İstanbul'un geçmişine MEVSİMLERLE yolculuk…

Geçmişteki İstanbul’un dört mevsimde nasıl göründüğünü, merak ediyorsanız bu aralar Caddebostan Kültür Merkezi’ni ziyaret edin.

20 Eylül 2012 - 14:55
 
Semra ÇELEBİ
Fotoğraflar: Sinem TEZER
 
1 Temmuz Denizcilik Bayramı kutlamalarının Moda İskelesi’nde nasıl coşkuyla kutlandığını birçok kaynaktan ayrıntılarıyla okuyabiliriz. Yeniden düzenlenen Caddebostan Plajı’nın 40’lı yıllardaki halini de... Ya da 1930’lu yıllarda Beyoğlu’ndaki renkli yaşamı... Cumhuriyet’in kurucusu Atatürk’ün halka yönelik içten davranışlarını... Yani bir dönemin olağan ve olağan dışı tüm ayrıntılarını... Ama bir fotoğraf karesi, bazen bu bilgilerden daha çok şey verir bize. O döneme ait herhangi bir olay, bir bakışla aklımıza kazınır. Tıpkı Türkiye’nin Cumhuriyet dönemi fotoğrafçılarından Selahattin Giz’in objektifinden yansıyan kareler gibi…
12 Eylül’de Kadıköy Belediyesi Caddebostan Kültür Merkezi’nde açılan “Mevsimlerle İstanbul - Yapı Kredi Selahattin Giz Koleksiyonu’ndan İstanbul Fotoğrafları Sergisi” de İstanbul’un dört mevsimini fotoğraflarla anlatıyor. Selahattin Giz’in 1925 ile 1955 yılları arasında İstanbul’un farklı bölgelerinde, farklı mevsimlerde çektiği fotoğraflarda tanıdık sokaklar, bugün artık zor tanınan ünlü alanlar, yaşlı tramvaylar, uzaktan uzağa dış çizgileri görünen görkemli camiler, çoğu yok olmuş büyük yapılar… At arabaları, faytonlar, Boğaz’da çıkıntı yapmış eski ahşap yalılar... Kızkulesi, Körfez’deki dalyanlar, İstanbul Üniversitesi’nin ışıklar içindeki gece görünümü, sur dışındaki surlar; belleklerden bile çoktan silinmiş Taksim, karla kaplı meydanda kızlı-erkekli kızak kayanlar, kar altındaki caddeler, Dolmabahçe sırtlarının merdivensiz döneminde yokuş tırmananlar, araba azlığından büyümüş/genişlemiş görünen caddeler, karlar altındaki kayıklar, Beyazıt’ın eski havuzu, Haydarpaşa Garı, Küçüksu Kasrı gibi İstanbul’un dört bir yanından birbirinden güzel fotoğraflar var.
 
GİZ’İN İSTANBULU İSTANBUL’UN GİZİ
 Edebiyatçı- yazar Uğur Kökden, Yapı Kredi Yayınları tarafından basılan sergi katalogunun giriş yazısında şunları söylüyor “Mevsimlerle İstanbul” sergisine dair:
“Bir müzik duyuluyor, kimi kez sert vuruşlarla; birtakım iniş çıkışlarla. Uzakta, çok uzaklarda; bilinen bir ‘konçerto’nun sıcak ezgileri. Kendisiyle birlikte nice küçük, sisli, belirsiz çağrışımları da yanı sıra sürükleyerek... Sanki baharın uyanışı!
Selahattin Giz’in İstanbulu ya da İstanbul’un çoktan unutulmuş ‘giz’leri…
Kuşkusuz tanıdık sokaklar, bildik bir deniz, bugün artık zor tanınan ünlü alanlar, ıssız rayları ve vefalı yolcularıyla yaşlı tramvaylar, uzaktan uzağa dış çizgileri görünen görkemli camiler, çoğu yok olmuş büyük yapılar, sahil kahveleri... Kara dumanlı vapurlar, bir dönemin çatanaları, sonra kayıklar ve gene kayıklar... At arabaları, faytonlar, köprü üstünde yaya yoğunluğu ve karmaşası, güvercinler, martılar, bir vapur pervanesinin bıraktığı ak köpüğün sancak güvertesinden görünüşü, Boğaz’da çıkıntı yapmış eski ahşap yalılar ile onların zaman içinde biriktirdiği anılar...
 
