İlişkiler ve mesafeler...

Moda Sahnesi’ndeki “Seviyoruz ve Hiçbir Şey Bilmiyoruz” oyununda rol alan ünlü oyuncu Sermet Yeşil, ilişkilerindeki mesafeyi ölçmek isteyenleri oyuna davet ediyor

28 Ocak 2016 - 13:45
Gökçe UYGUN
Hem tiyatro hem de sinema ve dizi sektörünün aranılan oyuncularından Sermet Yeşil, bugünlerde pek meşgul. Zira bu sezon tam 4 oyunda birden oynuyor. Kadıköy-Eskişehir arasında mekik dokuyor. Yeşil ile, Ocak ayı başında prömiyer yapan ve sezon boyunca sahnelenmeye devam edecek olan ‘’Seviyoruz ve Hiçbir Şey bilmiyoruz’’ vesilesiyle Moda Sahnesi’nde görüştük; oyunlardan, oyunculuktan ve elbette ki Kadıköy’den konuştuk.
Oyunun adıyla başlamak isterim. İnsanlar birbirlerini tanımadan mı seviyorlar sizce?
Oyun Sebastian (ben),  Hannah (Berfu Öngören), Roman (İnan Ulaş Torun) ve Magdalena (Özlem Taş) adlı 4 karakteri birbirine yakınlaştırmaya çalışıyor. İki çift de birbirlerini sevdiklerini düşünüyorlar ama birbirleri hakkında fazla bir şey bilmediklerini anlıyorlar. Oyun bu hali, toplumsal bir duruma yatırıyor. Evet, genelde seviyoruz ama aslında  pek bir şey bilmiyoruz ilişkimiz hakkında…
Oyunu Alman yönetmen-yazar Moritz Rinke yazmış. Yabancı bir oyunu yerlileştirmek zor olmadı mı?
2010’da yazılmış modern bir metin. 5 yıldır da sahneleniyor. Prömiyerimize geldi yazar.   Tabi dili anlamasa da, oyuncuların beden dilinden çok beğendi yapılan sahnelemeyi. ‘Oyunu tekrar  yazıyormuş gibi hissettim kendimi’ dedi. Bu sözü bizim için çok önemli bir veriydi. Çünkü neticede  yabancı bir metin. Ne kadar iyi bir çeviri de olsa çeviride mutlaka bir şey kaybediyor. Ayrıca çok fazla teknik terim var. Bilişim çağına ait terimleri algılamak, ne demek istediğini  tam olarak anlamak, karakterlerin birbirleriyle ilişkileri filan.. Yani biraz zor oldu çeviriden kaynaklı. Kendi dilinde yazılmış bir metin olsa daha rahat algılayabilirsin, bu da senin çalışma zamanını daha verimli hale getirir. Çeviri olduğu için anlamakta bazen zorlandık.
Yani yabancı bir metni sahnelemek bir risk mi?
Hayır, sonuçta evrensel bir dil tiyatro. Bir oyun burada da oynanır, Amerika’da da. bir metin çok evrensel hale gelebiliyor tiyatro literatüründe. O yüzden tiyatro, edebiyat ve sanatla çok yakın  bir alanda duruyor. Hem edebi tarafı var, hem metinsel bir iş yapıyoruz hem de sanatsal bir tarafı var zira bir yaratım sürecinden geçiyoruz.
Alman ve Türk toplumları birbirine çok da yabancı değil. Onun da olumlu bir katkısı oldu mu  prova sürecine?
Evet,  Almanya, Türkiye’ye çok uzak bir toplum değil, iki ülke arasında köprüler var. Ayrıca yazarın eşi Türk, ondan da tüyolar aldık.
Bence oyun beyaz yakalılık, kadın-erkek ilişkileri, sistem eleştirisi konular etrafında ilerliyor. Sizin için bu oyunun teması nedir?
Modern hayatın içinde sıkışmış insanların, en yakınındakiyle bile iletişim kuramaması… Bir odanın içinde 4 kişinin birbirini anlayabilmesi o kadar zor bir hale geliyor ki… Bu anlamda oyun karakterleri çok iyi kurgulanmış. Mesela Roman karakterleri, uzayla ve uydularla çalışan bir mühendis.  Yani insanların birbirleriyle daha iyi iletişebilmesi için çalışıyor ama aslında en yakındakiyle iletişime geçemiyor.
