Bu haftaki müzik röportajı konuğumuz, coğrafya olarak uzaklardan ama kalpten yakınımız; Gilad Weiss... Kendisi İsrail’de yaşayan bir virtüöz enstrümantalist ve müzikolog. Onu sayfalarımıza taşıyan ise Anadolu müziği, perdesiz gitar, Erkan Oğur ve Kadıköy’e olan özel ilgisi… Weiss, çok erken yaşlardan itibaren gitar çalışmaya başladı ve İsrail'in en ünlü gitaristlerinden Marak Chaoch'un öğrencisi olarak, çocukluk döneminden itibaren sahneye çıktı. Türk Halk Müziği ve Klasik Türk Müziğinin etkisinde kaldı. Özellikle de kopuz çalma geleneğini yeniden ihya eden, perdesiz gitarın mucidi Erkan Oğur’un. Pek çok kere Türkiye’ye ziyaret eden hem Oğur ve diğer müzisyenlerle çalıştı, hem de perdesiz gitar ve bağlama öğrendi. İstanbul ziyaretleri esnasında ise Kadıköy’ü çok sevdi, hatta burası için bir beste bile yaptı.
Sözü kendisine bırakalım…
Bu bir yanlış anlaşılma bence. Böyle bir ayrımda bulunduğumu anımsamıyorum. 25 yıldan beri müzikle uğraştığım için kendimi müzisyen olarak görüyorum. Müzikal bilgi ve teoriye çok ilgi duyuyorum. Sadece parmaklarımı gitarda nereye koyacağımı düşünmüyorum. Belki de bu anlamda ben bir enstrümantalistten daha fazla müzisyenim diyebilirim.
Gitar çalmaya 9 ya da 10 yaşımda başladım. Çok hızlı ilerlediğimi ve benden önce başlayan arkadaşlarla aynı derslerde olmayı bırakmak zorunda kaldığımı hatırlıyorum. Gitar çalmak benim için çok doğal bir şeydi. Öğretmenimin bana verdiği tüm egzersizleri, sıkılmadan yapıyordum. En başından beri gitardan hoşlandım ama gerçekten odaklanmaya karar vermem yaklaşık 5 sene sürdü. Ondan öncesinde ressam olmak istiyordum.
MÜZİĞİN KAŞİFİ…
Varolan müziği çalmakta hiçbir zaman gerçekten iyi değildim. Yani, bu şarkıyı ya da o şarkıyı öğrenmekten her zaman sıkılıyordum. Bir çocuk olarak bile, her zaman doğaçlamayı tercih ettim. “Blues gitaristi” veya “flamenko gitaristi” gibi belirli etiketlere asla sığamadım. Bir çok stilden ilham alarak kendi karışımımı yarattım ki bu da hesaplanmış bir karar değildi. Sanırım müzik söz konusu olduğunda hep bir çeşit kaşif olmuştum.
Farklı şeyler bir araya geldi ve beni Türk müziğiyle buluşturdu; aklımı başka müzik türlerine açmam konusunda ısrar eden bir arkadaş, gitar çalmaktan türk ud ve repertuar çalmaya geçiş yapan bir başka arkadaş… Sonra okumaya başladım. Anadolu’nun bugünkü Türkiye olduğunu anladığımda arkadaşlarımın bana anlattıklarını denemeye karar verdim. İlgim bu şekilde doğdu. Arkadaşlardan gelen güncel müzik önerileri dinlemek internet sayesinde oldukça kolaydı. Öğrendiğim ilk Türkçe kelime “indir” oldu! (gülüyor)
PERDESİZ GİTAR YAPTI
Arabesk ve Türk sanat müziği, 70’lerin sonlarından beri İsrail’de nispeten popüler. Klasik Türk müziği de yıllar geçtikçe daha da bilinir oldu ve İsrail'de hâlâ daha baskın olan Arap klasik müziğinin bir parçası haline geldi. İlk başta klasik müzikle tanıştırıldım. Onu öğreniyor ve pratik yapıyordum. Ud ile başladım, fakat iki olaydan sonra her şey değişti. İlk kez türkü dinlediğimde, o zaman bile farklı bir şey olduğunun farkına varabildim. İkincisi de Erkan Oğur. Dinlediğim ilk şarkısı ‘Bir Sevda Şarkısı’ydı. Sesi beni hemen hipnotize etmiş, perdesiz gitarlarla çekilmiş fotoğrafları aklımı başımdan almıştı. Hemen gitarımdaki perdeleri çıkardım ve perdesiz yaptım! Bu perdesiz bir gitarı ilk görüşüm değildi ama gerçekten iyi çalınabileceğini ilk görüşümdü.