GEÇMİŞ HİÇBİR ZAMAN ÖLMEZ
 Kızkulesi’ne tepeden, hüzünlü bir son bakış! Körfez’deki dalyanlar, tarihsel anlamda biribirine göz süzen iki hisar, İstanbul Üniversitesi’nin ışıklar içindeki gece görünümü, sur dışındaki surlar; belleklerden bile çoktan silinmiş Taksim, karla kaplı meydanda kızlı-erkekli kızak kayanlar, kar altındaki caddeler, Dolmabahçe sırtlarının merdivensiz döneminde yokuş tırmananlar, araba azlığından büyümüş/genişlemiş görünen caddeler, çekek yerinde karlar altındaki kayıklar, Beyazıt’ın eski havuzu, Haydarpaşa Garı, Küçüksu Kasrı, Büyükada’dan bir otel, uçurtma uçuran çocuklar, savaş öncesinin arabaları, yağmurun sele dönüştüğü caddeler, okul kasketi takmış liseli kızlar, kar altında tramvay bekleyenler ve Taksim’deki–üstüne 1943 tarihi iliştirilmiş–Maksem duvarı... Gerçekten, geçmiş hiçbir zaman ölmez. Dahası, geçmiş hiçbir zaman ‘geçmiş’ bile olmaz.
Zaten Borges’in bir öykü kahramanı da, “Geçmiş zaman bellekte sürer gider” demiyor mu?
Aslına bakılırsa geçmiş zamanı ‘şimdiki zaman’ yapan da bellek. Ama yalnız bellek mi, mevsimler de öyle...
Şimdi, uzaktan uzağa duyulan ezgi daha güçlendi. Daha belirginleşti. Vivaldi’nin Dört Mevsim’i çalıyor “eski plakta”. İlk bölüm, kır dansı havasında: Özgür, şen, vurdumduymaz, havalı... Mevsimler içinde insan kendisini, İstanbul’da–özellikle de Boğaz’da–her zaman aynı insan ve yine her zaman da bir başka kişi olarak duyumsar. Herhalde bu bir İstanbul büyüsü!”
 
YARIM ASIRLIK MARATON
 Türkiye’nin bir dönemini, yaklaşık 50 yılını fotoğraflarla ölümsüzleştiren Selahattin Giz, arşivinde bulunan binlerce fotoğrafla geçmişi günümüze taşıyor. Selahattin Giz Koleksiyonu’nu arşivine ekleyen Yapı Kredi Kültür Sanat’sa zaman zaman farklı başlıklar ve temalarla bu fotoğrafları bizlerle buluşturuyor. Kadıköy Belediyesi ile işbirliği içinde açılan “Mevsimlerle İstanbul” sergisini gezerken bu ölümsüz karelere imzasını atan Giz’i biraz daha yakından tanıyalım istedik…
Kendisi de fotoğrafçı olan Alberto Modiano, Giz’in yaşam öyküsünü şöyle dökmüş cümlelere:
1914 Selanik doğumlu Selahattin Giz’in fotoğrafa olan merakı, sünnet düğününde amcasının hediye ettiği fotoğraf makinesiyle başlar. Bu merak, Galatasaray Lisesi’nde okuduğu yıllarda artar. Giz, yatılı okurken aldığı 6x9 Zeiss marka makineyle deklanşöre heyecanla basmaya başlamıştır artık.
Spora meraklıdır; hele futbol maçları onun için bir tutkudur. Bir gün bir milli maçta çektiği fotoğraf gazetede yayımlanır ve Selahattin Giz, bir anda kendini Cumhuriyet gazetesinin fotoğrafhanesinde bulur. Lise yeni bitmiştir ve 30 lira aylıkla gazetede çalışmaya başlamıştır. Şimdi yarım asırlık bir maraton vardır önünde. Emekli olana dek... Ve bu yolun sonunda onu Gazeteciler Cemiyeti tarafından mesleğe 50 yıldan fazla emeği geçenlere verilen ‘Burhan Felek Hizmet Ödülü’ bekler. Göreve başladığı dönem, Cumhuriyet’in kurulduğu ve devrimlerin tamamlandığı bir evrenin sonunda, sağlıklı bir geleceğin temellerinin atıldığı kalkınma yıllarıdır. Bu yıllar, özellikle birçok malzemenin bulunmasında güçlük çekilen bir dönemdir aynı zamanda. Özellikle de fotoğrafçılıkta...
Gazeteci meslektaşlar arasında bir dayanışma vardır ve Selahattin Giz, kişiliği ve mesleğe saygısı ile bu dayanışma erlerinden biridir. Onun Cumhuriyet gazetesindeki fotoğrafhanesi, kısa sürede bir ‘Basın Karargâhı’ olur.
 
