Sosyal medyanın da etkisiyle görselliğin ön plana çıktığı bir dönemde, gün geçmiyor ki bu görsel dünyamıza yeni bir isim girmesin. Onlardan biri de Kadıköylü Ethem Onur Bilgiç. Pek çok yayın ve projede sık sık işleriyle karşımıza çıkan illüstratör, tasarımcı, animatör Bilgiç, 10 yıldır çizim yapıyor. Çalışmalarına Moda’da ev-atölyesinde devam eden Bilgiç’in işleri sosyal medyada oldukça popüler. Genç sanatçı, bugünlerde ikinci solo sergisi ‘’Tövbeler Tövbesi’’ni açtı.
Ethem Onur Bilgiç’le Kadıköylü alternatif dergi Bant.mag’in Kafide Sokak’taki sanat alanı Havuz’da buluştuk. Genç ismin hem işlerini hem de 20 Kasım’a dek açık kalacak olan sergisini konuştuk.
Çizimleriniz sosyal medyada oldukça popüler ama sizi tanımayanlara kısaca bilgi verir misiniz?
1986’da İnebolu’da doğdum, Konya Ereğli’de büyüdüm. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Grafik Tasarım Bölümü’nden mezun oldum.10 yıldır bu işteyim.
Resim dersi bile alamadığınız küçük bir ilçeden çıkıp da şuan İstanbul’un en gözde ilçelerinden birinde yaşıyor ve çalışıyor olmak nasıl hissettiriyor?
Anadolu Lisesi'nde sayısal bölümde okudum ki bu çok da bilinçli bir tercih değildi. Oradan ilerleyebileceğim bölümleri hiç istemiyordum. Zaten açıkçası ne yapacağımı, hangi mesleği istediğimi de bilmiyordum. Çocukluktan beri elim çizime yatkındı ama güzel sanatlar nedir diye hiçbir fikrim yoktu. Bir gün evimize gelen misafirimiz Ali Koç çizimlerimi gördü. Kendisi de ressamdı. Beni bu alana yönlendirdi. Ondan sonra bir amacım oldu ve çok çalışmaya başladım. Böyle başladı yani. Şans eseri bir fırsat çıktı karşıma ama ben de onun peşine çok düştüm, çok çalıştım. Çünkü istediğim şeyi bulduğuma inandım
Değil mi, bu eğitim sisteminde insanın kendi istediğini keşfetmesi çok zor
Hele ki küçük bir ilçede iseniz yeteneklerinizin (spor, müzik, resim vb) farkına varamıyorsunuz. Size meslek olarak biçilen belli kalıplar var, mühendis, doktor, öğretmen gibi… Çocukken de çok sevdiğim bir şeydi çizim yapmak ama şartlar gereği çocukken sevdiğin şeyi unutuyorsun çünkü sana böyle bir sistem dayatılıyor. Sonra yeniden ona kavuşunca bir hevesle çalışıyorsun, severek yapıyorsun.
‘’YAZABİLSEYDİM YAZARDIM’’
Biz gazeteciler karşımızdaki kişinin ruh halini deşmek için bazen anlamsız gibi görünen sorular sorabiliyoruz. Mesela bir yazara neden yazdığını sormak gibi. Size de şöyle sorayım; neden çiziyorsunuz?
Vallahi eğer yazabilseydim yazardım. (gülümsüyor). Etkili bir yazı biçimim yok maalesef. Duygularımı çizerek ifade edebiliyorum. Kendimi çizerek rahatlatıyorum, çizerek ifade edebiliyorum.
Hangi mecralara ne tür işler üretiyorsunuz?
Bazı ajans ve büyük şirketlere çalışıyorum. Ayrıca da serbest yaptığım işler var. Daha çok kültür sanat ağırlıklı. Albüm, kitap kapakları, sinema, tiyatro afiş tasarımı, dergiler için illüstrasyonları, kısa canlandırma film, festivaller için afişler gibi…
‘Kurumsala çalışmam, bağımsızım ben’ gibi bir tavrınız yok sanırım.
Bu şimdi diyebilecek durumda değilim. Ama ileride diyebilirim umarım. Gelecek hayallerimden biri bu, sadece kendi işlerimi üretmek.