İlk gelişim 2013’tü. İki luthier ile temasa geçip onlardan enstrümanlar sipariş etmiştim. Erkan Oğur ve pek çok harika müzisyene enstrümanlar yapan, tanınmış bir luthier olan Ekrem Özkarpat'tan perdesiz bir gitar sipariş ettim. Diğer kontağım da İzmir’den Engin Topuzkanamış’tı. Onu Facebook’tan buldum, kopuz and Oğur sazı yaptığını gördüm. Biraz mesajlaştıktan sonra, bana bir kopuz ve Oğur sazı yaptırmasını istediğime karar verdim.
Bu yolculukta gerçekten harika insanlarla tanışmanın büyük şans aldığımı söylemekten mutluluk duyuyorum. Bu bile başlı başına her şeye değerdi. Daha sonra Adem Tosunoğlu ve Melisa Yıldırım ile tanışma şansım oldu ve arkadaş olduk. Onlar benim İstanbul ve Kadıköy'le ilk gerçek bağlantılarımdı.
Aslında son 5 yıldır Türkiye ile bağım var. ... Vatandaşlığım olmadığı ve sadece turist vizem olduğu için burada çalışamıyorum. Ayrıca hala İsrail’de aileme çok bağlıyım. O nedenle sürekli gelip gidiyorum. Kadıköy'ü ve ayrıca İzmir'i gerçekten çok seviyorum ve kesinlikle bu yerlerin ikisinde de daha fazla zaman geçirmek istiyorum.
Erkan'ı keşfettikten ve kendime ilk perdesiz gitarımı yaptıktan sonra, deli gibi pratik yaptım ve sürekli Erkan’ı dinledim. Neyse ki gitarda ve müzik teorisinde ileri seviyede olduğum için kendimi kolayca ilerletebildim.
2012’de Ross Daly’s Labyrinth in Crete bir tür müzik okulu) Erkan’ın orada bir workshop vereceğini açıklamıştı. Bu, benim Türkiye’de bulunmamdan önceydi. Oraya üç kez giderek Erkan’ı gördüm. Daha sonra da Türkiye'de pek çok kez buluştum onunla. Büyük bir ilham kaynağıyla tanımak her zaman ilginç bir şeydir. Çünkü birisini dinlemek ve onu incelemek için çok zaman harcadığınızda zihninde onun bir görüntüsünü oluşturmaya başlarsınız ve sonra onunla tanışıp gerçekten onu tanırsınız. Asla hayal ettiğinizle aynı değildir. Fakat bundan hoşlandığım şey; kahramanlarınızın da insan olduğunun farkına varmak. Bu durumlarda onlara olan saygım ve takdirim daha da büyür. Erkan bana her zaman iyi davranır. Onun çalışını izlemek büyük bir hediye, direkt ondan öğrenebilmek için gerçek bir ayrıcalık.
Perdesiz gitar ilginç bir enstrüman. Diğer telli çalgıları da çalıyorum ama perdesiz gitar favorim. Kolay bir enstrüman değil. “Parmakları nereye koyacağız” meselesi yüzünden değil. Geleneksel bir pratiği ve pedagojisi olmayan yeni bir araç. Bu nedenle pek çok yeni şey denemek ve başa çıkmak zorundasınız. Sahneden ondan ses çıkarmak bile büyük bir meydan okuma. Bunda hoşlandığım nokta ise hala denenecek ve keşfedilecek çok şey olması. Geleneksel pedagojinin eksikliği ise Erkan gibi, Cenk Erdoğan ve diğerleri gibi doğrudan iletişim kurabileceğiniz ve onlardan öğrenebileceğiniz kişiler sayesinde giderilebilir.
Türkiye’nin, Anadolu’nun müziğinin, üzerimde pek çok derecede etkisi var. Çoğunlukla, müziğin coğrafyayla bağlantısı beni büyülüyor. İsrail'de farklı bir durumumuz var. Farklı geleneklerden gelen, işbirliği ya da rekabet içinde bulunan bir grup insan…
Beni asıl büyüleyen şey türküler… Türkülerin derinliğini; kökleri olan ve hala insanlarla birlikte gelişen bir halk müziğine sahip olmanın nasıl bir şey olduğunu farkına varmam biraz zaman aldı.türküler 7’den 70’e herkes tarafından seviliyor. Bence bu oldukça eşsiz bir durum.