Sizin canlandırdığınız Sebastian da buna isyan ediyor.
Sebastian, ‘kendince’ bir entelektüel birikime sahip ama harekete geçmeyip, oturduğu yerden ahkam kesen biri. Kendi ilişkisini bile anlayamazken, dünyadaki herkesi anlama çabasında. Dünyadaki herkesle, her şeyle ilgili bir fikri var ama kendiyle ilgili hiçbir fikir geliştiremiyor. Bence bu, körleşmiş bir insan modeli.
Bu açıdan bakınca günümüze dair karakterler hepsi, değil mi?
Evet, yaşayan karakterler. O nedenle seyirci kendinde buluyor. Ama şöyle bir durumda da var; yönetmenimiz Kemal Aydoğan, provalarda bize ‘Seyirci, bu 4 karakterin hiçbiriyle empati kurmamalı’ dedi.  Ama yine de seyirci Magdelana ve Sebastian’ı kendine daha yakın hissetti. Bu aslında oyunu olarak bizler için dezavantaj. Anlatmaya çalıştığımın dışında bir istekle geliyor çünkü seyirci. Çünkü evinden ya da işinden çıkıp salona giren seyirci kendi yaşadıklarıyla orada elbette. Belki borcunu nasıl ödeyeceğini, belki sevgisiyle sorunlarını düşünüyor. Ve karşısında bu 4 karakteri görünce de kendini birine yakın hissedebiliyor. Bu bir handikap. Biz oyunu öyle bir anlatmalıyız ki seyirci tüm oyunculara eşit ve uzak mesafe kurmalı. Olayı anlayıp, kendi hayatındaki karşılığını bulmalı.
Seyircinin de rolü var aslında…
Beyaz yakalı muhabbeti yapmış olacağım ama bu anlamada seyircinin de eğitilmesi gerek. ‘Şöyle böyle seyirci olmalısınız’ gibi değil elbette. Seyirci seçici değil. ‘Bu haftasonu bir oyuna gideyim’ cümlesi ile ‘Bu haftasonu politik yahut komik bir oyunu gideyim, çünkü buna ihtiyacım var’ cümlesi arasında fark var. Seyirci olarak böyle bir seçim yapmıyoruz. Tamam herkes bunu yapmak zorunda değil ama özellikle İstanbul’da bunu yapabilen bir kitle var.
Seyirci seçim yapmayı bilmeli diyorsunuz. Peki siz oyuncu olarak ne tür rolleri tercih ediyorsunuz?
Oyuncu olarak kendimi tarzlar arasında eşit dağıtmaya çalışıyorum. Nasıl ki bir cerrah ‘Ben sadece apandisit ameliyatı yaparım’ diyemezse, ben de oyuncu olarak ‘Sadece şu tarz rollerde oynarım’ diyemem. Dram, komedi vb. Oyunculuk bir bütün. Her tarza eşit mesafedeyim.
Bu sezon rol almakta olduğunuz 4 farklı oyunda bu anlayışınızın yansıması olsa gerek.
Evet, bu bana bir oyuncu olarak iyi geliyor. Bu sezon yaşadığımı hissediyorum. Her oyuncunun bunu yapması şart değil. Meslektaşlarım, şuan ki oyunculuk serüvenimin çok hırslı olduğunu düşünüyorlar. Ama bu hırs değil öğrenmek.
18 yıldır sahnelerdesiniz.  Yola çıkarken ‘asla’ ve ‘kesinlikle’leriniz var mıydı?
Evet bir hedefim vardı;  hiçbir sezonu seyirsiz geçirmemekti. Onu da yaptım bugüne dek. Hiçbir zaman evde oturup bir tiyatrodan rol beklemedim. Bir kuruma gireyim, çalışayım, kiramı ödeyeyim derdinde olmadım. O hep denk geldi. Çoğu arkadaşım Devlet Tiyatroları’na girdi. Doğu bölgelerde çalıştılar. Ama oraya hep Batı’ya dönmek üzere gittiler. Çünkü Türkiye’nin doğusunda bir sıkıntı var, yok değil. Orada görev yapmak asker için de doktor için de tiyatrocu için de zordur. Yani oraya hiç kimse oraya gidip kalmak, aşka tiyatro yapmak üzere gitmiyor.

