Kadir Işık’ın ilk öykü kitabı Herkesten Uzakta okurla geçtiğimiz aylarda buluştu. Notos Kitap etiketiyle yayımlanan kitap Vedat Türkali Edebiyat Ödülleri Öykü Ödülü uzun listesine giren on kitap arasında. İnsan ilişkilerini ve yabancılaşmayı odağına alan yedi uzun öykünün yer aldığı kitap sıra dışı sonlarıyla okuru sarsıyor. İyi bir okur, titiz bir yazar olan Işık ile yazma yolcuğu ve edebiyat üzerine konuştuk.
* Klasik bir soru ile başlayalım; yazma yolculuğunuz nasıl başladı ve Herkesten Uzakta kitabı nasıl çıktı?
Çocukluğumdan beri kitap okurum. Çevremde çok okuduğumu görenler yazdıklarını okutmaya başladı, yazdıkları üzerinden yorumumu sordular. Sonra okuduğum dergilerde yayımlanan öyküler, okuduğum güncel romanlar üzerinden ben de kendi kendime, yazabilirim dedim ve yazmaya başladım. Öncesinde günce tutuyordum. Sonra birçok dergide öykülerim yayımlandı. Kitap çıkarma düşüncesi yoktu ilk başta, hoşuma giden, beni tatmin eden yazma dürtüsüydü, yazmak benim için terapi gibi bir şeydi. Şimdi artık bir işe dönüştü, günce yazmayı bile bıraktım, çünkü sürekli üzerinde çalıştığım bir yazı var, zaman yok.
* İyi bir okur olduğunuz anlaşılıyor. İyi okurların şöyle bir derdi vardır; kolay beğenmez ve dolayısıyla yazdığını da beğenmez. Bu kadar çok kitabın çıktığı bir dönemde siz kitap yazmaya nasıl cesaret ettiniz?
Evet doğru ben de beğenmiyorum, sadece başkalarının değil kendiminkini de beğenmiyorum ama her zaman beğenen birileri de çıkıyor. Çevremden kitap çıkarmam için baskı vardı. Semih Gümüş’ün atölyesine katılmıştım ve o da “dosyan ne zaman tamamlanacak?” diye soruyordu. Elimde en az on dosya vardı ama bir türlü beğenmiyordum. Sonra üzerimden yük kalksın diye bir dosya hazırladım ve bittiğini söyledim Semih Hocaya. “Eğer başka bir yere göndermeyeceksen, ben basmak istiyorum,” dedi. Hiçbir yayınevinin kapısını çalmadım açıkçası. Böyle bir sürecin içinden geçtim.
“YAZI YAZARAK ÖĞRENİLİYOR”
* Sizce iyi yazmanın koşulu ne? İyi öyküyü nasıl tanımlarsınız?
Öncelikle okuma ve aynı ölçüde yazma, hatta daha çok yazma, kalem alışkanlığı kazanma, her gün okuduğun gibi her gün yazma, yazı yazarak öğreniliyor. İyi öykü yalın bir dille yazılmış olmalı, lafı dolandırmadan doğrudan anlatmalı, fazla cümle, kelime ya da olay olmamalı, kendi içinde tutarlı, dolu dolu olmalı. Okurun dikkatini canlı tutmalı ve her şeyden önemlisi, okuruna haz vermeli.
* Kitapta yedi öykü var. Kitabın ismi neden Herkesten Uzakta oldu?
O kadar hızlı gelişti ki her şey, ismi ne olsun diye çok fazla düşünmedim. Belki yaşam tarzımla herkesten uzak olduğum için, bilemiyorum. İletişim problemim yok ama yalnızlık hep ilk tercihim.
* İlk kitap neden roman değil de öykü?
Öyküye çok eskiden beri ilgim var. İçime en çok sinen öykülerle başlamak istedim. Roman da çalışıyorum. Şu an İran üzerine gezi öyküleri kitabı yazıyorum. Ondan sonra da bir roman üzerine çalışacağım.
“YAZMAK YOLA ÇIKMAYA BENZİYOR”
* Romanın konusu ne olacak?
Hayat ve ilişkiler üzerine. Nasıl bir şey çıkacak yazmadan bilemiyorum. Yazmak bir yola çıkmaya benziyor. Yolda sizi neyin beklediğini, ayağınızın nasıl bir taşa takılacağını bilemiyorsunuz. Sonuna kadar yürüyebilecek misiniz yarım mı kalacak, bilemiyorsunuz ama öncesinde hazırlıklı olmak yolculuğu, yazma sürecini kolaylaştırıyor.
* Öykülerinizin kurguları oldukça ilginç ve bazıları sanki devam edecekmiş gibi, bazıları da beklenmedik. Bu bilinçli bir tercih mi ve bunu neden yapıyorsunuz
Okuduğum bazı kitaplar bittikten sonra kafamda devam eden hikayeler beni daha çok cezbediyor. Hikâyenin de insan gibi karanlık, sırlı bir tarafı var. Her şeyi birdenbire yazdığınız şeye boca edemezsiniz, göstereceğiniz kısım gizlediğiniz kısımdan ne kadar az olursa o kadar başarılı olursunuz diye düşünüyorum, çünkü zamanla usta bir okur o gizemin derinliklerine inebilir. Öyküye özellikle şunu da koyayım demiyorum. Yolculuk gibi demiştim. Yolda karşılaştıklarımla devam ediyor. Yıllardan beri okuma sayesinde zihinsel bir mekanizma gelişmiş durumda. Bir kelime eksik ya da fazla olduğu zaman gözünüze bakıyor. Bazıları beklenmedik sonlarla bitiyor.
