Kadıköy geçmişten beri edebiyat tarihinin en kadim mekanlarından biri. Fenerbahçe’den Haydarpaşa’ya, Kızıltoprak’tan Erenköy’e, Moda’dan Fikirtepe’ye pek çok yazara hem ev sahipliği yaptı hem de ilham oldu
Bartın Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Bölüm Başkanı Doç.Dr. Haluk Öner de “Bir Dünya Cenneti Kadıköy ve Edebiyatımız” kitabıyla romanlarda, öykülerde ve anılardaki Kadıköy’ün peşine düşmüş. Ziya Osma Saba’dan Ahmet Hamdi Tanpınar’a, Nazım Hikmet’ten Ahmet Rasim’e edebiyatımızın unutulmaz kalemlerinin Kadıköy’ü anlatışlarına yer veren kitap hem Kadıköy tarihini hem de edebiyat tarihindeki Kadıköy’ü anlatıyor. Biz de yeni yazı dizimizle Öner’in kitabından küçük alıntılar yaparak edebiyat tarihindeki Kadıköy’ü anlatacağız.
Kadıköy’de Geçen Hikâyeler
Cahit Kayra’nın Kadıköy Rüzgârları,(1997) kitabında yer alan hikâyeler Cehti Bey’in İstanbul ve özellikle de Kadıköy’deki gözlemlerinden oluşmaktadır. Cehti Bey, bu hikâyelerde Kadıköy’ün insanlarını, esnaflarını, eski Kadıköylüleri ve eski Kadıköy’ü bir mahalle sakini olarak gözlemlemiştir. (…)
Kitabın ilk hikâyesi Kadınlar Parfüm Kokmalı’dır. (s.9) Bu hikâye kitapta Kadıköy’ün özellikle de Moda’nın belirleyici bir mekân olarak öne çıktığı en önemli hikâyedir. Hikâyenin kahramanı Şadi Bey, emekli bir büyükelçidir. Ailesi çok eskilerden Moda’ya yerleşmiştir. O da emekli olunca Moda’ya yerleşmiştir. Şadi Bey tuhaf prensiplerinin inatçı yaptığı biridir. Hikâyenin ismi de onun kadınların mutlaka güzel parfüm kokması gerektiği düşüncesinden gelmektedir. İlk kuralı, Moda’da yaşamaktır çünkü ona göre İstanbul’da yalnız Moda’da yaşanabilir. Moda’daki küçük meydanda çiçekli bahçeli, iki katlı, Kalamış Koyu manzaralı güzel bir köşkü vardır. Burada sonbahar rüzgârlarının ferahlığını ve mehtaplı geceleri çok sevmektedir.
Şadi Bey, Moda meydanındaki güzel evinde sık sık toplantılar yapar, mahalle komşularıyla sohbetler eder. Hikâyede özellikle mimarinin değişmesinden yola çıkılarak tüm Moda yaşamının olumsuz yönde nasıl değiştiği ele alınmıştır. Politikacıların “olağanüstü kalkınma” dedikleri bir dönem gelir ve o bahçeli evler müteahhitlere devredilir. Mahalleli genellikle memur emeklisi ya da yeni memurlardır. Bu insanların evlerinin yıkılmasıyla başlayan değişim rüzgârı pek çok güzelliği de yok etmeye başlamıştır:
“Girişimciler önce yavaş yavaş, sonra hızlanarak daha sonra azgın bir atılımla yıkıp yapma işini sürdürdüler ve iki katlı, bahçeli, bahçelerinde kameriyeler, narçiçekleri, mor salkımlar ve sedir ağaçları olan köşkler yıkıldı; yerlerine altışar yedişer katlı apartmanlar dikildi. Apartmanlara kaloriferler konuldu. Kamyonlar kömür taşıdı birbiri ardına. Bacalardan kalın, kalın dumanlar tütmeye başladı.”(s.13)
Modalıların hayatını değiştiren tüm bu gelişmelerden başlangıçta kimse şikâyetçi olmaz. Apartmanlar yapıldıkça eski köşk sahipleri kira almaya başlayarak burjuvalaşmaya başlar. Ev içi dekorasyonu da bu zenginleşmeyle birlikte değişir. (…)
Bütün bu değişime direnen tek kişi Şadi Bey’dir. Çiçekli bahçesinde, sarmaşıklı evinde yaşamayı sürdürür. Şadi Bey’in evi Moda Meydanı’ndaki tek yeşil alan olarak kaldığından mahallelinin park ihtiyacını da karşılamaktadır.
