Sanatın her türünün kalbinin attığı bir ilçe olan Kadıköy, ressamların tuvallerinde yeniden yorumlanıyor. Biz de bugüne dek pek çok ressamı sayfalarımıza konuk ettik. Bu sanatçıların hatrı sayılır bir kısmı Kadıköylü idi. Bu kez de ‘sonradan Kadıköylü’ bir ismi ağırlıyoruz; Meltem Özçelik.
Aslında Ankara kökenli bir Mülkiyeli kendisi. 4 yıllık taze bir ressam ve 12 yıllık bir Kadıköylü aynı zamanda. Özçelik, “Karşının Taksisi” isimli ilk solo sergisini Kalamış’taki 8arti1galeri’de açtı. Koray Arman’ın küratörlüğünü üstlendiği sergi, 22 Aralık’a dek görülebilir
Kadıköy’de geçirdiği zamanların izlenimleriyle izleyiciyi karşılayan Meltem Özçelik’le söyleştik.
Sizi tanıyalım, okurlarımıza tanıtalım.
Öncelikle bana sayfalarınızda yer verdiğiniz için çok teşekkür ederim. Benim için en zor soru bu. 1970 Ankara doğumluyum. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü mezunuyum. Yüksek lisansımı Columbia Üniversitesi Uluslararası İlişkiler’de yaptım. Her Mülkiyeli gibi devlette çalışmak amacım oldu ve 1996’da Dış Ticaret Müsteşarlığı’nda uzman yardımcısı olarak memurluğa başladım. 2012’de ise geçici görevle İstanbul’a geldim. Resim öne geçince 2020’de istifa ettim. 2021’den itibaren çeşitli fuarlarda biraz da tecrübe edinmek için yer aldım. Başta, ressam, müzisyen, şair ve radyocu Ayça Şen’in öğretmenliğini üstlendiği “Yeteneksizler Atölyesi” olmak üzere çeşitli atölyelere katıldım. Koray Arman ve 8artıbir Galeri ile de bu atölye sayesinde tanıştım.
“Karşının Taksisi” başlığı merak uyandırıcı. Ama aynı zamanda Kadıköy’e yabancı olduğunuzu da çağrıştırıyor.
Çok güzel bir tespit. Ankaralıyım. Annem Bursalıydı ve küçükken hep Bursa’ya taşınma planımız vardı. Doğduğum büyüdüğüm şehir olmasına rağmen belki de bu planlar nedeniyle Ankara’yı çok benimseyemedim, hep geçicilik hissiyle yaşadım. Kişiliğimin de etkisi vardır bunda. Serüven yaşamayı seven biri değilim ama köklü bağlar da oluşturamıyorum. Adres tarif edemem, yol yön kolay kolay bulamam. Biraz şaşkın ve dalgın biriyim galiba. Navigasyon uygulamalarıyla bile kaybolurum. Bir adresi öğrendiysem kolay kolay o rotadan çıkamam. Bu sadece İstanbul için geçerli değil maalesef.
Resim yapma tekniğim de bu ismi çağırıyor galiba. Yağlıboya resimlerimde genel bir fikrim oluyor ama eskizle çalışmıyorum. Yani yola çıkıyorum ama çoğu zaman nereye varacağımı bilmiyorum. Nerede yaşarsam yaşayayım ben hep karşının taksisi olacağım.
Ayrıca tatlı bir tesadüfü de not düşmek isterim sergi ismiyle alakalı; “Üç Günlük Dünya” kolektifinin 2017’de Yeldeğirmeni’nde Nur Gürel, Aydın Büyüktaş ve Burçin Erdi atölyesinde; çok değerli Aydın Büyüktaş, Beyza Boynudelik, Burçin Erdi, Cihan Ferah, Demet Yalçınkaya, Ekin Su Koç, Gamze Zorlu, Görkem Dikel, Günay Demir, Horasan, İpek Yeğinsü, Kerem Ağralı, Nur Gürel, Seydi Murat Koç’un katılımıyla gerçekleşmiş olan “Karşının Taksisi” sergisini de saygıyla selamlıyorum.
“KADIKÖY EŞİTTİR İSTANBUL”
Ankara’dan taşınmak için İstanbul’da neden bilhassa Kadıköy’ü seçtiniz?
İstanbul’a geçici görevle geldim. Kadıköy’e yerleşmem bir tercihten çok kardeşim Kadıköy’de oturduğu için oldu. Bir iki gezi dışında İstanbul’u da çok bildiğim söylenemezdi ki hala öyle.
Ama şimdi yeni geliyor olsam ve tercih etme şansım olsa yine Kadıköy derdim. Hem çok güzel hem çok canlı hem çok genç hem çok yaşlı hem kalabalık hem sakin. Hem İstanbullu hem Anadolulu. Ve hala Kadıköy rıhtıma geldiğimde içimdeki Ankaralı denize, insanlara, canlılığa bakıp şaşırıyor. Bu şaşkınlık ve yabancılık hissi hiç geçmeyecek galiba. Artık ne Ankaralı ne İstanbulluyum ama kendimi en çok Kadıköy’e yakın hissediyorum. Benim dünyamda Kadıköy eşittir İstanbul. Bir de büyük İstanbul var. Büyüleyici ama korkutucu. Karşıya geçip tekrar Kadıköy’e döndüğümde vatanıma geri dönmüş gibi hissediyorum.
