Kadıköy 72 yıldır Afife'siz…

Kadıköy’de doğup ilk kez sahneye Kadıköy’ün ünlü Apollon Tiyatrosu’nda çıkan,Türkiye tiyatrosunun duayen kadın oyuncusu Afife Jale’siz 72 yıl geçti…

25 Temmuz 2013 - 11:41
 
Semra ÇELEBİ
Türkiye tiyatrosunun sahneye çıkan ilk Müslüman Türk kadın oyuncusu Afife Jale, bir 24 Temmuz günü yaşamını yitirmişti. Ölümünün 72. yılında Kadıköy’ün bu müthiş kadınını bir kez daha analım istedik.
Afife, orta halli bir ailenin kızı olarak 1902 yılında Kadıköy’de dünyaya geldi. 10 Kasım 1918 günü İstanbul Şehir Tiyatroları, o zamanki adıyla Darülbedayi’ye öğrenci olarak kabul edilen Beyza, Refika, Behire ve Memduha adlı beş kızdan biriydi.
Afife bir yıl süreyle bütün provalara devam etti, ama bir türlü sahneye çıkamadı. 1919 yılının 13 Nisan gecesi prömiyeri yapılacak olan, Hüseyin Suat’ın “Yamalar” adlı oyununda, Emel rolü, Eliza Binemeciyan’ın Paris’e gitmesiyle ortada kaldı. Darülbedayi yöneticileri ister istemez rolü Afife’ye oynatma kararı verdiler. Böylelikle Afife, 22 Nisan gecesi, Kadıköy’deki Apollon Sineması’nda (sonraki Hale, şimdiki Reks) Emel rolünü oynayarak sahneye çıkan ilk Müslüman Türk kadını oldu. O gece tiyatroya gelen zaptiyeler, yöneticilere bir uyarıda bulundularsa da genç sanatçı bir hafta sonra da “Tatlı Sır” oyununda yeniden sahneye çıktı. Afife, polis tarafından tutuklanmak istenince, Kınar Hanım tarafından arka bahçeye kaçırılarak polislerin elinden zor kurtuldu.

‘HAYATIMDA MESUT OLDUĞUM İLK GECE’
Afife Jale o tarihi geceyi, altı yıl sonra Refik Ahmet Sevengil’e anlatırken; “Hayatımda mesut olduğum ilk gece...” diye tanımlıyordu duygularını: “Sanatın, ruhuma verdiği güzel sarhoşluk içinde idim. Ağlama sahnesinde, taşkın bir saadetle ağladım. Sahiden ağladım... Alkış, alkış, alkış... Perde kapandı; açıldı, bana çiçekler getirdiler. Muharrir Hüseyin Suat bey, kuliste bekliyormuş; ben çıkarken durdurdu; alnımdan öptü: ‘Bizim sahnemize bir sanat fedaisi lazımdı; sen işte o fedaisin’ dedi.”
Gerçekten de Afife Jale bir fedai gibi geçirir bundan sonraki yaşamını... Üçüncü piyesi olan Odalık’ta oynarken, polis yine tiyatroyu bastı. Afife bu kez de makine dairesinden kaçırıldı. Bu zaptiye baskınında, Afife arkadaşlarınca kaçırılmışsa da, daha sonra sokakta polis tarafından yakalanarak karakola götürüldü. “Dinini, milliyetini unutan sen misin?” diye hırpalandı. Aile içinde, babası Hidayet bey de, onun tiyatrocu olmasına karşıydı. Kızını bu sevdadan vazgeçirmek için çok uğraştı. Başaramayınca sertleşti, “Benim Afife diye bir kızım yok” diye gürledi. Zaten Afife artık sahnede, “Jale” adını kullanıyordu. Sanatı için baba evini terk etti.
1921’de Dahiliye Nezareti’nin bir buyruğu ile belediye, 27 Şubat günü 204 sayılı bildiriyi Darülbedayi Yönetim Kurulu’na gönderdi. Bildiride, “Müslüman kadınların kesinlikle sahneye çıkamayacakları” yazıyordu. Bu bildiri üzerine Afife’nin, Darülbedayi’deki ücretli görevine de son verildi. Artık hayat onun için çok zorlaşmıştı. Güvencesiz ve parasızdı ama tiyatro onun için bir tutkuydu ve gözü başka bir şey görmüyordu.

SELAHATTİN PINAR’IN BÜYÜK AŞKI
Tiyatrosuz kalması Afife’nin zaten zayıf olan sinirlerini alt üst etmiş, kaçışı haplarda ve uyuşturucularda bulmaya başlamıştı. Sonradan âşık olduğu bir doktorun yaptığı morfin iğneler de onda bir alışkanlık başlatmıştı.
Birkaç yıl sonra, ortalık biraz durulunca yeniden tiyatroya döndü Afife. Burhanettin Tepsi Kumpanyası ile Anadolu’da turneye çıktı, yeni tiyatro topluluğu ile Kadıköy’de oynadı, daha sonra da Fikret Şadi’nin Milli Sahne’siyle çeşitli kentlerde temsiller verdi.
1923’te Atatürk’ün emriyle müslüman kadınların sahneye çıkma yasağı ortadan kaldırıldı hatta kadınlar sanata teşvik edilmeye başlandı. Ancak Afife, gün geçtikçe bozulan sağlığı ve uyuşturucu alışkanlığı nedeniyle tiyatroyu bırakmak zorunda kaldı.

BU ONU BÜSBÜTÜN ÇİLEDEN ÇIKARDI
1928 yılında bir arkadaşıyla, Kuşdili çayırında Hafız Burhan’ın bir konserine gitmiş, orada sanatçıya tamburuyla eşlik eden Selahattin Pınar’la tanışmıştı. Kısa bir sürede Pınar, genç kadına deliler gibi âşık oldu. 1929 yılında evlendiler ve Selahattin Pınar “Nereden Sevdim O Zalim Kadını”, “Huysuz ve Tatlı Kadın” gibi birçok ölümsüz şarkısını onun için besteledi. Bir süre sonra Pınar, karısının morfin bağımlılığı ile başa çıkamamaya başladı. Tiyatrodan uzak kalmak, sahneye çıkamamak, Afife’yi mutsuz kılıyor, kurtuluşu yalnız “iğne”de buluyordu. Bu gidişi geri çevirebilmek için çok uğraştılar, olmadı. Selahattin Pınar da morfin tuzağına düşer gibi olunca Afife Jale, onu bırakmasını istedi. Ve 1935 yılında boşandılar.
Bundan sonra Afife için en kötü yıllar başladı. Kimsesiz ve parasız, parklarda yatıp kalkar, aşevlerinde karnını doyururken, ayrıldığı eşinin kendisinin ardından yazdığı şarkıları taş plaktan dinleyip ağlardı.
Afife Jale, kimsesizliğinin, terk edilmişliğinin, yoksulluğunun son durağı Balıklı Rum Hastanesi’nde veda etti hayata...
Ölümü, gazetelere haber bile olmadı. Cenazesine 4 kişi katıldı. Mezar yeri de mektupları ve fotoğraflarıyla birlikte kaybolup gitti. Tarihler 24 Temmuz 1941’i gösteriyordu. Henüz 39 yaşındaydı. Ancak bütün bunlara rağmen Neziha Araz’ın kaleminden Afife şöyle sesleniyordu; “Beni acıyarak değil, düşünerek, severek, kucaklayarak hatırlayın.”


ARŞİV