Yazar Meliha Akay, şimdilerde Kadıköy’de bulunmasa da ruhen tam bir Kadıköylü. Yıllarca rıhtımında otelci olarak çalıştığı bu ilçeyi sık sık kitaplarına taşıyor. 8. kitabı, son romanı Yeryüzü Göçebeleri’nde de ise çeşitli nedenlerle göç eden karakterler üzerinden, sosyo-kültürel gelişmede Kadıköy’ü örnek alan Anadolu yakasının diğer ilçelerini anlatıyor.
Akay ile hem kitabından hem Kadıköyü’nden konuştuk.
Uzun bir aradan sonra, yıllardan sonra yeniden birlikte olmak, yeniden edebiyat konuşması yapmak için bir araya gelmek ne güzel sevgili Gökçe Uygun… Kadıköy sevdalıları hemen belli ediyor kendini… Çok teşekkür ederim.
İş hayatımda hizmet sektöründe çalıştım, otelciydim. Özellikle kafe ve restoranlarda çalışanların çoğu varoşlardan gelen gençlerdi. Bu sınıfsal farkı, aradaki aşılmaz uçurumu görmek, gözlemlemek beni çok etkilemiş, hatta sarsmıştı. Bu sınıfsal farkı, aradaki aşılmaz uçurumu görmek, gözlemlemek beni çok etkilemiş, hatta sarsmıştı. Yazmalıydım. Öyküye sığmazdı. Daha geniş bir alan gerekliydi. Fakat bu alt kültürü, yaşam biçimini, umutlarını ve isyanlarını yaşadıkları yerlerde, aynı mekanlarda görmek istiyordum. Sezgisel bir yaklaşım olsa gerek, sanki bütün bu düşlediğim karakterleri aynı mekânda barındıran bir mahalle vardı, bana düşen de gidip o kapıyı çalmaktı. O günler güneşin kar toplama evresiydi! O yıllarda susmuş olsam bile bir gün açığa çıkacak ve kendini yazdıracaktı. Fakat bu alt kültürü, yaşam biçimini, umutlarını ve isyanlarını yaşadıkları yerlerde, aynı mekanlarda görmek istiyordum. Sezgisel bir yaklaşım olsa gerek, sanki bütün bu düşlediğim karakterleri aynı mekânda barındıran bir mahalle vardı, bana düşen de gidip o kapıyı çalmaktı. Ev değiştirmek istediğim dönemde yazgının melekleri olsa gerek beni o eve götürdü. Yaşam biçimlerine, sosyo-ekonomik ve sosyo-kültürel farklılıklarına onların içine karışarak tanık oldum.
Hayır, bu seçkilerden yalnızca bir tanesi. Ülkelerarası, şehirlerarası, siyasi ya da ekonomik nedenlerden ötürü, gönüllü ya da zorunlu göçebeler var romanda. Aynı ülkeden farklı şehirlerden, farklı ülkelerden ve farklı coğrafyalardan sınırlar aşarak gelen insanların küçük, sınırlı, şehre eklemlenmeye çalışan bir bölgede bir araya gelmesi büyür bir tablo gibiydi. Yaşamlarının bu noktada kesişmesi, dostlukları, kavgaları, yollarını aydınlatacak bir ışığı arıyor olmaları…
Evet Kadıköy yok gibi görünüyor. Fakat, benim bakış açıma göre, Kadıköy’ün Boğaz’dan Anadolu’ya uzanan bir arka bahçesi var. Sosyo-kültürel gelişmede Kadıköy’ü örnek alan ilçelerden oluşan bir coğrafya. Benim deyimimle Doğu İstanbul’un Batısı… Kaldı ki Yeryüzü Göçebeleri’nde bu isimde başka bir roman çıkıyor okurun karşısına. Ama hemen söylemek isterim; Çekmeköy hem doğasını koruyan hem planlı bir şekilde büyüyen hem de kültürel çalışmalarıyla Kadıköy ile yarışabilen bir ilçe. Biraz önce de belirttiğim gibi tersinden baktığımızda, Anadolu’dan İstanbul’a ve Avrupa’ya uzanan göç yolunda Kadıköy ana duraklardan biri. Romanın kurgusu gereği Doğu İstanbul’un Batısı’na uzanmak istedim. Ama yazdığım sürece Kadıköy kitaplarımda yer almayı sürdürecek.