Apartman yapılmayan tek arsa Şadi Bey’e aittir. Nihayet bir gün Şadi Bey tekliflere dayanamaz, çünkü arsasının değeri çok artmıştır. Altı katlı apartmanın üstten üç katını Şadi Bey’e verirler. Şadi Bey “rantla mücadele edilmiyor… Kırk yıl yabancı ülkelerde, en yüksek maaşla ve dövizle para aldım… Böyle parayı ömrümde görmedim.” (s.15) Diyerek Moda’nın “kentleşme” diye adlandırılan değişim sürecindeki kazancın cazipliğini dile getirir. (…)
Eski Sevdalar (s.19) hikâyesinde Modalı iki gencin bitmeyen aşkı işlenmiştir. Hikâyenin asıl vurgusu, mekândan çok tuhaf özellikli karakterleridir. Hikâye kahramanı Suzan, Moda’daki Servanis Fotoğrafhanesinde çalışmaktadır. Yorgi Paçuras, Suzan’ı istemiş ancak Suzan’ı Dimitri isimli bir başka Modalı ile evlendirmişlerdir. Suzan ve Yorgi aşkı, uzaktan uzağa ölümlerine kadar devam etmiştir. Moda dar, dolambaçlı ve parke döşemeli sokaklarıyla benzer aşklara mekân olmuştur.
(…)
Burada Merhum Ömer Seyfettin Yatıyor (s.84) hikâyesinde eski Kadıköy üstüne kitaplar okuyup onların etkisinde kalan ve Kadıköy’le ilgili düşler gören bir hikâye kişisi ele alınmıştır. Hikâye kişisi; Haluk Şahsuvaroğlu’nun, Sermet Muhtar Alus’un, Müfit Bey’in, Adnan Giz’in Kadıköy üzerine yazdığı kitapları okur ve onların anlattıkları yerlerde düşsel gezintilere çıkar. Kendini o günün kıyafetleriyle Kalamış İskelesi’nde görür. İçi manralı vişneçürüğü renginde bir fes takmış, kumrugöğsü rengi bir gömlek giymiştir. Beyaz yakalığı ve leylek rengi kravatı vardır. Kıyafeti tepeden tırnağa eski İstanbul beyefendilerine özgüdür. Karşılaştığı biriyle Fikirtepe isminin nereden geldiği üzerine konuşur. Etrafta köşklerin bahçesini düzenleyenlerle konuşur ve sahiplerinin isimlerini öğrenir. Şimdiki Fenerbahçe Stadyumunun olduğu yerde İngilizlerin kriket oynadığını görür. Papazın Bahçesi adı verilen bu yerdeki Union Kulübünün bir gece yandığını hatırlar. Daha sonra Kadıköy’deki Telli Baba, Mahmut Baba Türbesi gibi yerlerin yanından geçer. Küçük mezarlıkta şu anda orada olmayan Ömer Seyfettin’in mezarını görür. Ömer Seyfettin Kadıköy’ün sembol isimlerindendir. Anlatıcı kişi Kapalı Tiyatro, Siroşkin Sineması, Çukur Bostan Sineması gibi Kadıköy’ün önemli yapılarını hatırlar. Yoğurtçu Parkı’ndan geçerken Süreyya Sinemasını ve bu parkı yaptıran Süreyya Paşa’yı düşünür. Yolculuğunda Celile Hanım’ın ve Nazım Hikmet’in köşkünün önünden geçer. Tüm bu insanlar, çağrışım yoluyla genel özellikleriyle anılırlar.