Kadınlar sahnede kadınları anlatıyor

İran’ın ilk kadın şairi Furuğ Ferruhzad ve sırdaşımız, dert ortağımız, hayal satıcımız falcı Serpil. Nazan Kesal ve Berna Laçin, Berfin Zenderlioğlu yönetmenliğinde kadın hikayelerini tiyatro sahnesine taşıyor

07 Şubat 2020 - 08:58

Tiyatro sahnelerinde hayata, insana, insan haline dair pek çok oyun izliyoruz. Bu sezon tiyatro izleyicisi ile buluşan “Yaralarım Aşktandır” ve “Hayal Satıcısı” kadınların yaşamına hem ayna tutuyor hem de yaralarını gösteriyor. Nazan Kesal, İran’ın ilk kadın şairi Furuğ Ferruhzad’ın hayat hikâyesini tek kişilik performansı ile sahneye taşırken Berna Laçin de falcı Serpil yani Kadife’nin hikayesini anlatıyor. Her iki oyunun yönetmeni Berfin Zenderlioğlu ile iki ayrı oyunda sahnede tek başına bize kadın öyküleri anlatan Nazan Kesal ve Berna Laçin’le konuştuk…

BERFİN ZENDERLİOĞLU: "O KADIN BİZİZ"

- Bu oyunları neden seçtiniz? Bize ne anlatmak istiyorsunuz.

Berfin Zenderlioğlu: Her iki oyun da bana oyuncular tarafından getirildi. Nazan Kesal yıllardır Furuğ ile ilgili bir şey yapmak istiyormuş. Bir yazar arkadaşımız Yavuz Ekinci’den benim de bir Furuğ hayranlığımız olduğunu duyunca iletişimiz başladı.

Foto: Ercan Arslan

- Siz Furuğ Ferruhzad ile nasıl tanıştınız?

B.F: Yıllar önce lisedeyken bir felsefeci ablamız vardı. O bana “Sonsuz Günbatımı” kitabını vermişti. Furuğ’un şiirlerine bayıldım. Hayatını merak ettikçe dünyasına daha çok girdim. Onu kendi anadiliyle okumak istedim. 3 ay kadar Farsça dil dersi de aldım. Furuğ’u tanıdıkça İran edebiyatına daha fazla merakım oldu. Onunla birlikte Sohrab Sepehri, Ahmed Şamlu, Sadık Hidayet’i tanıdım. Yıllar sonra Nazan Kesal sayesinde yollarımız tekrar buluştu.

 Furuğ, kendi dönemi içerisinde çok güçlü bir kadın. Evet farklı coğrafyalarda olabiliriz ama ataerkil sistemin içinde kadın olarak aynı sorunları yaşıyor, aynı sorunlarla çarpışıyorsunuz. Furuğ bunu kabullenmemiş, bunun için mücadele etmiş. Kendi toplumu içinde ne Şah’a nede çevresindeki erkeklere baş eğmemiş. Biz de “sadece şiirleri onu anlatmaya yetmez bir metin yazılması gerekiyor” dedik. Nazan, Şebnem İşigüzel’i aradı.

Furuğ öldükten sonra iki gün gömülmüyor. Mollalar ‘günahkar’ olduğu gerekçesiyle onu toprakla buluşturmak istemiyorlar. Oradan aklıma arafta bir kadın gelmişti. Evet ölmüş ama bedeni toprakla buluşmadığı için ruhu can çekişiyor. Bu fikri Şebnem İşigüzel’le paylaştık.  Şebnem yazdı. Beraber tartıştık. Oyun sürecinde de Nazan’la ince eleyip sık dokuyarak, üzerine sohbetler ederek çalıştık.  Ortaya hepimizin de memnun kaldığı oyun çıktı.

“OYUNCU GARDINI ALMAYACAK”

- Hayal Satıcısı ve Berna Laçin ile nasıl buluştunuz?