Ankara’dan Kadıköy’e geçiş sürecinizde yaşadığınız kültürel ve sanatsal farklılıklar yaratıcılığınızı nasıl etkiledi?
Ankara’da insanlar daha çekingen ama tanıdıkça daha samimidir. İnanır mısınız Ankara’nın kuşları bile daha çekingen. Burada balkonumda bir kargayla bayağı göz göze bakışıp oturuyorum. Ankara’da arkadaşınızın hangi semtte oturduğunun hiçbir önemi yoktur. Burada İstanbullu olmak yetmez, İstanbul’un neresinde yaşadığınız da önemli. Birbirinize uzaksanız uzak kalıyorsunuz.
Akademik bir eğitimim olmadığı için Ankara sanat çevresine uzaktım. Sanat dünyasıyla burada tanıştım diyebilirim. Çok kişi tanımasam da şanslıyım ki çoğunlukla iyi insanlarla karşılaştım. İstanbul beni resmet beni anlat diyen bir şehir. Ankara sisli, sessiz bir şiir. İstanbul ise dev bir heykel gibi. İstanbul büyüklüğü, güzellikleri ve zorluklarıyla insanı daha karmaşıklaştıran yalnızlaştıran, bir yandan da özgürleştiren, cesaret veren bir şehir. Bu durum resimlerimdeki kalabalıklar içindeki yalnızlık temasını daha da öne çıkardı.
Sergi tanıtımında “Kalabalıkların arasında bir flânör gibi gezen Meltem Özçelik” denmiş ya, Kadıköy’de gözlemlediğiniz ilginç anlardan birini bizimle paylaşabilir misiniz?
Çok düşündüm özellikle bir an ya da olay aklıma gelmiyor. Resimlerimdeki gibi çeşit çeşit enstantaneler canlanıyor gözümde. Kadıköy, sokaklarındaki canlılık ve samimiyet ile sizi sarmalıyor. New York gibi sanırım, uyumayan ve hep canlı bir yer Kadıköy. Her an her şeyle karşılaşabilirsiniz ve bu sizi kolay kolay şaşırtmaz.
Kadıköy’e dair gözlemleriniz tuvalinize nasıl yansıyor?
Kadıköy benim için İstanbul’a açılan bir kapı. İstanbul’un güzellikleriyle zorluklarının bir arada olduğu çok güzel bir filmin fragmanı gibi. Sanki hiçbir şey artık şaşırtmaz gibi geliyor. Belki de günümüzde tüm dünya böyle. Dolayısıyla bir kayıtsızlık hissi tuvalime hakim oluyor.
Kadıköy’ün insanlarını eserlerinizde somutlaştırıyorsunuz. Çalışmalarınızda onların hikâyelerini nasıl anlatıyorsunuz?
Resimlerimde, perspektifimde yansıtabiliyor muyum bilmiyorum ama insanları karşıdan değil de aralarında dolaşarak gözlemlemeye çalışıyorum. İnsanların arasında tam yere basmadan uçar gibi olmayı seviyorum. En arkadaki ile en öndeki figürün çok farkı yok benim için. Bazen arkalarda olan bir figürü bir çocuğun bebeğini sevmesi gibi benimseyebiliyorum. Her insan gibi, her Kadıköylü de ayrı bir dünya. Hepimiz kendi hayatımız içinde başroldeyiz. Resimlerim de sanki çok geniş kadrolu ve çok başrollü filmlerin bir kolajı gibi.
KADIKÖY MAVİSİ...
Burayı resmederken özellikle dikkat ettiğiniz bir detay, sembol veya renk var mı?
Kadıköy’deyken bile yaşadığım deniz özlemi... Twitter’da görmüştüm (kim yazdıysa bağışlasın ismini hatırlayamıyorum) biri “en deniz olmayan şehir Ankara’dır” yazmıştı. Çok gülmüştüm çünkü çok doğru. Bir Ankaralı olarak doğrudan maviye vuruluyorum. Tek renk seçmem gerekirse mavi. İki renk seçeceksem ise (Sayın Demirel’in iki kelimeyle “iyi değil” demesi gibi) martıları ve vapurlarıyla mavi beyaz olurdu. Ama Kadıköy o kadar renkli ki... Belki de o yüzden resim yaparken her renge kaptırıyorum kendimi.
Tarih boyunca Kadıköy'ü resmeden pek çok ünlü ressamdan ilham aldınız mı? Siz de artık onlardan biri sayılır mısınız?
Kadıköy resimleri yapmaktan çok insanları Kadıköy’de resmediyorum diyebilirim. Doğrusu bilinçli bir şekilde ilham aldığım bir ressam yok. Kendime ressam demekten bile çekiniyorum, o yüzden bu cevabı ilerideki üretimler ve değerlendirmeler verebilir diye düşünüyorum.
Sergiyi kimlerin gelip görmesini istersiniz? Mesela, özellikle Kadıköylüler mi yoksa sizin gibi ‘karşının taksisi’ olanlar mı?
Herkesi bekliyorum. Kadıköylü hatta Bakırköylü olabilirler. (gülümsüyor) İzleyenlerin de her zaman olmasa da benimle aynı duyguları paylaştıklarını görüyorum. Yedi göbek Kadıköylü biri bile ve hatta belki de benden çok karşının taksisi gibi hissedebiliyordur zaman zaman. Kalabalıklar içinde yalnızız ama hepimiz yalnızız. Dolayısıyla yalnızlar olarak çok kalabalığız. Bu duyguyu hissettirebilmeyi çok isterim.