Kadıköy’den Geçen Hikâyeler
Buket Uzuner’in (1955- ) dört hikâyeden oluşan Şairler Şehri kitabının Ninenin Ninnisi adlı hikâyesinde yaşı ilerlemiş Albert ile Nevbahar’ın Hanım’ın ilişkisi anlatılmaktadır. Lise yıllarında iki genç âşık iken Nevbahar Hanım zorla bir diş hekimi ile evlendirilir. Bir kızı olur, kocasını kaybettikten sonra da kızının yanına Hollanda’ya yerleşir. Albert de İsviçre’ye giderek orada 28 yıl yaşar, bir aile kurar. 28 yıl sonra Moda’daki evine döner, en çok Nevbahar Hanım’ın belirdiği hatıralarıyla yaşamaya başlar. Yıllar sonra Nevbahar Hanım’ın geri döndüğünü öğrenince hiç unutamadığı aşkı alevlenir. Onunla iletişim kurmaya çalışsa da başarılı olamaz. Bu duruma çok üzüldüğü için bir akşam Nevbahar Hanım’ın evine gider ve onunla yüzleşmek ister ancak Nevbahar Hanım’ın ve onu Albert’ten saklamaya çalışan Necile Hanım’ın soğuk tavırları Albert’i hayal kırıklığına uğratır. Sabah, Nevbahar Hanım’ın kendini astığı haberini alınca yıkılır.
(…)
Hikâyede Moda, karakterlerin psikolojisini tamamlayan manzarasıyla da geçmektedir. Nevbahar Hanım’ın geri döndüğünü Chopin dinlerken öğrenen Albert, Moda manzarasını fark eder. Pencereden görünen Moda görüntüsü, aldığı güzel haber ve dinlendirici müziği tamamlayan bir manzaradır:
“Başını hafifçe doğrultunca, biraz önce keyif çattığı koltuğun önündeki pencereden aşağıya uzanan Moda’nın sonbahar rengindeki denizini seçti. Ayağa kalktı. Artık anlamsız bir düdük sesiyle inleyen telefonu kapattı.” (s.64–65)
Kadıköy’e Uğrayan Hikâyeler
Kadıköy, bazı hikâyelerde yalnızca bir güzergâh yahut uğrak yeri olarak geçer. Kadıköy’ün bir motif olarak ele alındığı bu hikâyelerde, ayrıntılı tasvirlerine rastlanmaz. Yaşanılan hayatın silik bir mekânıdır, hatırlama ya da nostalji için kullanılan bir sembol mekân olarak da belirmez.
Tanzimat Dönemi hikâyelerinde Kadıköy’ün bir motif mekân olarak ele alınışına rastlamak mümkün değildir. Servet-i Fünun Dönemi’nde ise Kadıköy’e dair izlere Rahim Tarım’ın dönemin önemli nesir yazarlarından biri olan Mehmed Rauf ’un hikâyeleri üzerine yaptığı çalışmada verdiği bilgilere göre, yazarın iki hikâyesinde rastlanır: “Mehmed Rauf ’un Şüphe ve Eyüp Yolunda adlı hikâyelerinde Kadıköy zikredilmekte, Uzaktan’da ise ilk defa ada vapurunda birbirini gören çift, tanıştıktan sonra Anadolu yakasında bir köşke yerleşirler. Ada vapuru, Kadıköy’e bağlı, önemli bir mekândır.”
Milli Edebiyat ve Cumhuriyet Dönemi’ne gelindiğinde Kadıköy, hikâyelerde çekirdek ve çerçeve olayların mekânı olarak belirir. Yanı sıra bir motif olarak ele alındığını da görürüz. Kadıköy’ü bir motif olarak ele alan ilk yazarlardan biri Kenan Hulusi Koray’dır.
Kenan Hulusi Koray’ın (1906-1943) Zorla Hastalık hikâyesinin başında hikâyeci Ömer Seyfettin'in hayatına dair hakiki bir vaka” epigrafı yer alır. Hikâyeden çok bir anekdotu aktaran üslupla yazılmıştır. Yazara göre hikâyeleri ile yaşayışı arasında sıkı ilişkiler bulunan, hikâyeden romana geçmeyi düşündüğü otuzlu yaşlarında hayatını kaybeden Ömer Seyfettin, hastalıktan çok korkar. Bu korkusunu bilen arkadaşı Hakkı Süha, ona bir şaka tertip eder. Ömer Seyfettin, Kabataş-Kadıköy vapurundan indikten sonra Mühürdar’a giderken belirli aralıklarla ona rastlayan dört arkadaşı Ömer Seyfettin'e renginin sarardığını söyler, hasta olup olmadığını sorar. Sorulara, ”demir gibiyim” diye cevap veren Ömer Seyfettin evhamlanır. Mühürdar’da gazinonun önüne gelen Ömer Seyfettin, artık kendini hasta hissetmektedir. Midesinin ve başının ağrıdığını söyler ve gazinodaki herkesi başına toplar. Evine gider, Ali Canip yanına gelip bunun bir şaka olduğunu söylese de Ömer Seyfettin, başından ve midesinden şikâyet etmeye devam eder.
Hikâyede ana mekân Kadıköy İskelesi ve Mühürdar’dır.
(…)
Ahmet Hamdi Tanpınar’ın 1955 yılında ilk baskısı yapılan Yaz Yağmuru adlı kitabına alınan Acıbadem’deki Köşk hikâyesi anlatıcı kahramanın annesinin dayısı olan Sani Bey’in ‘mesut olmak çaresini bilen’ hayat tarzını, ilginç buluşlarını ve buluşlardan çok metodolojiye verdiği önemi ironik bir dille anlatır.
(…)
İstanbul hikâyecisi olarak bilinen Sait Faik Abasıyanık’ın (1906–1954) hikâyesinde İstanbul’dan bir süreliğine ayrılan anlatıcı yazar, arkadaşı Ahmet’e (köpekli adama) kart atar. Bir süre sonra ondan bir mektup alır. Köpekli adam; mektubunda buhran içinde olduğunu, kendini İstanbul sokaklarına bıraktığını, aylakça gezdiğini anlatır. Sinemaya, halk lokantasına gider, amaçsızca dolaşır ve kendini Kadıköy İskelesi’nde bir ‘kanepe’ye atar. Oturduğu kanepede insanları seyreder.
(…)
Sait Faik’in eserlerinde Kadıköy ve semtleri birinci derecede önemli ve kurgusal yapıyı etkileyecek biçimde ele alınmaz. Öyle Bir Hikâye adlı hikâyede anlatıcı yazarın arkadaşı Panco, Çilek Sokak’ta oturmaktadır.