Özgün müzik deyince akla gelen ilk isimlerden biri İlkay Akkaya. 1988’den günümüze sadece konserleri, albümleriyle değil, eylem alanlarında, grevlerde, mitinglerde kısaca hak arama taleplerinin yükseldiği hemen her yerde sesiyle, sözüyle yer aldı. Cumartesi Annelerinin kızı, işçilerin kardeşi, yoldaşı, öğrencilerin her daim İlkay ablası oldu. Her daim tez canlı, her daim cana yakın ve elbette her daim gıpta ile izlenen.11 Mart Bostancı Gösteri Merkezi’nde gerçekleşecek konser öncesi onca yoğunluğun ortasında yakalayıp geçen yılları, müziği ve memleketi konuştuk.
İlkay Akkaya benim ve birçok kişi için her zaman güçlü, her zaman zarif, her zaman samimi ve her zaman güzel bir kadın. Siz kendinizi nasıl tanımlıyorsunuz?
Çok teşekkür ederim. Çok katmanlı sorunları olan bir toplumda yaşıyoruz. Bu sorunların barış içinde çözülmesi için mücadele eden herkesle birlikte çalışmaya gayret eden bir kişiyim.
Yaklaşık 35 yıldır Türkiye’nin resmi olmayan tarihinin müziğini yapıyorsunuz. O günden bu güne şarkılarınızı dinleyen bir insan olarak bazen ‘bir ülkede hiç mi bir şey değişmez’ diye düşünüyorum. Siz neler düşünüyorsunuz?
Evet ben de öyle tanımlıyorum. Türkiye’nin gayri- resmi vak‘anüvistiyiz.
Bir iş yapmaya çalışan insanların umudunu kıran, mutsuzluğa sürükleyen olaylar bizim ülkemizde çok daha fazla yaşanıyor. Çocukluğumda Sevgi Soysal’ın bir lafına çok inandım ve hep öyle davranmaya çalıştım. Soysal “Ağacın en güzel filizi en yoz yerinden yeşerir” demişti. Buna çok inanıyorum. Şu an toplumda çürüme var ama bu çürümenin güzel bir filiz verebilmesi için uğraşan insanların sayısı da gün geçtikçe çoğalıyor. Sadece seslerini duyurmakta güçlük çekiyorlar. Çünkü iletişim olanaklarının tümü muktedirlerin elinde. Ama biz birbirimizi bulabilme noktasında da gayretli insanlarız. Hiçbir şey değişmedi diye bir umutsuzluğa kapılsam bile aklıma bu sözler geliyor ve ayağa kalkabiliyorum.
“BİZ DE ARTIK DENEYİMLİYİZ”
Bu 35 yılın bir kısmı pek güllük gülistanlık da geçmedi. Albümleriniz ve konserleriniz yasaklandı, gözaltına alındınız. Bir sürü iktidarla aynı sorunları yaşadınız. Sizce müzikle iktidarların ne gibi ve niye bir derdi var?
Sanatçılar daha güzel bir dünya olabileceğine inanıyorlar. Oysa iktidara gelenler statükodan yana oluyorlar, öncelikleri kendi çıkarları oluyor. Bunu son dönem Türkiye toplumu çok net bir şekilde gördü. Önceki iktidarlarda da tv kanallarında ya da güzel salonların verilmesinde hep yasaklı olduk ama bir şekilde sesimizi duyurmayı da başardık. Biz de artık çok deneyimliyiz. Hangi koşulda nasıl davranması gerektiği noktasında belki toplumun en deneyimli insanlarıyız diyebilirim. Bizi görmek istemiyor, yok etmek istiyorlar. Medyada göstermeyerek yok sayma yoluyla bunu başarmaya çalışıyorlar ama biz üretimin içinde olduğumuz, hakları için direnen bütün mazlumların yanında olduğumuz için karşımızda çok durabildikleri söylenemez. Sadece bizi yoruyorlar bu yorgunluk da değiyor. Yola çıkarken nelerle karşılaşacağımızı biliyorduk o yüzden sürpriz olmadı. Keşke böyle olmasaydı fakat olsa da yine bildiğimizi okuyacağız.
Müzik piyasası da hayli değişti dönüştü. Albüm kapaklarından haftanın keşfine geldik. Dijitalleşme ile ilgili ne düşünüyorsunuz?
Dünya sürekli bir yere akıyor, insanların yanyana gelip doğru bir yere akması için uğraşması gerekiyor. Teknolojik olanaklar bu yönde gidiyorsa bunun karşısında durmanın pek mümkün olmadığını tarih de gösterdi. Buna uyumlanmak gerekiyor. Metaverse dünyası deniyor belki gelecekte konserler bile çok farklı şekillerde olacak belki tüm dünyada verilen konserler haline gelecek. Yani bizi bambaşka bir dünya bekliyor. Şimdi bunun sancılarını çekiyoruz
Çok şey üretildiği için arada kaybolan çok nitelikli üretimler var. Yine de üretim olarak bir yerde duruyor, kayıtlı olmaları çok önemli. Bir geçiş süresi içinde olduğumuzu düşünüyorum. Yeni üretim ilişkilerinin sancılarını yaşıyoruz. Nasıl bir hayatın bizi beklediğini yaşayıp göreceğiz.