‘Asla çizmem’ dediğiniz bir iş/konu var mı?
Birilerine saygısızlık olacak, onlar için kırıcı olabilecek bir konuda çizme.
GEZİ’Yİ RESMETMEK…
Yaratım sürecinizde ülkenin gündeminden de etkileniyor olmalısınız. Örneğin Gezi direnişini resmetmiştiniz.
Evet. Yani bu ülkede yaşıyoruz illaki yaşananlara karşı fikrimiz, sözümüz oluyor. Ben de bunu çizerek ifade edebiliyorum. İllüstratörler de o süreçte bazen kendi istedikleri için, bazen de dergiler için çizim yaptılar.
Gezi size görsel olarak iyi malzeme verdi mi?
Aslında duygusal olarak daha çok verdi… Görsel kısım daha şiddet doluydu ki ben o kadar şiddetli işler yapmıyorum. Ben daha ziyade hayalleri çiziyorum. Biz orada güzel hayaller kurduk, (hala da kurmaya çalışıyoruz) onları resmetmeye çalışmıştım o dönem.
İllüstratörlük gibi meslekler sanırım son yıllarda daha popüler oldu gibime geliyor. Belki de sosyal medyada görsellik çok ön planda olduğu içindir. Siz ne dersiniz?
Tabii ki sosyal medyanın çok etkisi var. İnsanlar daha kolay ulaşabiliyorlar. Dergi, kitap, gazete gibi mecralar da çoğaldı. Ki çoğu eskiden olduğu gibi stok görsel kullanmaktansa, özel çizim istiyorlar. Böylelikle işledikleri konuyu daha ilginç kılabiliyorlar, görsel olarak da daha zenginleşiyorlar. Zaten illüstrasyonun amacı da bu. Bir konuyu daha ilgi çekici, etkili hale getirmek. Dediğim gibi mecralardaki bu çoğalma mecralar sayesinde de daha çok illüstratörler ortaya çıkmaya başladı. Artık maddi kazanç da elde edebildikleri için işlerine devam edebiliyorlar. Eskiden de çok iyi çizerler vardı ama ya ajanslarda çalışıyorlardı ya da ve başka işler yapmak zorunda kalıyorlardı. Bugün piyasada oldukça fazla illüstratör var. Ben bundan memnunum çünkü bu tatlı rekabet herkesi besliyor.
Okur da artık görsellik mi istiyor dersiniz?
Eskiden illüsratörlerin işleri, şimdi kadar göze görünmüyordu. Çünkü ya işlerine çok küçük imzalar atıyorlardı ya da okur ‘bunu kim çizmiş?’ diye pek merak etmiyordu. Günümüzde insanlar da bunun farkına varmaya başladı. Çizim yapanda da okur da bireyselleşme başladı. Her illüsratör kendi tarzıyla çiziyor, okur da buna yönelik bir algıyla değerlendiriyor.
Evet, mesela eskiden bir film izlerken yönetmenin kim olduğunu pek bilmezdik. Şimdi ise yeri geliyor falanca yönetmenin filmi diye izliyoruz
Evet aynen öyle. Herkes bir şekilde kendini ifade edebilmeye başladı, yazı, müzik, resim ya da her ne ise yeteneği. Bu biraz geç oldu ama o bireyselleşme başladı. Artık kişiye özgü işler ortaya çıkıyor.
Sosyal medya bu bilinirliği arttırmakla beraber, ‘emek hırsızlığın’ da arttırdı. Sizin de başınıza geliyor mu?
Bir iş internete düştüğü zaman nedense herkeste ‘anonimmiş’ gibi bir algı oluyor. Ben bir işimin kullanılmasına karşı değilim tabii ki. Mesel biri almış profil fotoğrafı yapmış. Bu hoşuma gidiyor. Ama imzamın silinmesi, ya da üzerine filtre uygulayıp paylaşılması hoş değil. Bunun da ötesi eğer sen bunu bir bardağa basıp bundan bir ticari gelir elde edersen bu art niyettir. Bazen de bu konuda dert yanınca sosyal medyada, biri çıkıp ‘Fena mı işte, işini beğenmiş de kullanmış. Niye artistlik yapıyorsun?’ tarzında tepki verebiliyor. Olur mu öyle şey. O iş benim, ben çizdim. Ben sizin herhangi bir eşyanızı şuradan alıp çantama koyup götürebilir miiym? Aynı şey. Bu çok çirkin, saygısızca bir şey.
