Kadıköylü karikatürist-yazar İzel Rozental’ı daha önce sayfalarımıza pek çok kez konuk ettik zira kendisi üretken biri. Şimdi de yeni kitabı “Ergenlik Sivilceleri” ile karşımızda. Kırmızı Kedi Yayınevi’nden çıkan, 184 sayfalık 181 anlatıdan oluşan kitap, 1950-80 kuşağının ergenlik hikayelerini içeriyor. Dönemin kozmopolit İstanbul’unda yakın arkadaşı Jojo ile birlikte Mişu’nun, ilk erkeklik tecrübelerinden futbola, mahalle savaşlarından yaz aşklarına uzanan, içinde büyüdükleri çevreyi ve dünyayı keşfetme serüvenlerinin öyküsü var satırlarda. İlk gençlikten günün birinde 65 yaş üstü oldukları için “sokağa bile çıkamadıkları” günlere uzanan hikâyelerde Rozental, çocukluğun ve maceracı ruh halinin ne zaman ve nasıl sona erdiğinin cevabını arıyor.
Bu vesileyle yine bir söyleşi yaptık İzel beyle.
8 tane kitabınız var. Çizmenin nesi yetmiyordu da bir de yazıyorsunuz? :) Şaka bir yana bir karitatürist olarak sözcüklerle ilişkiniz nasıl? Neden yazdınız bu kitabı?
Ne yani, çizmeyi aşma mı demeye getiriyorsun?! :) Aslında sözcükler de çizgiler de iç dünyamda hep içiçedir. Onları birbirlerinden ayıramam. Oldum olası yazarım da çizerim de... Rahmetli Ferit Öngören kitaplarımda ‘karikatürist’ sıfatını her gördüğünde bana söylenir, “Sen mizahçısın, karikatürcü değil!” diye azarlardı. Kitabı neden yazdığıma gelince, mizahçı dürtüsü işte, kendime engel olamadım! Ha bir de 65 yaş üstü olarak pandemi döneminde eve kapanmanın az biraz etkisi olmuştur muhakkak…
Okuyunca anlaşılıyor ama ergenlik sivilceleri adının neye işaret ettiğini tekrar sormak isterim. Sivilce metaforu hayatın tekrarlayan zorluklarını anımsattı bana.
Aslında sivilceyi bir metafor olarak düşünmedim. Ergenlik dönemi yeterince zorlu bir süreçtir. Geçiren bilir! Sivilce ancak o zorlu dönemin simgesi olabilir. Ergenlik döneminde gelecek için arzu vardır, heyecan vardır… Yüreği umut doludur ergenin. Bir an önce o sıkıntılı sürecin sona ermesini arzular. Sonra günlerden bir gün döner bakar ki hayatın asıl zorluklarıyla baş başa kalmış, yetişkin bir sorumlu olmuştur artık. İşte bu durumda zihin kimi zaman geçmişe dönüş yapmak ister. Fakat esas önemli olan ilerleyen yaşlarda hatırlamak istediklerinin unutmak istediklerinden daha fazla olması değil mi? İşte bir klasik: İçindeki çocuğu canlı tutmayı başarmak…
TABU NEDİR Kİ?
Bu da biraz klasik soru olacak ama kitapta kendinizden ne kadar iz var?
Bütün öykülerim kendimden izler taşır. Fakat çoğu yazar için öyle değil midir? Bilim kurgu romanlarında bile yazarın kendisinden izler bulunur. Jules Verne, H.G. Wells… zaman ötesi öykülerinde, geleceğin fantastik makinaları dünyasında kendi öz yaşamlarından izlere rastlamak her an mümkün. Ergenlik Sivilceleri, kendi ergenlik dönemimden, deneyimlerimden, anılarımdan pek çok iz taşıyor. Ama arada kurgu da var. Zaten kitabın arka kapağındaki tanıtım yazısında ‘birbirini takip eden öyküler, birçok yönüyle anı-anlatı türünde seyrediyor’ cümlesi bunu açıklıyor.
Ergenlerin cinsellikle tanışmaları pek de konuşulmayan bir tabu. Bunu kaleme dökmeye nasıl karar verdiniz?
Önce tabuyu konuşalım. Herkesin bildiği, deneyimlediği, yaşadığı durumların konuşulması, çizilmesi, yazılması tabu olabilir mi? Kitapta ‘resmini çizdiğim’ karakterlerin samimi ve gerçekçi bulunması için iç dünyalarını hiçbir şey gizlemeden okurla paylaşmam gerekiyordu. Mario Levi’nin yazar olmak isteyenlere bir nasihatı kulaklarımdan silinmez. Şöyle demişti bir konferansında: “Yazar mı olmak istiyorsunuz? Öncelikle toplumun önüne çırılçıplak çıkmayı göze almalısınız.”
