Lale Belkıs’ın, -Kadıköyü’nün münevver simalarının daimi ikametgahı- Moda burnundaki evinin kapısından ilk kez 2011 senesinde girmiştim. O zaman yalnız değildi, eşi Ateşböcekleri'nin Yalçın'ı (Yalçın Otağ) vardı.14 Şubat Sevgililer Günü evveliydi, özel bir planları olup olmadığını sorduğumda “Bize her gün Sevgililer Günü...” diye yanıtlamıştı çifte kumrular.
Bu hatıranın/söyleşinin üzerinden epey vakit geçti. Bazı şeyler değişti, bazıları daimiydi. Mesela Lale Belkıs eşini kaybetti; ama soyadı Otağ da, yaşama bağlılığı da baki kaldı. Ve üretmeye olan tutkusu. 15 yıla yakın bir vakit sonra, evine beni yeniden götüren de yine üretimleri oldu. Zira evinde yeni bir sergi açtı. Serginin mevcudiyetinden, Lale Hanım’ın sosyal medyadaki paylaşımıyla haberdar oldum. Ve tekrar çaldım kapısını. Bu kez, yalnız açtı. Pek sevgili eşi Yalçın Bey artık onunla değil, röportajımıza iştirak edemeyecek. Gerçi yalnız dediysem de, aslında değil. Yarım asırlık dostu Zeren Hanım yanıbaşında, her zamanki gibi. Onunla tanıştırıyor beni, “Biz artık dosttan da öteyiz” diyerek. Ve başlıyoruz söyleşiye.
SERGİDE KİMLER YOK Kİ!
İlkin şunu merak ediyorum; Türkiye’nin bir zamanki dönemine damgasını vurmuş, ünlü bir kadın olarak, sanal alemde evinin adresini açıkça yazmış. Endişe etmemiş mi? “Hayır” diyor kesin bir dille, “İsteyen gelsin dedim. Hiç kimseye ayrım yapmam, kim gelirse gelsin. Herkese açık kapım…”
Sergisinin açılış gününün nasıl geçtiğini soruyorum Lale Belkıs’a. “Beklentimin ötesinde bir ilgi gördü. Daha önce birçok sergi açtım burada, ancak en iyi geçen bu oldu” diye başlıyor ve heyecanla ayağa kalkıyor. Çeyrek asra yakındır yaşadığı bu ev-atölyesinin duvarlarındaki eserleri anlatmaya koyuluyor; “Bu sergide, hem kendi eserlerim hem de koleksiyonumdaki önemli parçalar var. Bakın mesela bu Van Gogh’un reprodüksiyon bir eseri. Paris’ten almıştım, hatta galerinin damgası hala üzerinde. Şurada Hikmet Onat ve Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun değerli işleri… Şuradaki ise eski başbakanlarımızdan merhum Bülent Ecevit’in annesi Nazlı Ecevit imzalı bir tablo…”
KADINLAR İÇİN RESMETTİ
Lale Hanım sergisindeki bütün eserleri tek tek açıklıyor. Birkaç tabloya ise özellikle vurgu yapıyor. Mesela koridordaki ‘kadına şiddet’ konulu eseri. “Kadınlar için özel anlam taşıyan bu eserimle onur ödülü aldım. Bu ödülü de tüm kadınlara ithaf ettim.” diye gururlanıyor anlatırken.
Detaylı sergi turumuz esnasında, gözü “İpek Çoraplar” adlı kitabına ilişiyor Lale Belkıs’ın. Özyaşam öyküsünü aktardığı bu kitabın yeni baskılarının yolda olduğu ve hatta sinemaya uyarlanacağı müjdesini veriyor sevinçle. “Sizi hangi oyuncu canlandıracak?” diye soruyorum. Tercihinin, Serenay Sarıkaya olduğunu öğreniyorum.