İsrail başlı başına ilginç bir yer. Özellikle müzik açısından. Farklı geleneklere sahip farklı insanlar bazı harika füzyonlar yaratıyor. İsrail müziği ile Türk müziği arasındaki ortak nokta; Türkiye’den gelirken Türk melodilerini getiren Yahudi halkının geleneği olabilir. Ayrıca 70’ler ve sonrasında Türkiye'nin, İsrail müzisyenleri ve film yapımcıları üzerindeki etkileri de sözkonusu. Türk müziğine internet üzerinden gelişen yeni bir ilgi de var. Aslında Türk müziği İsrail’de oldukça popüler, pek çok müzik grubu Türk unsurları müziğine dahil ediyor. Bu hem iyi hem kötü. Çünkü bazıları bunu gerçekten bir ilgi ve takdirle yapıyor. Bazıları da trend olduğu için… Türkü İsrail’de hala pek nadir. Bazı gruplar türkü çalmak için ellerinden geleni yapıyorlar. Bazı Yahudi ve Kürt topluluklarında bağlama çalmak geleneksel.
Bir klişedir; müzik sınırları ve dilleri aşarak farklı insanları bir araya getirir. Ve klişeler gerçek oldukları için vardırlar. Aslında müzik bu şeyleri yapma gücüne sahip ama her şey müzikle bitmiyor. Bence arkadaşlıklar çok daha önemlidir. Hepimiz dostluklarımıza değer vermeli ve daha fazlasını oluşturmak için çabalamalıyız. Müzik farklı kültürlerden arkadaş kazanmaya yardımcı olur.
“KADIKÖYLÜ DİNLEYİCİ BENİ ANLIYOR”
Genelde kalabalık şehirleri sevmem, gergin hissederim. 2013’te Kadıköy’ü ilk gördüğümde –ki çok kısa bir ziyaretti- ilk izlenimim burasının ‘farklı hissedebileceğim’ kalabalık bir yer olabileceği yönündeydi. Bir süre sonra İstanbul'da daha fazla bağlantı kurdum ve oraya gitme zamanım gelmişti. Kadıköy’de kalmam gerektiğini biliyordum...
Neyse ki Engin bana Kadıköy’de kiralık bir oda buldu. Orada Doğa Can Yaman ile tanıştım. Doğa diğer bir önemli arkadaşım ve yetenekli bir müzisyendir. Kadıköy’den gerçekten çok hoşlanıyorum. Sonunda rahat hissettiğim merkezi ve kalabalık bir yer bulmuştum. Kadıköy’de harika zaman geçirdim ve umarım daha fazlası da olacak.
Evet Kadıköy’de pek çok konser verdim. Bunun için arkadaşlarıma ve Asya Arslantaş’a teşekkürler. Kadıköylü ve Türkiye’nin başka yerlerindeki dinleyicinin, beni İsrailli dinleyiciden daha iyi anladığını düşünüyorum. Belki de yaptığım müzik zaten onların bildiği müziklere refere olabildiği içindir. Konserde beni dinleyen insanların ilgi duyduğunu, müziğe ve nasıl çaldığıma dikkat ettiklerini fark ediyorum. Bu çok hoş bir duygu. Çünkü daha iyi çalmamı ve zevk almamı sağlıyor. Son zamanlarda kendi çocukluk zamanlarımdan kalan eski İsrail çocuk şarkılarını çalıyorum. Türkiye’deki seyirciler buna ilgi gösteriyor. Bu benim için çok tatmin edici.
Kadıköy’de kiraladığım yer, yetenekli ressam Necmi Yaman’ın ‘Khalkedon’ adlı eski resim atölyesiydi. bu kelimenin, Kadıköy’ün antik adı odluğunu öğrendim. Bu melodiyi besteledikten sonra, İsrail’deyken bu ismi vermeye karar verdim. Çünkü buradaki her şeyi özlemiştim. Bu beste ‘evim’e ve arkadaşlarıma bir saygı niteliğinde…
Plan yapmakta pek iyi değilim. O nedenle gerçekten bilmiyorum. Şu günlerde solo albümüm üzerine çalışıyorum. Ve listemde yapılacak onlarca proje var. Bunlardan biri eski İsrail şarkılarını türkü formunda kopuz ve perdesiz gitarla çalmak. Şimdiden İisrail’de bunun için küçük bir ekibim var. Diğer bir proje de sadece perdesiz gitar albümü… Baştan sona…Başka hiçbir şey, hiçbir enstrüman olmayacak…
(Khalkedon bestesini şu linkten dinlemek mümkün; https://www.youtube.com/watch?v=hR3l9PHl39o)