B.F: Hayal Satıcısı bana Berna Laçin tarafından getirildi. İlk buluşmamızda birbirimizin kafa yapısının yakın olduğunu gördük. Ben bir oyun yaparken nasıl yaklaştığımı söyledim. O kendi yaklaşımından bahsetti.

- Nasıl yaklaşıyorsunuz?

B.F: Oyuncu merkezli çalışıyorum. Almış olduğum kültür de öyle. Ve benim için oyuncunun sahne üzerinde dekorsuz, ışıksız, müziksiz yapabileceği ve üstesinden gelebileceği durumla ilgileniyor, buna yönelik çalışmalar yapıyorum. Bu süreçte benim için en iyi oyuncu gardını almayacak. Çünkü bu durumda orada egolar çarpışıyor. Kimse oyun yaparken elbette egosunu konuşturmak niyetinde değildir ama ego dediğimiz şey o kadar kolay kurtulabileceğimiz bir şey de değil. İnsan kibirli bir yaratık. Bu kibirden ne kadar kurtulabiliyorsak o kadar sağlıklı şeyler çıkabilir.

- Nazan Kesal’da Berna Laçin’de ‘popüler’ ve uzun yıllardır oyunculuk yapan isimler.  Bir zorluk yaşadınız mı, onlarla çalışmak nasıldı?

B.F: Her oyunu çalışmak zorlu bir süreç gerektiriyor. Bir şeyi üretirken yaşadığınız süreç gel- gitli bir süreç. Hem kendinizi hem karşı tarafı sorguluyorsunuz. Bu süreçte oyuncuyla kardeş oluyorsunuz, kız kardeş oluyorsunuz. O süreçler benim için çok kıymetli. Her iki oyuncu kendi alanlarında popüler insanlar. Her ikisinin de duruşuna hayranlık besliyorum. İlk etapta biraz ürküyorsunuz. Çünkü onlar benden daha fazla deneyimliler. Ben bu süreçleri kendim için de öğretici görüyorum.

Her iki oyun birbirinden tarz ve biçem olarak farklı. Yaralarım Aşktandır’da daha minimal bir yapı var ve Furuğ’un şiirleri atmosferi belirliyor. Furuğ’un hayatının bir film şeridi gibi gözünün önünden geçiyor.

Hayal Satıcısı içerisinde ironiyi barındıran daha grotesk bir oyun. Eril sistemin içerisinde hapsolmuş, eril dilin esiri olmuş ve o dili tekrar eden bir kadının hikâyesi var. Bu hikâye ile amacımız bir yönüyle karşı tarafta yüzleşme gerçekleştirmek. Sahne üzerinde güldüğümüz, eleştirdiğimiz o kadın biziz. Kurbanı olduğumuz olayları yaşayan kişiler biziz ve biz bunun bir parçasıyız. Dolayısıyla iki oyunun biçimlerinin farklı olması beni cezbeden tarafı oldu. Ben son dönemlerde kadın oyunları içinde yer aldım.

- Bilinçli bir tercih galiba

B.F: Son dönemlerde benim dert edindiğim konulardan biri. Bunun üzerine kafa yoran metinler içinde yer almaktan mutluyum. Her iki kadın oyuncu benim bundan sonraki hayatımda arkadaşım olan insanlar. Her yönettiğim oyundan sonra kendime kız kardeş kazanıyor ve onlarla birlikte yürüyorum.

- İki oyunda tek kişilik oyun. Tek kişilik oyun yönetmenin riskleri mutlaka var. O süreç nasıl yaşandı?

B.F: Benim ilk yönettiğim oyun da Disko 5 No'lu  tek kişilik oyundu. Şermola Performans olarak sahnelemiştik ve Mirza Metin oynuyordu. Benim ilk oynadığım oyun da tek kişilikti. Tek kişilik oyunlar biraz insanı sarsan ve kendisiyle yüzleşmeye götüren de bir süreç.  Bence iyi oyuncularla çalıştığınız zaman çok zevkli. Tek bir oyuncu ile çalışıyorsunuz ve bütün çıplaklığı ile karşınızda. Siz de onun karşısındasınız. Herhalde o çıplaklığı seviyorum.