35 yıllık müzik serüveni içinde sizin hayatınızda da pek çok şey değişmiş olmalı. Sizde neler değişti? Şimdi bunu yapmam dediğiniz şeyler var mı?
“Hiç pişmanlığım yok” diyen insanları anlayamadım. Benim pişmanlıklarım var. Mesela politik kimliğimi daha sonra açıklasaydım belki daha çok insanı etkileyebilirdim diye düşündüğüm oluyor. Bu politik kimliğimin dışında kendimi asla tarif edemem. Türcü, ırkçı değilim, faşist değilim. Enternasyonalist bir insanım. Bütün hayatımı solcu olmanın temel prensiplerine zeval getirmemek üzerine kurdum. Kırdığım kalplerden pişman olabilirim ama sonrasında onarmışımdır diye düşünüyorum.
“AİLENİN PARÇASI OLARAK GÖRÜLÜYORSUN”
Pek çok çocuğun adına da vesile oldunuz, bir tanesi de benim arkadaşın kızı Aze. Böyle tesadüfler karşılaşmalar oluyor mu? Neler hissettiriyor?
Ben de üç Aze ile tanıştım. Çok mutlu hissettiriyor. Bu güne kadar yürümüş olduğum yolun bundan sonrasını yine bu şekilde gidebilmek için hem duygusal hem düşünsel olarak onarıcı bir etki yaratıyor. Bu bir yoldaşlık duygusu ve bir ailenin parçası olarak görülüyorsun anlamına geliyor. Onları incitmemek, utandırmamak boynumun borcu diyorum.
Pek çok sanatçının politika ile daha içli dışlı hikâyesi de oldu. İçlerinde vekil olarak gördüğümüz isimler de oldu. Siz böyle bir şey düşünmediniz mi? Niye?
Çok teklif geldi ama hiç düşünmedim. Bulunduğum alanda daha etkili olduğumu düşünüyorum. Düşündüğümü, düşündüğüm anda söylemek gibi bir huyum var. Bu da şu an ülkemizde var olan politik örgütlenmeler için sorun teşkil eder diye düşünüyorum. Alanımda çok özgürüm. Bulunduğum yerde kendimi ifade edebiliyorum, bu nedenle gerekli bulmuyorum.
Bugüne kadar verdiğiniz konser sayısını kaba taslak hatırlıyor musunuz?
Hiç saymadım. Keşke saysaydım, herhalde binden fazladır. Sadece konser salonları değil Cumartesi eylemleri, mitingler, grevler, dayanışma etkinlikleri de var.
BÜYÜK İSTANBUL KONSERİ
11 Mart’ta Bostancı’da konser var. Bu konserin özelliği ne?
Pandemiden sonra İstanbul’daki ilk konser. Normal Normal orkestramız 6 kişilik ancak bu konserde farklı bir düzenleme yaptık, bir oda orkestrası olacak.
Deniz Tekin konuk olacak. Bir aksilik olmazsa Mehtap Meral de bir şarkı söyleyecek. Çok önemsediğim bir konser.
Binlerce konser dediniz heyecan devam mı hala yoksa zamanla sıradanlaşıyor mu?
Her seferi çok heyecanlı. Ya yanlış olursa, ya bir şey ters giderse kaygılarıyla çıkıyorum, ilk şarkıdan sonra geçiyor. En başından kendime bir söz verdim; heyecan duymadığım ilk konserde bırakacağım.
Sahneye çıkmadan önce yaptığınız bir hazırlık var mı?
Sessiz kalmaya, sesimi ısıtmaya çalışıyorum. Sahneye adımımı atarken her şeyin yolunda gitmesi için dua ediyorum. Arkadaşlarıma şans dileyin diyorum.
Pandemi sanatçılar için çok zordu. Sizin için nasıl geçti?
Pek çok arkadaşımın yaşadığı zorlukları yaşamadım. İzmir Seferihisar’da yaşıyorum. Otlarımız da bol. Onları pişirdik yedik.
0rada küçük bir lavanta bahçesi oluşturmuştuk. Bunun hasadını zorluk içinde olan arkadaşlarımızla dayanışma için kullandık.
Müzik yaptığınız yıllar boyunca dayanışma için pek çok konserde yer aldınız, söz söylediniz. Sizce müzik insanları neden bir araya gelemiyor, dayanışamıyor?
