldık.
Gülseven Medar: Tiyatro çok farklı bir disiplin, benim aynı zamanda ‘bir an evvel dramaturji ve oyunculuk dersleri almam’ gerekiyor dediğim bir alandı. Ben sadece çalışkanlığıma, eserin gücüne Kemal Abi’nin de kudretine güvenerek başladım.
Bu çalışmayı çok önemsiyordum. Uzun süredir konuşulmuş ama dağınık olan bir konu ipe dizilmiş boncuk haliyle önümüze geldi. Bunun bir gerdana takılması gerekiyordu. Bu da Moda Sahnesi’nin duyarlılığıyla, buradaki zekayla oldu. Çok doğru zamanda, doğru kişilerle, doğru bir yerde gerçekleşti. Bizim yapmamız gereken kalbimizi temiz tutup, emeğimizi ortaya koymaktı. Çalışma süreci çok pedagojik koşullara uygundu. Kemal Abi bize çok geniş alan açtı. Çok önemli ayrıntıları olan bir metin. Şarkılara çok boğulmadı, çünkü anlatacak çok şeyi var. Bizi çok aşan, aynı zamanda bizim de yukarıya çıkmamızı sağlayan çok kıymetli bir çalışma oldu.
“HEPİMİZDEN ÇOK ÖZGÜR BİRİ”
Ali Tekbaş: Anlatacağımız şey bir dramdı. Hayatından 28 yıl alınmış, gençliğini yaşayamayan, fiziki bir şekilde birilerine dokunamayan, aşık olamayan bir insanın hayatı vardı. Sonra metinde şunu da fark ettim; orada hepimizden çok özgür bir kişi var. Metin beni geçmişe götürdü, kendi yaşadıklarımı, ailemin yaşadıklarını, onun yaşadıklarını bir elbise gibi giydim.
Gülseven Medar: Ali’nin dediği gibi metinde kendini özgürleştirdiği noktayı gördüm ve şaşırdım. Yazılanlar bana hiç abartılı gelmedi. Kurgu, estetik kaygılar olarak gördüğüm şeyler olmadı. Bazen bir metni okuduğunuzda edebiyat konusunda kaygıları görür ve bir soğuma yaşarız ben hiç böyle duygular yaşamadım. Su gibi anlatıyordu.
Hayatın içindeki sert karşılaşmalarda bir insan farklı bir sonuç, farklı bir zihin yapısıyla çıkmış. Bu bana da önderlik ediyor. Metinde kendi hayatımda da gelmeye, varmaya çalıştığım ama tarif etmekte zorlandığım şeylerin tariflerini buldum. Alternatif ve çok değerli bir söylemi var. Sistemin bizi her zaman çıkarmak istediği kapıdan değil başka bir kapıdan çıkarıyor. Metin o yüzden çok değerli. Metindeki sadelikte acayip bir özgüven ve kendini bilme var.
Kemal Aydoğan: Ben bunu hiçbir zaman bilmiyordum. Bir müzikal olmayacağını biliyordum, bazı bölümlerin Kürtçe olacağını biliyordum. Çünkü çift dilli bir dünya vardı. Müzikler provalarda belirlendi.
Kemal Aydoğan: İlhan Sami’nin dünyayı kavrayışında intikamcılıktan uzak ama öfkeyle hesap soran tavrında ve barışçı bir evren kurma isteğinde orada Aleviliği gördüm. Ve İlhan Sami’nin dişil öğesi de bence çok güçlü. Bir de coğrafyada sadece erkekler sıkıntı çekmiyor, kadınlar da sıkıntı çekiyor. Bu yüzden iki kişi yaptık.
“GÜZEL AMA AĞIR BİR YÜK”
Gülseven Medar: Biz ilk etapta kendimizi Kemal Abi’ye emanet ettik. Kemal abi ve diğer arkadaşların da katkılarıyla dramaturjik süreçten sonra başka türlü aydınlanmış olarak çıktık. Metni de başka türlü okumaya başladık. Başka bir zihin fırtınasından sonra bir yerde cahil cesaretiyle girdiğimiz o noktanın acısını çekmeye başladık. 20. günden sonra Ali’yle birbirimizi dürtüklemeye ‘biz bunun hakkını nasıl vereceğiz’ demeye başladık. Kemal Abi’ye ‘istersen bizi değiştirebilirsin’ demeye başladık. Buradaki güzel bir yük ama ağır bir yük. Bunun doğru ifade edilmesi çok önemli. Hala onun kaygılarını yaşıyoruz.
Kemal Aydoğan: Her seferinde aynısı olmak üzere yola çıkıyoruz ama her seferinde aynısı olmuyor. Hiçbir zaman aynı oyunu oynamadılar. Diyelim ki yüz kere oynasalar bile her seferinde farklı olacak.
Gülseven Medar: Teknik olarak bizi biri ihya etti. Biri geçen gün “Sizin müzikle bağlantınız var değil mi? İyi seslendiriyorsunuz” dedi. Yani bizi oyuncu yapmış (Gülüyor).
Ali Tekbaş: Hatta biri bana ‘albüm yap’ dedi.