- Furug da sizi en çok etkileyen ne oldu?

B.F: Furug iki gün gömülmemiş. Kendini yıkaması ve vedalaştığı yer içime çok dokunuyor.

- Peki Hayal Satıcısı’nda?

B.F: Hayal Satıcısı’nda Serpil’in Kadife’yi anımsadığı eşinden şiddet gördüğünü anlatma sahnesi var. Bir de Serpil’in atlıkarıncayı döndürerek babasını ve annesini anlattığı bir sahne var. Orayı da çok seviyorum.

- Her iki oyuna izleyicilerin tepkileri nasıl?

B.F: Tek kişilik oyun olduğu için oyuncunun performansı çok belirleyici oluyor. Geri dönüşler çok güzel oldu. Furuğ’un dünyasını bilmeyen birçok kişi “biz böyle bir kadının olduğunu bilmiyorduk, daha çok merak ettik. Gidip araştıracağız” dedi. Nazan Kesal oyunu çok sahiplendi. Sahnede Furuğ’u görüyorsunuz.

Hayal Satıcısı’nda da hiciv, taşlama meddahlık özelliği var. Berna Laçin 75 dakika boyunca oyunu, seyirciyi diri tutuyor. Gayet olumlu geri dönüşler alıyoruz. Oyunda eril zihniyetin eleştirisi, gösterimi var. Tabii ki biz bunu gösterdik diye değişecek değil ama bir şeye ne kadar dokunursanız o kadar su yüzüne çıkacak, görünür olacaktır. Görünür oldukça da paylaşılacak, tartışılacak. Tartıştırabilmek bile bir yönüyle yol kat ettiğimizin, korkmadığımızın da belirtileri. Cesaret de böyle böyle bulaşıcı olacak. Korkulanın da söylenildiği bir yerde cesaretten bahsedebiliriz.

***

NAZAN KESAL: “25 YILDIR HAYALİMDİ FURUĞ’U OYNAMAK”

- Furuğ Ferruhzad ile nasıl tanıştınız? Ve onun hikâyesini anlatma serüveni nasıl başladı?

Nazan Kesal: 1994 yılımda Ercan (Kesal)’la yeni tanıştığımız zamanlardı. Ada Yayınları’ndan çıkan “Sonsuz Bir Günbatımı” kitabını hediye etmişti Ercan bana. Onat Kutlar-Celal Hosrovşahin’in birlikte çevirdikleri bir kitaptı. 1989 yılında 1800 adet basılmış… Bana hediye ettiği numara 1240 nolu kitap. Okuduğumda çok etkilendim Furuğ’un şiirlerinden, iç dünyasından. Yaşam ile ölüm arasında gidip gelen derin, asi, hüzünlü bir ruh. 25 yıldır hayalimdi Furuğ oynamak.

- Oyun yazarı, yönetmeni ve ekibiyle de kadın dayanışmasını yansıtıyor yani Furuğ gibi. Oyuna nasıl hazırlandınız?

N.K: Biz içinde iki erkeğin olduğu, kadın dayanışması içinde bir ekip olduk.

Başlangıçta Berfin’le şiirlerin üzerinden geçtik. Vazgeçemeyeceğimiz olmazsa olmaz dediğimiz şiirleri seçtik, okuduk. Şiirlerin bize ne söylediğini anlamaya çalıştık. Şiir performansı istemiyordum. Yıllar önce Diyarbakır Sanat Merkezinde 8 Mart Kadın Günü’nde bir Furuğ şiir performansı yapmıştım.

Yıllar sonra yeniden yapmak istediğimde oyun olması için bir metne ihtiyaç vardı. Şebnem İşigüzel ilk aklıma gelen ve ilk aradığım isim oldu. Şebnem de çok sevdi Furuğ projesini. Uzunca bir süre muradımızı anlattık birbirimize. Daha sonra Berfin’le birlikte üç kadın günlerce Furuğ’u ve yaşadıklarını konuştuk. Mektuplarını, şiirlerini okudum Şebnem’e. Bir ay sonra oyunun metnini bitirdi, provalara başladık.