Benim de başıma sık sık geliyor. Çok sayıda dava açtım, hepsini de kazandım. Yasal süreç uzun sürüyor ama neyse ki bilirkişiler sayesinde o işin sana olduğunu ispat edebiliyorsun.
Sosyal medyanın yararı kadar zararı da oldu yani.
İyi yönden bakacak olursak, bence yararı daha çok oldu. İnsanlar işlerini artık daha kolay sunabiliyorlar. Sadece çizim alanında değil genç müzisyenler, sinemacılar için de böyle. Sosyal medyanın getirdiği o özgürlük, o yayılmacılık iyi bir durum bence.
Çizimlerinizi bilgisayarda mı eski usul kağıt kalemle mi yapıyorsunuz?
Dijitali yada boyaları kullanmak.. Bunların hepsi birer araç. Önemli olan üretim yapmak ve üretimin sonucu. Ben duruma göre her ikisini de kullanıyorum.
ŞİİRİ FİLM YAPTI
Nazım Hikmet’in şiiri "Salkım Söğüt” ü canlandırma kısa film yaptınız ki pek çok ödül de kazandınız.
Ortaokulda okumuştum. Nazım Hikmet'i. Sonra üniversitede tekrar okudum. Özellikle Salkım Söğüt’ okurken zihnimde hep belli görüntüler, belli imgeler canlanıyordu. Bir şiir görselleştirilebilir mi diye düşünmeye başladım. Böylelikle bu animasyonu hazırladım. Deneysel bir çalışma oldu. Şiiri birebir uyarlamadım, duygusunu aktarmaya gayret ettim. Dileyen internette bedelsiz izleyebilir.
4 yıl önce ilk serginiz Tatlı Kabuslar’ı açmıştınız. Şimdi ikinci kişisel serginiz Tövbeler Tövbesi. Buradaki çizimlerinizle izleyiciye ne anlatıyorsunuz?
İlk sergimde, çocukluktan beri gördüğüm ufak tefek rüyalardan yola çıkarak çizdiklerimi sergilemiştim. Şimdi de tövbeleri resimledim. Zaten hayatımda o an o günlerde ne varsa, neye ilgi duyuyorsam onu resmediyorum. Kadıköylü dergi Bant Mag’e uzun zamandır çiziyorum. 9 yıl önce kapılarını çalıp ‘Size çizebilir miyim?’ dediğim günden beri. Ekiple aramızda bir dostluk da oluştu. Sergi onların fikriydi.
Bence günahlar da tövbeler de aslında insanın kendine ettiği şeyler. Kendince mutlu olduğun, ya da aşırıya kaçıp abarttığın ya da kendini körelttiğin anlar… Tövbe kavramını dinsel bir açıdan değil kavramsal olarak ele aldım. İnsanın kendine yaptıkları, ettikleri, buldukları ve bunlara karşı verdiği tepkiler… Bunlara dair küçük hikayeler oluşturdum ve onları görselleştirdim bu sergi için.
‘’MAHALLEDEN PEK ÇIKMAM’’
Biraz da Kadıköy sorayım. Tam bir sanatçı muhitinde yaşıyor ve çalışıyorsunuz. Kadıköy’ün etkisi nasıl siz?
Kadıköy’ sonradan geldim ama çok seviyorum burayı. 2007’de üniversitenin ilk senesinde gelmiştim ama sonra okul karşı yakada olduğu için taşınmıştım. Şimdi de 5,5 yıldır Moda’dayım. Buradan memnunum, rahtım. Bütün arkadaş ve iş çevrem burada. Mahalleli olmak güzel, sokağa çıkıp insanlarla iletişime geçmek… zaten çok mecbur kalamdıkça mahalleden çıkan bir insan değilim. Evcimenim. Kadıköy'ün bir özelliği arka bahçesi olan apartmanları ya, ben de öyle bir evde yaşıyorum. Balkondan ağaçlara bakarak çizmek beni rahatlatıyor. Ayrıca Kadıköy’de sanat alanları da çok gelişti. Bundan da memnunum, beni besliyor.