Sergi turumuzu bitirdikten sonra oturuyoruz nihayet. Karşımda, bu alemde geçirdiği 86 seneye inat edercesine ziyadesiyle zinde bir kadın görüyorum. Alelade bir gününün nasıl geçtiğini tahayyül etmeye çalışırken, merakımı gideriyor. Güne her zaman enerjik başlıyormuş. Evde yardımcısı varmış ama pek çok işini kendi görürmüş. Günlük ev akışı, yazılar, resimler, arkadaş ziyaretleri derken, taa yatağa girene dek bir dakika oturmazmış. Çünkü hayata sıkı sıkıya bağlı. “İpin ucunu bırakmamaya, her zaman mücadele etmeye ve üretmeye çalışıyorum. Sanata olan tutkum beni ayakta tutuyor. Ben bu enerjiyi hep Allah'tan ve insanlardan alıyorum. Hepimiz insanız ve hepimizin birbirine ihtiyacı var. Mesela şu an sizden de enerjinizi alıyorum ve dağıtıyorum diğer insanlara. Sizler de böyle yapın.” diyor.
Lale Belkıs, öylesine kendinden razı bir keyfiyette ki, ömr-ü hayatında pişmanlık denen o melun duyguyu hiç tatmadığını varsayıyorum, fikrimi teyit etme ihtiyacı duyduğumda ise “Hayatta pişmanlık diye bir şey olmadığını düşünüyorum. ‘Keşke’ kelimesi bir hatanın özrüdür. Hatalar insanı olgunlaştırır ve yaşamın bir parçasıdır.” yanıtını alıyorum.
ÖFKELİ VE UMUTLU
Hasbihal ilerliyor, pek çok mevzudan dem vuruyoruz. Görmüş geçirmiş, yaş almış bir Kadıköylü ile ne zaman söyleşsem, konu mutlaka Atatürk’e gelir. Lale Belkıs’la da öyle oluyor. Sergi özelinde başlayan, dakikalar ilerledikçe bir portre röportajına dönüşen söyleşimizdeki bu aksı bir şekilde fark eden Lale Hanım, Mustafa Kemal’e olan bağlılığını vurgulamak istiyor, dinliyorum; “Atatürk ilkelerine bağlı bir yaşam sürdüm. Vatan sevgisi benim için çok önemli. Paris'te yaşarken bile Türkiye'den uzak kalamayıp geri döndüm. Gençler artık çoğunlukla yurt dışına gidiyor. Ben de zamanında çok ünlüydüm, gidebilirdim. Yurtdışından teklifler aldım ama vatanımdan ayrılamadım. Annem ve babam rahmetli olduktan sonra bile ayrılamadım.”
Lale Belkıs ülkesinden ayrılmadığı gibi ülkesinin sorunlarından da ayrı düşmemiş. Gündemdeki Bolu faciasından bahis açılıyor. “Sorumsuz insanlar para kazanacağız diye Türkiye'yi mahvediyor. Bu tür şeyler hep oluyor. Ülkemizde ciddiyet yok, yetkisiz kişilere yetki veriliyor. Yaşamımıza, Türkiye'mize, topraklarımıza maalesef hor davranılıyor. Bazı şeyleri kabul edemiyorum. Ülkemizin içinde bulunduğu sorunlar beni derinden üzüyor. Doğal kaynakların hoyratça kullanılması ve değerlerin yeterince korunmaması acı veriyor. İnsanların sorumluluk bilinci eksik; toplumsal vicdanı geliştirmemiz gerek.” diyerek eleştirilerini sıralayıveriyor.
YAŞAMIN İPLERİ ELİNDE
Ama tüm olumsuzluklara rağmen –kendi deyimiyle- yaşamın iplerini bırakmıyor Lale Belkıs. Zira ona göre, o ipi bir kere bıraktığınız zaman tekrar yakalayamazsınız. Hayatın güzelliğini takdir etmenin lüzumunu vurguluyor ve istikbale olan umudunun altını çiziyor şu sözlerle; “Hayata her zaman umutla bakıyorum. Allah’a inancım tam ve yaşamdan aldığım güçle üretmeye devam ediyorum. Her zaman herkesin birbirine ihtiyacı olduğuna inanıyorum. İnsanlar arasındaki dostluk ve yardımlaşma, yaşamın en değerli unsurlarından biri.”
LALE BELKIS’TAN SONRA…
Sohbetimizde sona doğru geliyoruz. Lale Belkıs, -ölüm sözcüğünü telaffuz etmese bile- evrendeki sayılı günlerinin tükenişinden sonrasını düşünüyor ve bir dileğini paylaşıyor: “Bu evin, sanat evi olmasını arzu ediyorum. Benden sonra burada resimler çizilsin, kitaplar yazılsın, sanat devam etsin isterim.”