Müzikolog Tuğçe Hakarar, “Kadıköy ve Taksim Örneğinde İstanbul Rock Scene” adlı tez çalışmasıyla rock müziğinin iki önemli sahnesini inceledi. Alan araştırması yapan Hakarar, “Kadıköylü müzisyenlerin kendilerine has bir tarzı olduğunu düşünüyorum. Kadıköy bana hep hikâye anlatıcılarının müzik yaptığı bir yer gibi gelmiştir.” diyor.
İKİ SEMT İKİ SAHNE
Teziniz için iki ayrı semti; Taksim ve Kadıköy’ü seçmişsiniz. Bu iki semti seçmenizdeki temel etkenler nelerdi?
Kadıköy de Taksim de rock kimliği için çok önemli iki merkez. En basitinden rock müzik söz konusu olunca kimi zaman çok ciddi bir iş birliği var kimi zaman birbirinin karşı kıyısı. Toplulukların tarz ve kimliklerle kurdukları ilişkilerde muhakkak bu iki merkez noktayla bir bağı var.Kadıköy ve Taksim çoğu İstanbullu gibi benim de hem ilk gençliğimin geçtiği hem arkadaşlarımın müzisyen olarak bulundukları yerlerdi. Yani her iki semtte de gitmeyi çok sevdiğim mekanlar, saatlerimi geçirmeyi sevdiğim sokaklar var. Ben de zaman zaman rahatlıkla görünmez olduğum, bir tür bağ kurduğum yerlere başka bir gözle nasıl bakarım, mutfağa kafamı nasıl uzatırım diye düşündüm.
Kadıköy özelinde sormak istiyorum; rock müziğinin Kadıköy ile nasıl bir bağı var?
Araştırmamı yaptığım sırada, öncesinde ilk gençliğimin geçtiği zamanları hatırladığımda, iyi bir müzikal beslenme alanı Kadıköy. Şimdi sanırım eskisi kadar kalmadı, ama pasajların yarattığı o müzik kurtluğu, mekanların yalnızca mekân olmaması… Bir de aklıma ilk gelen Kadıköylü olan gruplar çıkmış olması. Bence bu çok “rock” bir tavır. Yine tavra geleceğim ama gerçekten de Kadıköy çok “rock” bir yer zaten. Hem semtin besleyişi hem müzikal döngü hem ortak bir tavır etrafında toplanış. Bu bana çok “rock” geliyor.
Fotoğraf: Şahan Nuhoğlu
“KENDİNE HAS BİR TOPLULUK YARATTI”
Saha çalışması yaparak insanlarla röportajlar da yapmışsınız… Müzik severler rock müzikle bir aidiyet hissi mi yakalıyorlar?
Tezi 2013-2014 yılları arasında hazırlamıştım ve 5 yıldır da Hollanda’da yaşıyorum. Ama benim gördüğüm kadarıyla müziğin elbette gücü büyük, ancak bizdeki müdavimlik kültürü daha ön planda. Altında semtte yaşamak, semt kültürü var. Beyoğlu gibi bir alanı düşünürsek de oraya varmak için insanlar semtten çıkıyor ama mekândan kopmak istemiyor, müzisyen de dinler kitle de. Yani illa seçilmiş bir yeri olmalı ve orada konforlu hissetmeli. Çünkü o mekânda oluş hali de bir tür performans aslında. Müzisyen için de o konfor duygusu “evde gibi hissetmek” duygusunun altında yatıyor. Görüşmelerden en çok hatırladığım söz bu. O aidiyet duygusu mekân ve alan gördüğüm kadarıyla. Sanırım bunda da bu tür müzikle başından beri kurulan ilişkinin mekânlara çok bağlı olmasının etkisi var.
ROCK VE DİRENİŞ
Çalışmanızda rock ile politik alanın zaman zaman bütünleştiğini ve birbirini beslediğini görüyoruz. Gezi Direnişi sırasında ve sonrasında yapılan bazı çalışmalara da yer vermişsiniz.
