Bu sayfaların okurları, Çağatay Yaşmut’u hatırlayacakladır. Kendisi Kadıköy aşığı bir polisiye yazarı. Aslında 10 yıldır yazıyor. Bankacıydı, 2012 ekonomik kriziyle işinden ayrılmasıyla birlikte kendini tamamen edebiyata verdi. 10 yılda 5 kitap yazdı, şimdi altıncısı olan ‘Moda Cinayetleri’ ile okur karşısında. “Başkomiser Galip Hikayeleri” serisinin bu yeni kitabında, yine fona çok sevdiği ilçesi Kadıköy’ü alıyor. Bize de yeni kitabı vesilesiyle yine kendisiyle söyleşmek düştü.
Teşekkür ederim Gökçe. Evet, altı kitap oldu. Yedincisi de yolda. Sekizincinin de kurgusunu tamamladım. Kadıköy Cinayetleri’nden beri hikâyelerim Kadıköy’de geçiyor. Bu romanımda da geleneği bozmayarak, hikâyenin yarısını yine Kadıköy’de kurdum. Kadıköy’e olan tutkum; Kadıköy’ü yazma sevdamdan vazgeçmemi engelliyor. Bu iyi bir şey. Yazarların her zaman iyi bildikleri yerleri yazması taraftarıyım. Hikâyenin diğer yarısı ise, söylediğin gibi, başka semtlerde geçiyor. Geçmek zorundaydı. Çünkü, romanımın olgusal bütünlüğünün; yaşadığımız hayatın sosyolojisiyle ve gerçekleriyle uyuşması için bu şarttı.
Kurduğum dinsel dünyayı desteklemesi açısından biraz felsefe yapmak zorundaydım. Fazla aşırıya kaçmadan, okuru sıkmadan hikâyemi din felsefesi motifleriyle biraz süsledim. Böylece, romana ufak bir felsefi derinlik ya da bilgi kattım. Ayrıca, kahramanımın da tıpkı bizler gibi duyguları, düşünceleri ve inançları olduğunu ve bunlarla zaman zaman hesaplaştığını unutmamalıyız.
KADIKÖY’ÜN KRİMİNAL YAPISI
Evet Kadıköy’den ilham aldığım bir gerçek. Çünkü, son yıllarda Kadıköy’ün çehresi çok değişti. Gerek eğlence mekanlarının çoğalması gerekse kentsel dönüşüm nedeniyle Kadıköy hem modernleşti hem de çok fazla kalabalıklaştı. Dolayısıyla, bu değişim Kadıköy’ün kriminal yapısına da sirayet etti. Artık, Kadıköy’ün alışık olduğumuz o sakin ve huzurlu görüntüsü mazide kaldı. Dolayısıyla, Kadıköy benim gibi semt polisiyesi yazan yazarlar için bulunmaz bir ilham kaynağı oldu.
Olayların geçtiği mekanların yerli yerinde betimlenmesiyle güçlü bir gerçeklik duygusu yaratılır. Karakterlerin ruh bulması adına bu çok önemlidir. Görsel çağ olarak da adlandırabileceğimiz günümüz dünyasındaki okurlar romanların içine görsel olarak da girmek isterler. Mekansal betimlemeler yalnızca göze hitap etmekle kalmamalıdırlar. İşitsel, dokunsal, tatsal ve kokusal duyularla da desteklenmelidirler. Bu tür betimleme daha zengin bir etki yaratır. Ben gerçek mekanları kullanarak bunu yaptığıma inanıyorum.
Bir kış sabahı Moda’nın ara sokaklarında tek başıma dolaşıyordum. Hava çok soğuktu. Gece yağmur yağmış, yerler ıslaktı. Sokaklar gri ve çok çok tenhaydı. Denizden esen soğuk rüzgar iliklerime kadar işliyordu. O sabah Moda kendimi öyle yalnız, öyle depresif hissetmeme neden oldu ki, bir anda her şey karşımda ölüm siluetine büründü. O anda yeni romanımın Moda’da başlamasına karar verdim.
(Fotoğraf: Çiğdem Bakırcıoğlu Aslan)
Bilmiyorum. Benim tek amacım, yarattığım kurmaca dünya ile gerçek dünya arasındaki ipleri sıkı sıkıya bağlamak ve gerçeklik duygusunu okura geçirmek. Tabi ki, bunu yaparken Kadıköy’de tanık olduğum meseleleri de yazmayı ihmal etmiyorum. Mesela, kentsel dönüşümü çok sık kullanıyorum. Olan bitenleri yazmanın hem yazar hem de okur için bir avantaj olduğunu düşünüyorum. Bu sayede, hem ihtiyaç duyulan o sahicilik duygusu kurmaca dünyaya geçmiş oluyor hem de polisiye romanın temel iskeletini oluşturan o çevrenin kriminal yapısı ve atmosferi başarıyla tasvir edilerek, okur da romana bağlanıyor.
Bende bu Kadıköy sevdası olduğu sürece, Kadıköy, hikâyelerimde her zaman başrolde olmayı sürdürecek. Dün Kadıköy Cinayetleri,’ydi bugün Moda Cinayetleri, yarın ise Kadıköy’ün hangi güzide semti cinayetlere ev sahipliği yapacak, göreceğiz!