Ülkemizdeki müzik alanında oluşmuş olan meslek örgütleri aslında müzisyenlerin pek çoğunu kapsamıyor. Bence temel sorun gerçek anlamda sektörde emek veren bütün insanları kapsayan sendikanın olmayışı
Peki bir sendika neden kurulmuyor?
Müyorbir’in başkanı Burhan Şeşen ile birlikte bir grup oluşturduk. Ankara’da kurulan müzik sendikasını İstanbul’a taşınması ve genişletilmesi için bir çaba harcandı ama bu sektörde bu tür girişimler nedense sonuçsuz kalıyor.
Pek çok sanatçı sizinle birlikte şarkı söylemek istiyordur ve söylüyor ama sizin keşke birlikte şarkı söyleyebilseydim dediğiniz biri var mı?
Yetişebilseydim Mercedes Sosa ile birlikte söylemek isterdim. Ses aralıklarımız da benziyor. Onunla Gracias A La Vida söylesek çok güzel olurdu.
Uzun yıllar Kadıköy’de yaşadınız. Sonra gittiniz neden ve nereye?
Ben İstanbul’da doğdum ve hep orada yaşadım. Artık çok yorucu bir hale gelmişti. İnsanların birbirine davranışına tanık olmak insan sevgisini zedeleyebilecek bir hale gelmişti. Kendimi de düşünsel ve duygusal anlamda korumak istiyordum. Çok sayıda hayvanım da vardı buraya 16 kedi 2 köpekle geldik. Onlara daha rahat koşullar sağlamak istiyordum, tarım yapmayı istiyordum. Artık pazardan alışveriş yapmıyor, kendi yetiştirdiklerimizi yiyoruz. Doğanın içindeyiz ve doğanın içindeki dengeye daha yakından tanık oluyoruz. Doğa içinde üzücü dengeler de var herkes birbirini yiyor.
SMA’LI ÇOCUKLAR ÖLÜME TERK EDİLİYOR
Sizi dayanışma etkinliklerinde de çok sık görüyoruz. Son zamanlarda SMA’lı çocuklar için sürekli dayanışma içindesiniz. Sürekli yayınlar yapıyorsunuz.
O dünyalarda ne yaşandığını öğrendiğinizde gerçekten dışında kalamıyorsunuz. Çok büyük bir şeyle mücadele ediyorlar.
SMA’lı çocukların aileleri ne söylüyor, ne istiyor? Ve siz onların hangi taleplerinin karşılanmasını istiyorsunuz?
Yaklaşık iki yıl önce bir ilaç bulundu. Bütün deneysel çalışmaları tamamlandıktan sonra bebeklere uygulanmaya başlandı. İlaç sadece bir kez uygulanıyor, bir nevi gen transferi. Şu anda kampanya yapan aileler bu ilaca ulaşmaya çalışıyor. Başlangıçta 2 milyon Euro gibi rakamlardı, Dubai’de iki hastane açıldı fiyatlar biraz düştü. Biz çocukları bu tedaviye ulaştırmaya çalışıyoruz. Bir taraftan da bu ilacın ülkemizde uygulanması için Sağlık Bakanlığı’na talepte bulunuyoruz. Novartis’in verdiği teklife göre ilaç ülkemizde uygulanırsa 400 bin dolar gibi bir fiyat olacak. Yani bugün bir çocuk için topladığımız parayla üç çocuk tedavi olacak. Bu ilaç Almanya, Kanada, İngiltere, Macaristan gibi pek çok ülkede devletlerin sağlık sigortası kapsamında. Bizim ülkemizde de o kapsama alınsın istiyoruz. Bakanlığın “SGK kapsamında” dediği ilaç ise altı ayda bir uygulanan ve sadece belirtilerin yavaşlamasını sağlayan bir ilaç. Tüm çocuklara uygun değil, belli kriter testlerinden geçen çocuklar bu ilacı alabiliyor. Fahrettin Koca “kriterler kaldırıldı” dedi ama pratikte görüyoruz ki kalkmış değil.
Özetle SMA’lı çocuklar ve aileleri yalnız bırakılmış durumda
Yalnız bıraksalar yine dert, fakat yapılan açıklamalarla daha büyük bir dert haline getiriyorlar. İnsanlar bize “SGK kapsamındaymış niye para topluyorsunuz “ diyor. Bir de bu açıklamalar yüzünden dert anlatmaya çalışıyoruz. Mesela ülkemizde Bilim Kurulu diye bir kurul var. Şu ana kadar 94 çocuğumuz yürütülen kampanyalarda toplanan parayla tedavi edildi ve dönenler oldu. Bilim Kurulu’ndan hiç kimse arayıp nasıl bir sonuç elde ettiniz diye sormadı.
Nasıl sonuçlar elde edildi?
Başını tutamayan çocuklar başını tutmaya başladı, bisiklete binmeye başlayan çocuklar var. Sondayla beslenen çocuklardan yemek yemeye başladı. Yani çok olumlu gelişmeler var.