- Furuğ Ferruhzad’ın yaşadığı yıllardan ve acılardan bugüne ne değişti? İran’da yaşayan Furuğ ile Türkiye’de yaşayan herhangi bir kadın arasında ne fark var?

N.K: Bir fark göremiyorum aslında. Türkiye’de kadınlar daha özgürmüş gibi gösteriliyor sadece. 2019 yılında öldürülen kadın sayısı 474. Büyük bir acı bu. Benzer coğrafyalarda yaşıyoruz. Kadın olmak bir kader gibi gösteriliyor. Beni çok etkiliyor bu kadın algısı. Öğretilmiş kadınlıktan kurtulmadığımız sürece bu karanlık erkek algısıyla mücadele edemeyiz. Furuğ’un yaşadığı yıllarda İran -Şah Rıza dönemi- yüzünü batıya çevirmiş modern bir İran’dı. Furuğ bütün travmaları modern zamanlarda yaşamış üstelik. Geleneksel toplumlarda kadın algısı değişmiyor. Kadının kendini değiştirmesinden başka çare yok.

- Furuğ Ferruhzad için hazırlanırken en çok nerde zorlandınız?

N.K: Çok da zorlanmadım aslında. Onu anlamaya, hissetmeye, oynamaya çok hazırdım. Sırtımda ülkemde biriktirdiğim kadın öyküleri ile yoğurdum Furuğ’u. İkonlaştırmadan bizden biri olması için çalıştım. İran’da ikon ve hala yasak Furuğ. Değişken bir ruh hali var. Hızlı değişen derin büyük bir ruh. Ani değişimleri zorladı biraz.

- Furuğ’un 32 yıllık ömründen sizde ve oyunda en çok iz bırakan şey ne?

N.K: Cesareti. Bütün kadınlara sirayet etmesini istediğim cesareti. Kadın olmak, insan olmak, kendisi olmak için verdiği soylu özgürlük mücadelesi.

***

BERNA LAÇİN: “AYNA TUTMAK İSTİYORUM”

- Hayal Satıcısı nasıl doğdu?

Berna Laçin: Geçen sene sonu itibarıyla Erdal Özyağcılar ve Gözde Çetiner’le oynadığımız Hoş Geldin Boyacı’nın beşinci senesini dolduruyorduk. Yeni bir oyun yapmak istiyordum. Yaza doğru Zehra İpşiroğlu’nun oyunu geldi.Okudum ve çok etkilendim. O sırada sahnede 30. senem olduğunu fark ettim. Velhasıl bu oyuna soyunma cesaretini kendimde buldum. 30. yılım olduğu için de tek kişilik oyunu kendimle kutlaşmak olarak hissettim ve birden karar verdim.

O arada “benim gibi düşünen bir yönetmen bulmam lazım” dedim. Bir kadın yönetmen olsun istedim. Güvendiğim arkadaşlarıma danışayım dedim. Çiçek Dilligil’e ve Sevinç Erbulak’a sordum. İkisi de birbirinden habersiz olarak Berfin Zenderlioğlu dedi. Hemen Berfin’i aradım. Metni yolladım, Berfin metni okudu, buluştuk. “Ben ayna tutmak istiyorum” dedim. Yeri geldiğinde gülsünler, yeri geldiğinde ağlasınlar “bunlar oluyor”  desinler. Aynı baktığımızı gördüğümüzde Berfin’le anlaştık.

- Oyun yazarı, yönetmeni ve ekip kadınlardan oluşuyor...

B.L: Bu kadar kadın işi yaptık, kadın gücü olsun dedik. Ses, müzik, fotoğraf, ışık hep kadınlardan gitmeyi tercih ettik. Yüzde doksan beşi kadınlardan oluşan bir ekip olduk.

- Oyuna nasıl hazırlandınız? Hazırlık süreci ne kadar sürdü?