Neden erkeklerin cinsellikle tanışmalarının erkekler tarafından pek konuşulmadığına gelince, haklısın, sinemayı hariç tutarsak diğer sanat dallarında örnekleri az ve galiba kadınlar bu konuda erkeklerden fersah fersah ileride! Sana bir örnek vereyim: Kitabımın adını Buket Uzuner’e ilk söylediğimde şen bir kahkaha attı: “Kitap bir mastürbasyon sahnesiyle başlıyordur” dedi. Nutkum tutuldu, ne diyeceğimi bilemedim! Dosyayı ne görmüş ne de okumuştu. Fakat ‘Sivilceleri’ okuduktan sonra tiplemelerim Mişu ile Jojo’yu, ünlü kadın yazar Elena Ferrante’nin kız karakterleri Lila ve Lenu ile kıyaslayıp, “benzeri bir içtenlikle yazılmış ama burada oğlanları anlatıyor” diye yazınca ne demek istediğini anladım. Erkekler bazı konularda kadınlar kadar cesur olamıyor. Peki, sence ben cesur muyum? Cevap veriyorum: Hayır, ben mizahçıyım.
BİSİKLET EHLİYETİ!
Eski Kadıköy sinmiş kitaba. özellikle Caddebostan temelli, Bostancı-Göztepe güzergahı… Buraların özellikleri nelerdi ki?
Çocukluğum ve ilkgençliğim hep oralarda geçti. Moda Sevgilim “Yeniden” kitabımın başlarında o günleri ayrıntılı olarak anlatıyorum. Caddebostan’da, Nuri Demirağa Çıkmazı’nın köşesindeki mini golf sahasından bozma boş arsada hemen her gün top oynardık. Bir de şimdiki Budak Sineması’nın yerindeki sahada da… Bağdat Caddesi’nde tramvay çalışırdı, biz de ardından bisikletlerimizle asılırdık. Hatta polis bisikletlerimizi bağlamasın diye, iki kafadar Karaköy’de sınava girip bisiklet ehliyeti bile almıştık. O zaman 13 yaşındaydım, ehliyetim hâlâ pırıl pırıl durur. İlk aşk tecrübelerimizi, heyecanlarımızı, hüsranlarımızı, romantizmi hep o güzergâhta yaşadık. Suadiye’deki Kulüp Reşat’ta, Erenköy’de Club 33’te biz sübyanlar için özel matineler düzenlenirdi. Her gece, üstü açık ve çamlıkların içindeki Caddebostan Gazinosu’nda sahne alan Metin Ersoy’un kalipsolarını sahildeki kayalıkların üzerinden dinlerdik… Yazlık Budak Sineması’ndaki Erkut Taçkın, Durul Gence, Cem Karaca, Erkin Koray gibi pek çok konsere kaçak girme girişimlerimiz… İnsanın zihnine bir şekilde bunlar kazınıyor. İlk giren son çıkar misali…
İçeriğin, sizin kuşağınızdaki okura tanıdık geleceğini düşünüyorum. Kimler için yazdınız aslında?
Kendim için yazıyorum. Geleceğe not düşmek gibi ulvi bir amacım yok. Yazmaktan keyif aldığım için yazıyorum. Böyle olunca da bildiklerimi, gördüklerimi, deneyimlediklerimi kaleme alıyorum. Hedeflediğim belirli bir kitle hiç yok. Fakat bu kitapta şöyle bir şey oldu: Ergenlik Sivilceleri’ni okuyan bazı tanıdıklarım -hatta aralarında tanış olmadıklarım bile var- kendi çocukluklarını dile getirdiğimi söylediler. Üstelik bazılarının çocukluğu farklı kent ve kasabalarda geçmişti. Hatta 85 yaşındaki bir dostum çok heyecanlandı, aramızdaki yaş farkı nedeniyle bir türlü benzer olayları yaşamış olmamıza akıl sır erdiremedi. Ne var ki beni arayanların hepsi de erkekti ve yaşları 45 ile 85 arasındaydı. Daha ilginci, iki de kadın arkadaşım aradı ve öykülerde kendi erkek kardeşleriyle büyük benzerlikler bulunduğunu söylediler. Demek oluyor ki, 1950’lerden 1980’lere kadar bir nesil çok benzer bir yaşam sürmüş. Daha sonra televizyon ve internet kuşakları geliyor ki, onlar için bütün bu yazdıklarım masaldır. :)
Okura ipucu olacak ama sonu niye hüzünlü bitiyor?
Hayat da böyle değil midir? Bütün sonlar biraz hüzünlüdür.