Özellikle evler, mekânların da ruhu var. İlk gittiğim bir mekânda, ilk yarım saatlik süreç benim için çok önemli. Oranın ruhu bana ya kal der, ya da git! Evet, Kadıköy modernizmi benimsemiş, Üsküdar’a göre erken yaşamış bir ilçe. Haydarpaşa Limanı oraya çok şey katıyor. Her anlamda. Liman, yük indirip bindiren tankerler ayrı bir dinamik. Yük gemileri ilk adımda Marmara’ya ulaşır, sonra Çanakkale Boğazı, Ege Denizi ve ver elini okyanuslar, başka ülkeler… Anadolu’dan ve Avrupa yakasından her gün gelip giden yüzlerce yolcu… Farklı dinlerin, farlı kültürlerin birbirini benimsediği ve saygı gösterdiği, gelişen, değişen bir bölge. Daha önceki romanlarımda ve öykülerimde sıkça yer vermiştim.
Evet, İspanya’da Madrid özellikle. Oradan İstanbul’a gönderilen yanlış bir mesajla başlıyor olaylar… Ressam Timuçin Madrid’de yaşıyor, şaman inançlarına sahip, bohem bir hayatın içinde buluyor kendini. Farklı bir coğrafya, farklı bir kültür, farklı bir din… Tam bir ‘yeryüzü göçebesi’…
Ne yazık ki böyle. Avrupa yakasının bütün dinamikleri, enstrümanları romanlarda ve öykülerde yer alırken bu yaka öksüz bırakılmış. Oysa Anadolu’nun başladığı yer! Avrupa’ya eklemlendiği yer… Mesela Alemdağ ve çevresindeki mahalleler çok değil, daha 20 yıl kadar önce sadece piknik yapılan bir sayfiye alanıydı! Kentin aldığı aşırı göç, kentsel dönüşüm, Avrupa yakasında yer alan iş yerlerinin Anadolu yakasına hızla taşınmış olması çehresini bir anda değiştirdi.
İstanbul’un en çabuk, en hızlı yenilenen, en hızlı gelişen ilçesi sanırım Kadıköy. Yani Anadolu yakası için söylüyorum bunu. Sadece keşke yeniden yapılanırken, gökdelenler dikilirken, iş dünyası için yeni plazalar çoğalırken, konut anlamında o tarihi dokusuna uygun bir mimari geliştirilebilseydi. Rıhtım hiç değişmedi nedense. Aynı kaos, aynı karmaşa, aynı mekanik gürültü… Sonra da Kadıköy’ün karakteristik özelliklerinden biri de bu belki de diyorum. İnanıyorum ki, her geçen yıl hedeflenen planlamaya doğru yol alınacaktır.
Elbette edilmeli. Tarihi araştırıldığında kendine özgü bir tadı var bu bölgenin. En çok turist çeken bir ilçe de olabilir. Ama bunun için ciddi bir girişimde bulunulmalı. Atak yapılmalı. Yerel yönetimin çabası yetmez, bakanlık düzeyinde bir çalışma ve yatırım olmalı. İtalya’nın Palermo’sunu anımsatıyor demişti otele gelen bir İtalyan turist. Neden o bölgeler gibi turizm bölgesi olmasın? Edebiyat konusuna gelince, bunu diğer edebiyatçılara sormak gerek. Kadıköy’de yaşayıp neden yeteri kadar yer vermediklerini…