Evet, “rock” söz konusu olunca biraz kaçınılmaz bir değiniş bu. Yani doğuşu, derdi, tavrı ve müzik endüstrisi içindeki yeri itibariyle değinmemek olmazdı. Dolayısıyla benim çalışmamda da buna bakmak bir ihtiyaçtı. İstanbul’un rock müzik çevrelerinde bir alt kültür var mı yok mu, gibi… Bir de zamanlama çok peş peşe oldu. Gezi yaşandı. Çalışmamı sürdürdüğüm iki sokak da mekanlar da bu süreci epey sancılı geçirdi. Sahnelerini açamadıkları, polis şiddetine hem birey bazında hem mekân bazında maruz kaldıkları oldu. Bu durum hem Gezi sırasında hem sonrasında aslında hepimizin şahit olduğu gibi müzikal üretimlere de yansıdı. Ben de bugüne kadar hep “underground”, “alternatif” gibi kullanımlarla kendilerini tanımlamış bu gruplara bir de o gözle bakmak istedim. Bence bir alt kültür İstanbul’da var olmamış. Yani bunu politik, ekonomik mensubiyet ve tarzlara baktığımda düşünüyorum. Evet bir kendi kendine yap/üret başlığı var, kimse tuzu kuru üretim koşullarında değil, ama mesela Kadıköy bir yandan kendine özgülüğü, olmak istemediği yere karşı yaratırken bir yandan da biraz müzik endüstrisinin küçük bir prototipi gibi organize olmuş.
Fotoğraf: Şahan Nuhoğlu
Kadıköy’deki müzisyenlerin kendine has bir tarzı var mı sizce? Yoksa Amerika ve Avrupa kökenli rock müzisyenlerinden etkilenip bir sentez mi yaratmışlar?
Bunu artık Kadıköy özelinde ne kadar cevaplandırabilirim bilmiyorum. Tarz dediğinde aklıma iki şey geliyor, biri Kadıköy’ün bir tarzın yanında tavrı daha çok kucakladığı, diğeri de bana göre artık bu müziğin türsüzleşmeye doğru yol aldığı. Bir de ister istemez, biraz daha erken dönemden düşünmeye başlıyorum etkilenmeden söz ettiğimizde. Elbette 90’lı yılları düşündüğümde aklıma ciddi bir etkileniş, dünyanın geri kalanına ve müziğe dair yeni bir algı, insanların hem var oldukları semt kültüründe kalma hem de o semti kendi üretme-tüketme alışkanlıklarıyla bir yere doğru götürme çabaları geliyor. Kendilerine biçtikleri kimlikleri de unutmamak gerek. Fakat sonra işte hepimizin bildiği, kendi toprağında var olmuş müzikal işlerden de etkilenme ve dönüp o tarafa da sarılma durumu söz konusu, belki de hiç kopulmamış aslında. Bir yandan da genel anlamıyla Türkiyeli üretimler, özellikle yurtdışındaki performansları, grupları ve alışkanlıkları da gördükten sonra bunu söyleyebilirim ki, etkilendikleri türlerin üstüne koyduklarıyla kendi biricikliklerini yaratmış
Ve evet, Kadıköy’ün ve Kadıköylü müzisyenlerin kendilerine has bir tarzı olduğunu düşünüyorum. Kadıköy bana hep hikâye anlatıcılarının müzik yaptığı bir yer gibi gelmiştir. Şarkı sözleri, müzikal karakterler... Mekanlar da bu insanların içinde rahatlıkla kendilerine yer bulabilecekleri şekilde var olmuş zaten.
Rock müziğinin bir kültür oluşturduğunu söylemek mümkün mü? Ya da Kadıköy ve Taksim sahnesinin Türkiyeli rock müzisyenlerini beslediğini?
Türün kendisinin bir kültür ve duruş barındırdığını düşünüyorum evet. Kadıköy ve Taksim sahnelerinin müzisyenleri beslediğini de elbette düşünüyorum. Aslında bence sahne çok önemli en başta. Yani her performans hem dinleyici hem müzisyen için başka bir ilişki ağı. Şimdi belki dinleyici alışkanlıkları değişiyor, ama müzisyenler için bence mekânların kurgusu ve karşılaştıkları seyircinin önemi hâlâ büyük. Her seferinde başka bir basamak koyuyor ya da eksiltiyor. Mekânlar özelinde, eğer düzenli bar programı takvimi sunulabiliyorsa, gözlemlediğim kadarıyla üretim sürecini yavaşlatsa dahi dezavantajlarının yanında müzisyeni her zaman sıcak ve zinde tutan bir dinamik bu sahneler. Ama belirtmekte fayda var, ben bunu söylerken bar programlarını düşünerek konuşuyorum. Konserler, konser sahnesi dediğimiz şey ve en sonunda konsere gelen dinler kitle, bar müdavimi olan kitleye göre farklılık gösteriyor.
Tuğçe Hakarar’ın çalışmasını YÖK’ün tez sayfasından incelemek mümkün.