Gülseven Medar: Bizi hem oyuncular, hem ailesi izledi. Çevremizdeki değişik anlayıştaki insanları da davet ettik. Oyunla çok özel bir bağlantı kuruyorlar. Olabildiğince ağlatmayan bir oyun, ama en son İlhan Sami’yi dinleyince insanlar gözyaşlarını tutamıyor. Anlatılanlara inandıklarını görüyoruz. Metin bunu yapıyor, biz bunu aktarmayı başardığımızı gördüğümüz için mutlu oluyoruz. Bazen teknik hatalar yapıyoruz, fakat insanlar hiçbir şekilde bu tür eleştiriyle gelmedi. Oyunun bir parçası olarak da söz unutmaları da vardı.
Kemal Aydoğan: Fark ettiyseniz İlhan Sami’nin konuşmasında da ikilemeler var. Bir dil şiddetle öğretilmişse bu sonuca hepimiz katlanacağız. O yara izi bize ait, biz yaraladık. Biz bir hakikatle karşı karşıyayız. Bir coğrafya uzun yıllardır bir şiddetin tarihi ile ilişki halinde ve bu son bulsun istiyoruz.
Ali Tekbaş: Oyunu izledikten sonra kendi benzer hikâyeler yaşadığını anlatan insanlarla karşılaştık. Oyun her bittiğinde müthiş bir sessizlik oluyor. Bana “Oyun bittiğinde ben ne yapacağımı bilemedim, kendimi sokağa attım ve eve gittim. Birkaç gün etkisinden çıkamadım” diyen bir mesaj gelmişti.
“YAŞAMIMIZA AYDINLIK GELDİ”
Kemal Aydoğan: Çünkü İlhan Sami hayattan yana. Bizi kederlendirip, kudretimizi elimizden almak için değil yaşama kudretimizi artırmak için anlatıyor. “Gürül gürül bir hayat var ama elimizden alınmasına izin vermeyelim” diyor.
Gözaltı ve dil şiddeti olmasa yaşamak isteyeceğimiz bir mekân, bir ocak var gibi. Aslında bu ocağı söndürmeyelim diyor. Ocağın sönmesi, ocağı söndürenlerin de işine gelmeyecek. Egemenler gücü elinde bulunduruyorlar, onlar kendilerine yeni yuva kuracaklar diye bir gerçeklik yok. Dünya hepimizi alt edecek. O sel çamurun altında hepimiz kalacağız. Dolayısıyla yaşam sevincini yitirmeden devam etmek diye bir şey diyor.
Bizde de başta melankolik bir ifade vardı. Ama gittikçe İlhan Sami’nin doğaya dönük, çağıldayan sesini duymaya başladık ve peşini bırakmayalım dedik.
Kemal Aydoğan: İlhan Sami sanırım iki yıl sonra çıkacak. O zamana kadar oynayacağız. Sonrasında seyirci izlemek istiyorsa devam ederiz, izlemek istemiyorsa İlhan Sami seyreder sonra meyhaneye gider kutlar, oyunu bitiririz.
Kemal Aydoğan: Ben her hafta ona mektup yazdım. Prömiyer, sonraki hafta ve tüm süreç hakkında bilgilendirdim. Onun dışında ailesi ve vasisi İpek Özel bilgilendiriyor. Bir de beni doğum günümde arayıp, doğum günümü kutladı. “Yaşamıma çok güzel bir aydınlık kattınız” dedi. Onunla da bizim yaşamımıza aydınlık geldi.
Gülseven Medar: Enerjisi çok yüksek biri. Çok heyecanlandığını söylüyorlar. Telefonda da canlı diri bir konuşması vardı.
Kemal Aydoğan: Melankolik birini beklerken gürül gürül konuşan birini duyduk. ‘Sahibinde melankoli yok bize ne oluyor’ dedik ve oyundaki melankoliden kurtulduk.
* Hayat Seni Çok Seviyorum, 18 Kasım Cuma 20.30’da, 19 Kasım Cumartesi 16.00 ve 20.30 saatlerinde Moda Sahnesi’nde yeniden oynanacak.
İLHAN SAMİ ÇOMAK
8 Mart 1973 tarihinde Bingöl Karlıova’da doğdu. İlk ve orta öğrenimini Bingöl’de tamamladıktan sonra, İstanbul Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Coğrafya Bölümü’ne 1992 yılında kaydını yaptırdı. 1994 yılında gözaltına alındı ve tutuklandı. Müebbet hapse mahkum edildiği dosya delil yetersizliği nedeniyle üç kez bozuldu. Üç kez yeniden müebbet cezası verildi. Kesintisiz 28 yıldır cezaevinde olan Çomak Türkçe dışında anadili olan Kürtçe ile de şiirler yazıyor. Bugüne dek 10 kitabı yayımlandı. 2019 Sennur Sezer Emek-Direniş Şiir ve Öykü Ödülü’ne layık görüldü. 2022 yılında Metin Altıok Ödülü’nü aldı. 2022’de Norveç Kültür Bakanlığı ve Yazarlar Birliği İfade Özgürlüğü ve Halkevleri Özel Ödülü’nü de aldı. Yurtdışında çeşitli ödüller alan Çomak’ın şiirleri İngilizce, Norveççe, Rusça, Almanca ve Galce’ye çevrildi.