B.L: Toplamda uzun zamana yayılma süreci var ama sıkı bir tempoda üç ay çalıştık. Etimden et koptu diyebilirim. Biz oyun çıkarmayı doğuma benzetiriz. Doğumda kendi bedeninden bir bebek çıkarıyorsun, bunda kendi bedenimden kendim kadar yetişkin bir insan çıkardım. Zaten matruşka gibi pek çok kadın ve erkek karakter var. Gerçekten çok zor bir süreçti.

- Oyun tek kişilik bir oyun. Tek kişilik oyunun nasıl riskleri var?

B.L: İlk başta seyirciyi kaptın kaptın kapamadın dağılırsa çok fena. Benim oyunum interaktif, seyirci ile konuşuyorum seyirci bana laf atıyor. Oyunlarda hep seyirciye göz gezdiririm. Malum cep telefonları var. Telefonları altta tuttuklarında bizim onları görmediğimizi sanıyorlar,  ama o ışık yüze vuruyor. Ve ateş böceği gibi karanlıkta suratları parlamaya başlıyor. Eğer o olursa benim için felakettir. Bu oyunda da aklımın en çıktığı şey bir kişi bile o telefonu açacak mı? Şükür öyle bir şey olmadı. Seyircinin sizden bir an bile kopmaması lazım. Bu anlamda tek kişilik oyun bir mayın tarlası gibi.

- Şiddetten kurtulma yolunu falcılık yapmakta bulan Serpil, izleyiciye 1,5 saat boyunca yine sürekli erkeklerin konuşulduğu fakat bu kez kendisinin karar verici ya da daha baskın olduğu bir hayatı anlatıyor. Eril dil eleştirisini eril dille yapmak riskli değil miydi?

B.L: Bu soru bizim Berfin’le üç ay boyunca birbirimize, metne ve tiyatro ile ilgilenen arkadaşlara sorduğumuz soruydu. Oyunun üslubunun en cazip tarafı aynı zamanda en büyük riski taşıyordu. Bu oyun bir taşlama, bir hiciv. Eril dil eleştirisi. Hicivlerde taşlamalarda ne vardır? Biri çıkar der ki; “Büyüklerimiz her şeyi bizden daha iyi bilir. Padişahım çok yaşa”. Bunu seyreden bunu söyleyenin aslında bir eleştiri yaptığını bilir. İşte bizim de bu oyunda tam da bunu yapmamız gerekiyordu. En zorlandığımız şey de buydu. En büyük korkumuz eril dili yeniden üretmekti. Çünkü biz zaten eril dilin karşısında olduğumuz için bu oyunu koymak istedik. Ben bu oyunu seçtim, Berfin de yönetmen olarak buna imza atmak istedi. Çünkü biz kız kardeşlikle bu oyunu yapmak istedik.

Eril dille konuşurken eril dili de bir yanıyla lanetlediğimin enerjisinin seyirciye geçmesi gerekiyordu. Seyirci de bunun bir hiciv olduğunu ilk saniyeden itibaren anlıyor.

- Oyunda sizi en çok etkileyen bölüm neresi?

B.L: Serpil’in kendi kimliğini, doğduğu ev olan Kadife’yi anlattığı yerler var oralar beni çok etkiliyor. Özellikle kocasıyla olan hikâyede eskiye ait bir şeyi anlattığında; radyoyu açıp dediğinde Nemrudun Kızı çalıyor. Yaşadığı çok acı bir anıyı anlatıyor. Bu kadar komik giden oyunun içinde dipteki yarayı çok göstermeye çalıştığı halde tık diye koyduğu bir yer var, orası çok etkiliyor.

Oyunların takvimi ise şöyle:

Hayal Satıcısı

08 Şubat CKM A Salonu

10 Şubat Oyun Atölyesi

22 Şubat Avcılar Barış Manço Kültür Merkezi

Yaralarım Aşktandır

13 Şubat Bursa Nilüfer Sahnesi

16 Şubat Moda Sahnesi

25 Şubat Kenter Tiyatrosu


ARŞİV