* Bu arada hikayeler uzun
Evet benim elimden gelen bir şey değil. Kısaltamıyorum. Zaten o yüzden “roman yazmalısın” diyorlar.
* Öykülerde anlatıcımız birinci tekil şahıs. Bunu seçmenizin bir nedeni var mı?
Özel bir neden yok ama birinci tekil şahısla anlatmak her zaman daha zordur. Çünkü bütün öyküyü sahipleniyorsunuz. Karşıya alan açmanız gerekiyor, okurun dolduracağı boşluklar yaratmalısınız. Eksik bıraktığım yanları ipuçları vererek okurun tamamlamasını istiyorum. Nasıl tamamlayacağı okurun algı biçimiyle değişiklik gösterir. Herkes aynı biçimde tamamlamaz farklı farklı tamamlar. Bu da öykünün gücünü gösterir.
* Peki okurun kendi kafasında nasıl tamamladığını merak eder misiniz?
Merak etmem. Kendim yeterince anlayıp, kavrayıp sevdikten ve vermek istediğimi verdikten sonra okurun da onu alacağını düşünürüm. Elbette her okur farklı bir şey alır. Bu da öykünün zenginliğidir. Mesela bazen “öyküde ben şunu anladım, aldım” derler. “Bu yanlıştır veya doğrudur” diyemem.
“DİL AĞRIYAN DİŞİ KAŞIR”
* Öykülerdeki konuların vurgusu ilişkiler, yabancılaşma, anlama. Bunları bugünün insanın derdi olarak mı görüyorsunuz yoksa hep böyle dertler var mıydı?
İletişim çağı geliştikçe, ulaşılabilirlik çoğaldıkça insanların arasındaki bağ kopuyor. Yabancılaşma kapitalizmin bir sonucu. Herkes kendi derdinde. Birçok şeye çok hızlı ulaşılıyor ama değeri bilinmiyor. Her şeyden çabuk sıkılıyor ama her şeye kolayca sahip olmak istiyor insan. Sosyal medyanın yoğun kullanıldığı ortamda herkes birbirine benzedi. Birbirine benzeyen insanların sorunları da ortaklaştı. Dil ağrıyan dişi kaşırmış. Ben de ağrıyan dişi kaşıdım galiba.
* Yine klasik bir soru ama öykülerde ne kadar duyduğunuz, bildiğiniz kendiniz varsınız ve ne kadar kurgu varsınız?
Bu klasik sorunun da klişe bir cevabı vardır; her yazar öykünün bir parçasıdır derler. Kurmaca bir metnin gücünü gerçeğin kurgulanması, kurgunun ise gerçeğe yakınlaşmasıyla en güzel metin ortaya çıkar. Tamamıyla kurgu öyküler yazdığımda da “sen bunu yaşamışsın” diyorlar, halbuki hiç ilgisi yok.
* Siz kimleri okuyorsunuz?
Çok geniş bir okuma listem var. Ferid Edgü’yü çok severim. William Trevor, Richard Yates, Ralf Rothmann, James Joyse, Virginia Voolf, Çehov ilk aklıma gelenler. Dönüp dönüp okuduğum yazarlar da çok.
* Hiç unutamadığım dediğiniz dönüp dönüp okurum dediğiniz bir kitap var mı?
Don Kişot. Küçük Prens’i de çok okurum. Hit kitabım Don Kişot, benim için özel bir kitaptır
“UMUTSUZ DEĞİL, ÖFKELİYİM”
* Niye?
Kahramanları akıllılık ve deliliğin sınırlarında geziniyor. Bir yol hikayesi. 420-430 yıl önce yazılmış bir kitap nasıl günümüzü bu kadar net bir şekilde anlatabiliyor diyorum okurken. Hala çok okunan kitaplar arasında. Sait Faik ve Çehov okuduğumda da aynı zevki alırım.
* Sevdiğiniz yazarlar da öyle. Öykülerde de depresif bir diliniz var. Neden ve bunu devam ettirecek misiniz?
Normalde neşeli, mutlu biriyim ama içinde yaşadığımız şartlar bir yanıyla diplerde bir yerde öfke biriktiriyor, o da bazen elimde olmadan kendini gösteriyor. Mutsuz, umutsuz değilim, öfkeliyim. Komik öykülerim de var. Esprili dili gezi yazıları kitabına yerleştirmeye çalışıyorum.
* Kitabınız Vedat Türkali Edebiyat Ödülleri uzun listede yer aldı, kitaba tepkiler nasıl?
Yorumlar genelde beğendiğini söyleyenler tarafından geliyor, beğenmeyenler sessiz kalıyor, görüş belirtmiyor (Gülüyor) Listede yer almak kitabın görünür olmasını da sağlıyor, mutlu oldum. Her şeyden önce Vedat Türkali sevdiğim, zevkle okuduğum büyük bir yazar.