ATATÜRK KOLEKSİYONU
 Savaş yıllarının ardından 1948-1952 yılları arasında çekilen olay fotoğraflarını en kısa zamanda yerine ulaştırmak için Faik Şenol, Faruk Fenik, Müeddep Erkmen ile kurulan Basın Foto adlı ajansa katılan Giz, meslek hayatı boyunca hemen her konuda fotoğraf çeker. Öncelikle Atatürk hayranıdır. Bu yüzden zengin arşivinin büyük bir bölümü, Atatürk fotoğraflarından oluşuyor Selahattin Giz’in. Atatürk’ün “Yaşadıklarımız gelecek kuşaklara aktarılmalı” diyerek, bir ülkenin yeniden doğuşunun fotoğraflanması gerektiğini vurgulaması da, o dönemdeki fotoğrafçıları teşvik edici bir unsurdu. Selahattin Giz de, yabancı devlet adamlarının Atatürk’ü ziyaretinde, Atatürk’ün katıldığı Dil ve Tarih kurultayları ile Dolmabahçe toplantılarında, Ankara-İstanbul tren seyahatlerinde, Kariye Müzesi’nde, deniz banyoları ve dinlencelerinde, balolarda, hep objektifinin arkasında durur. Ancak, bu arşivin bence en önemli bölümü, Atatürk’ün vefatından sonra naaşının Dolmabahçe’den alınıp, gemi ile trene ve sonra Ankara Etnografya Müzesi’ne nakli sırasında çektiği fotoğraflardır.
 
GİZ’İN OBJEKTİFİNDEN İNSAN MANZARALARI
 Selahattin Giz’in fotoğraflarına bakarak, İstanbul yaşantısını ve kentin gelişimini de izlemek mümkün. Ulaşım araçlarından mimariye, tabiat güzelliklerinden sanayiye kadar fotoğrafladığı İstanbul, bizlere bir roman anlatır. Cumhuriyet’in 15. yıl kutlamalarında Taksim Meydanı, Karaköy Tüneli’ndeki inşaat, harıl harıl çalışan bir iplik fabrikası bu panoramadan sadece bir kesit...
Duygusal bir kişiliğe sahip olan Selahattin Giz, insanlara, toplumsal konulara da ilgi duyuyordu. Çeşitli insan portreleri, onların yaşamlarından kesitler Selahattin Giz’in çekmekten büyük heyecan duyduğu karelerdi... Ve yaşamın tüm doğallığını yansıtıyorlardı. Mahalle kahvesinde vakit geçiren adamlar, aş kuyruğunda bekleyen çocuklar, masasının başında çalışan kadınlar, piknikte eğlenenler, baloda dans ederek yaşamın tadını çıkaranlar, atölyede çalışan öğrenciler, müşterisiyle ilgilenen esnaf...
Kışın çetin şartlarında, yağmurlu ya da karlı havalarda fotoğraf çekmek, fotoğrafçının bir becerisidir. Özellikle Giz’in görev yaptığı yılların, malzemenin güç bulunduğu ve fotoğraf araçlarının günümüze göre çok geri olduğu bir dönem olduğu düşünüldüğünde, çektiği keyifli kış fotoğrafları için ona saygı duymak gerekir. Çalıştığı gazeteye gidip gelirken, yağmurlu ve karlı havalarda Galata Köprüsü’nün beyaz elbiseler içinde gelin gibi fotoğraflarını çekmiş; dönemin arabaları, fötr şapkalı, paltolu insanları, iskeleye yanaşmış vapurlar ve temizlikçileri ile İstanbul’un monografisini yazmıştır.
 
ARDINDA BÜYÜK BİR ARŞİV BIRAKTI
 Usta fotoğrafçının, yaşamın anlık ayrıntılarından öyküler anlatan fotoğrafları içinde spor da ayrı bir yer tutuyor. Selahattin Giz fotoğraflarında, onun gençlik yıllarında başlayan tutkusu futbol çokça yer alır. Ortaköy ve Taksim stadyumlarındaki futbol karşılaşmalarının yanı sıra voleybol, basketbol, güreş, jimnastik gibi birçok spor dalında gerçekleştirilen müsabakaları da görüntülemiş; en çok da el sıkışan futbolcuların centilmenliklerini, kupa törenlerini, heyecanla maç izleyen taraftarı fotoğraflamıştır. Fotoğraf makinesinin teknik sınırlarıyla anlık konuları yakalaması da onun ayrı bir becerisiydi.
Genç Cumhuriyet’in eğitim yolunda attığı temeller de, Selahattin Giz koleksiyonun bir başka önemli bölümü. Okul sıralarında siyah önlüklü öğrencilerle başlayan; akademilere, resim, heykel ve müzik atölyelerine uzanan eğitim heyecanını bu karelerde yakalamak mümkün. 1994 yılında yaşama veda eden Selahattin Giz, Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yıllarından ayrıntılar sunan büyük bir arşiv bıraktı ardında. Bize düşen görev, bu arşivin sıkça sergilenmesi, büyük bir dikkatle korunarak gelecek kuşaklara aktarılması...

ARŞİV