KLİP ARASI DRAMA...
Dizi oyunculuğunuz biraz kenarda mı kaldı?
Hayır değil. Tiyatro çok yoğun. O yüzden televizyona vakit ayıramıyorum. Dizi çekmek başka bir şey. Orada senden oyunculuk beklemiyorlar, klip arasında drama… Tabi orada pasta büyük olduğu için aldığın ücret de o oranda oluyor. Öyle cazip bir yanı var.
Oyuncular asıl dizilerle tanınıyorlar. Değil mi?
Türkiye’de bir oyuncu olarak daha çok televizyon ile tanınıyorsun. Çünkü tv herkesin oturma odasına gidiyor. Yıllarca tiyatro yapıp da tanınmayan oyuncular ‘tutan’ bir dizi ile ünlü olabiliyorlar. Ailem de dizi yapmamı istiyor. Ben Eskişehirliyim. Oradaki oyunlarıma ailemi davet edince pek gelmiyorlar ama dizide görünce sosyal medyada paylaşıyorlar hemen. (gülüyor)
Peki yakın zamanda sizi televizyonda ya da sinemada görebilecek miyiz?
Mart ayında vizyona girecek 2 filme olacağım. Biri ‘Sol Şerit’ adlı bir komedi, diğeri de ‘Annemin Yarası’ adlı bir dram. Haziran ve Aralık’ta da iki filmde daha rol alacağım. Yazın tiyatro sezonu bittiğinde de yine tiyatro ile haşır neşir olacağım. Çünkü gelecek sene yeni bir oyunda rol almayı değil bu kez bir oyun sahneye koymayı yani yönetmeyi düşünüyorum.
Sosyal medyada görüşlerinizi açıklamaktan, tavrınız belli etmekten çekinmiyorsunuz. Şu klasik meseleyi sormak isterim; oyuncu muhalif mi olmalıdır?
Bunu anlamıyorum. Bir akademisyen kendine muhalif diyebilir. Ama ben bir oyuncu olarak mesleğimi insanlarla yapıyorum. İletişimim insanlarla, işimi yaparken siyasi bir söylemim olmuyor.  Dolayısıyla ben kendimi bir akademisyen ya da bir entellektüel gibi ‘muhalif’ kelimesiyle tarif edemem. Ben kendime muhalif diyemem ama dışarıdan bakan biri diyebilir, çünkü onun baktığı yerden öyle görünüyorumdur. Bir başkası da ‘yandaş’ yahut ‘terörist2 diyebilir. Kaldı ki gerekten muhaliflik zor ve büyük cesaret isteyen bir şey. Ben öyle bir yol seçmedim ki.

‘’KADIKÖY TİYATRO VAHASI'’
Kadıköy’e dair hissiyatınız nedir?
Kadıköy benim için çok özel. Bir ayağım Eskişehir’de diğeri burada. Çok sık gidip geliyorum. 90’lı yıllardan beri Kadıköy’ü bilirim. Buradaki değişimi de gözlemleme fırsatı buldum böylelikle.
Değişiminden hoşnut olmadığınız neler var?
Kadıköy ve Eskişehir benim için iki önemli yerdir. Bu ikisini birbirine bağlayan demiryolunu da çok önemsiyorum. En çok üzüldüğüm şey Haydarpaşa’nın kapanması… Eskişehir’e sık sık trenle gidip geliyorum. Bu yolculuğun 2 saat 20 dakikaya düştüğünü iddia ediyor yetkililer.  Buradan onlara sesleniyorum; siz benim zekamla dalga mı geçiyorsunuz?  Asla öyle değil. Kadıköy’den Pendik’e varmak 1 saat sürüyor zaten. Üstelik de eski trenle gibi değil, tabut gibi ruhsuz bir tren. Bu konu bana çok dokunuyor. Abartıyor olabilirim ama beni çok yaralıyor. Haydarpaşa’nın trenlere kapatılması tam bir katliam. Umarım bu hatanın bir yerinden dönülür.
Kadıköy’ün tiyatro ortamını nasıl buluyorsunuz?
Adeta bir vaha… Çok sayıda özel tiyatro açıldı. Bunda hem belediyenin hem de halkın desteklemesinin büyük payı var.  Kadıköylü çoğu tiyatrocu ile tanışırım. Burada iyi mesleki birliğimiz var. Sadece tiyatro değil sanatı her dalı için bu böyle.
Etiketler; Sermet Yeşil

ARŞİV