Dünyanın dört bir tarafından gelen sanatçıları hem misafir eden hem de üretimlerine katkıda bulunan Halka Sanat, Kadıköy’ün tek “sanatçı rezidansı” olarak bir ilk olma özelliğini taşıyor.
Semra ÇELEBİ
Son yıllarda Avrupa ve ABD’de yaygınlaşan sanatçı rezidanslarının bir örneği, üç yıldır Kadıköy’de faaliyet gösteriyor. Moda’da 2011 yılında açılan Halka Sanat, dünyanın dört bir yanından sanatçıları üç katlı binasında bir süre ağırlıyor, sonra onların eserlerinden oluşan sergilerine ev sahipliği yapıyor. Bu anlamıyla Halka, kâr amacı gütmeyen, hem üretim hem de sergileme yapılan bağımsız bir sanat oluşumu.
Bu sistemde, farklı kültürlerden gelen sanatçılar 2 haftadan 3 aya kadar değişen sürelerde misafir ediliyor, ilgilendikleri sanat dalında eser üretmeleri için gerekli çalışma koşulları oluşturuluyor. Yerel sanatçılar ve izleyicilerle bir araya gelmeleri sağlanıyor. Kalış süreleri içinde halka açık sergi, konuşma ve etkinlikler yapmaları için de kendilerine imkân yaratılıyor.
Şimdiye kadar onlarca sanatçıyı misafir eden Halka Sanat, yerli ve yabancı sanatçılara araştırma ve üretim olanakları sağlamanın yanı sıra söyleşiler, seminerler, atölyeler de düzenleyerek sanatseverlerle karşılıklı bir etkileşim içine giriyor.
İstanbul’da birkaç örneği bulunsa da Kadıköy’ün ilk ve tek sanatçı rezidansı olan Halka Sanat’ın arkasında bir kurum ya da sponsorluk mekanizması da bulunmuyor. Giderlerini temelde rezidans programı giderleriyle ve kendi öz kaynaklarıyla karşılıyor.
Yeditepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nde görevli üç akademisyen tarafından hayata geçirilen Halka Sanat projesinin mimarlarından İpek Çankaya ile söyleştik.
-Böyle bir proje fikri nasıl doğdu biraz anlatır mısınız?
Halka Sanat, kâr amacı gütmeyen bağımsız bir sanat insiyatifi. İki ortak olarak başladık, ben ve Sezgi Abalı Attal. İkimiz de Güzel Sanatlar Fakültesi’nde akademisyen olarak çalışıyorduk, ben hala bu işe devam ediyorum. Nasıl bir çalışma yapsak diye düşünürken, farklı sanat oluşumlarını araştırmaya giriştik. Konuk sanatçı programını başlattık. Böylece yabancı sanatçılar İstanbul’a gelip burayı deneyimliyorlar ve yapıtlarını üretip sergi açıyorlar. Aynı zamanda deneyim paylaşımı da oluyor. İstanbul, özellikle de Kadıköy ve Moda, sanatçıları çok etkiliyor. Herkes o kadar memnun ayrılıyor ki buradan… Hatta birkaç sanatçı geri geldi, bir tanesi vatandaşlık başvurusu yaptı. Burada yaşamaya karar verenler oldu. Güçlü bir bağ kuruluyor. Genellikle Avrupa yakasını bildikleri için “Anadolu yakasını hiç bilmiyorduk” diyip mutlu dönüyorlar.
-Yeri gelmişken sorayım; siz neden Kadıköy’ü tercih ettiniz?
Biz ikimiz de Modalı’yız, burada yaşıyorduk zaten ve ikimiz de bu işi yaşadığımız yerde yapmak istedik. Moda’yı birçok Avrupa kentine eş değer görüyoruz açıkçası.
Halka Sanat’ın yeri olarak ilk başta eşimin resim stüdyosunu kullandık. Daha sonra Moda’daki bu üç katlı eski Rum evini kiraladık. Burada hem gelen sanatçılarımızı ağırlıyorduk, hem üretim yapıyorduk hem de sergi açıyorduk.
Ancak zamanla yetmemeye başladı. Yaz sonu, Bademaltı Sokak’ta bir galeri, atölye ve toplantı mekânı olarak kullanacağımız bir yer tuttuk. Asıl mekânımızı sadece rezidansa ayırdık. Sanatçıların kafalarını dinleyebilecekleri, özel bir alan olsun istedik. Üretimlerini ise Bademaltı Sokak’taki yeni galeri mekânımızda sergiliyoruz.
-Sergiler dışında da etkinlikler oluyor değil mi?
Atölye çalışmalarımız ilgi görüyor. Defter yapımından tutun da linol baskıya kadar çok değişik şeyler üretiyoruz. İstanbul Permakültür Kolektifi’nin düzenlediği toplantılara ev sahipliği yapıyoruz. Her hafta sonu, çevreyle, doğayla, geri dönüşümle, sürdürülebilir yaşamla ilgili toplantılar oluyor. Ya da “kendine yeten toplum” toplantıları süzenliyoruz. Evde sabun yapmaktan zehirsiz evde yaşamaya kadar çeşitli konuları paylaşıyoruz.
-Bu atölyelere katılmak için ne yapmak gerekiyor?
Önceden kayıt yaptırmak gerekiyor. Yerimiz sınırlı olduğu için kapasitemiz belli.
-Rezidans sadece yurt dışından gelen sanatçılar için mi peki?
Hayır, öyle bir şart yok. Yerli sanatçılar da olabilir ama biz daha çok uluslararası internet siteleriyle çalışıyoruz. Birkaç yere kendimizi anlatan bilgiler girdik. O ağın parçası olduk. Bu yüzden yabancı sanatçılar daha kolay ulaşıyor bize. Aslında Türkiye’de de herkese açık ama proje uluslararası ilişkiler üzerinden ilerlediği için, bu güne kadar yabancı sanatçılar geldi. Yurt dışında yaşayan Türk sanatçılar geldi.
-Rezidans’ta üretilip büyük ilgi gören sergileriniz
oldu mu?
Geçen yıl, rezidans binasını kullanarak yaptığımız “Sana Saraylar Vaadetmedim” sergisi bunların başında geliyor. Ev konseptli bir sergiydi bu. Sanatçılara açık çağrıda bulunduk. Ev hayatı gibi özel bir tema verdik ve ona karşılık veren sanatçıların işlerini sergiledik. Evin her tarafı; banyosundan deposuna kadar her yer sanat eserleriyle doluydu. Bence bizim en önemli sergilerimizden biri buydu.
Bir de bu sene rezidans sanatçılarımızdan biriyle yaptığımız sergi çok önemliydi. Amerikalı bir sanatçıydı bu. Hatta başta bahsettiğim İstanbul’a dönmek ve vatandaşlık almak isteyen sanatçı oydu. Sirkeci Garı ve Halka Rezidans ile paralel giden tren yolculuklarını anlatan bir sergi yaptık. Türkiye’den yola çıkıp Balkanlar’dan geçerek Avrupa’ya giden tren yolcularının hikâyelerini anlatan ve çağdaş sanatçıların yolculuklarla ilgili olan işlerini sergiledik. O sergi de bu senenin en büyük işlerinden biriydi.
Çiya Restoran’ın sahibi Öusa Çam’ın da katıldığı “İçindekiler” sergimiz de oldukça ilgi gördü. Yemek kültürü ve ritüelleri üzerine bir sergiydi.
-Önümüzde hangi sergiler var?
Mayıs için bir sergi planlıyoruz. Bu sefer genç yerli sanatçılarla olsun istiyoruz. Saraylar sergisi gibi temalı bir sergi olacak. Yeni mezun genç sanatçılara çağrıda bulunacağız. Çünkü bir misyonumuz da genç sanatçılara alan açmak…