Şarkı sözü yazarlığı, beste, radyo programcılığı, roman, editörlük… Bütün bu uğraşların her biri büyük zaman ve enerji alırken Aydilge hepsini bir arada yapmayı beceriyor. Aynı zamanda hayata dair pek çok konuda sesi ve sözü var. Kadıköy için “ütopyamın gerçek olduğu yer” diyen Aydilge Sarp ile müzikten, pandemiden, evdeki kedi den, aşktan ve yasaklardan konuştuk.
Hepsi müziğin etrafında toplandı. Daha çocukken TRT’nin müzik korosu sınavlarını kazandım. Bütün eğitimim oradan başladı. Hep yazmaya devam ettim. Edebiyat okudum. Edebiyatın içinde müzik olmaması, müziğin edebiyat olmaması mümkün değil. Benim hayatım müziğin etrafında dolaşıyor. Ben onları farkı şeyler olarak görmüyorum. Kalbimin ortasında müzik var. Diğer bütün dallar da müziğin farklı farklı yoldaşları, arkadaşları gibi geliyor.
Bunlar benim yüküm değil, benim yaşama sevincim olduğu için bir bıkkınlık ve yorgunluk olmuyor. Aksine yapmadığım zaman yorgunluk oluyor. Ama disiplini TRT’den aldım. Çocuk korosunda olmak, TRT’nin verdiği disiplini almış olmak insanda sanırım böyle bir hal yaratıyor. Ben orada müziğin çok ciddi bir iş olduğunu öğrendim.
O yüzden de en ufak bir yas, bir felaket durumunda ilk önce müzik iptal edilmesine çok üzülüyorum. Çünkü müzik yas tutarken de bize en büyük yardımcı. İnsanların içindeki acıyı da şifalandırıyor.
“KONSERDE OLAN TEHLİKE NE?”
Pazarlar açıkken, AVM’ler açıkken neden açık hava konseri yapamıyoruz anlayamıyorum. Doktorlara soruyorum -babam da doktor- ‘Benim göremediğim pazarda olmayıp da konserde olabilecek bir tehlike mi var?’ diye sorduğumda onlar da açıklayamıyor.
İnsanların müzisyenlere karşı bir algısı var. Hepimiz magazinde gördükleri insanlar gibiyiz, hepimiz lüks içinde yaşıyoruz, hepimizin arabaları yatları katları var zannediyorlar. Çoğunluk olarak biz böyle lüks hayatlar yaşamıyoruz. Ama insanlar bu tarafı bilmiyor. ‘Bir arabasını satsın’ diyor. Ama öyle bir araba yok, öyle bir ev yok.
Müzik bizim için sadece para kazanma aracı değil. Bizim canımız, kanımız, nefes alma şeklimiz. Dolayısıyla ne olur bu ayrımı yapsınlar. Ve aynı zamanda maddiyatını da geçtim ben nefes alamıyorum. Konser yapmak benim şifa aracım. Ben insanlarla şarkı söylerken mutlu olabiliyorum. Bu manevi olarak da beni çok yorup üzüyor. Genelde çok olumlu, pozitif bir insan olmama rağmen çok zorlanmaya başladım. Çünkü benim yaşam enerjim bu.
#Müziğesesver diye bir başlık açıldı ama sosyal medyaya göre bir şeyler kalkıp gelmemeli. Sosyal medyada bir şey olmadan da bizim sesimiz zaten duyulabilmeli. Magazinde belli bir güruhun görünmesinden kaynaklı müzisyenlerin tuzu kuru biri görünmesi de etkiliyor.
Konserler nedeniyle bir artış olmadı ki! Kurallara uyulduğu sürece konser yapılmasında bir sakınca yok. Eğer hayat bir şekilde devam edecek deniyorsa hayatın en önemli faktörlerinden biri müzik. Sadece müzisyenler için değil, müzik insan için değerli. Beden ve ruh sağlığı yan yana gider. Müzik, tiyatro, sanat şifa aracıdır. Bunu atlamamak gerekiyor.
“AMACIM TÜCCARLIK DEĞİL”
Aslında romantik, slow tempolu şarkılarım çok var. Dediğiniz şeye çok katılıyorum hiç biri depresif, acı ve gözyaşı ticareti yapan şarkılar değil. Hep içinde bir umut var. Bunun nedeni de müziğin ne kadar önemli bir şifa aracı olduğunu, kötüye kullanıldığında da silah olduğunu bilmem. Müzik ruhun gıdasıdır ama bazen gıda zehirlenmesi de olur. Çünkü kalbimize ve kulağıma geliyor. Amacım insanlara umut vermek, acıları varsa, canları yanıyorsa onu bir şekilde ifade ederek o acının dışarı çıkmasını sağlamak. Trajedi izleyince insanlar katarsis duygusu yaşar, o acıdan bir şekilde arınırlar. Benim amacım onu yaratabilmek. Anlatılamayan duygu çok can yakar. Onu bir şekilde dışarı vurmaya çalışırım. O yüzden yavaş tempoda olsa, enerjik de olsa şarkılarıma umut taşıyan, yaşama sevincini koymaya özen gösteriyorum.
Özellikle gözyaşı ticareti yapan müzikler, bunu insanlar arabesk diye nitelendiriyor ama pop müziğinde de, rock müziği içinde de arabesk ruhu barınabiliyor. Benim kast ettiğim bir tür olarak arabesk değil, bir ruh olarak arabesk. O ruh insanlarda; ‘Sen bittin, sen bu acının altından kalkamazsın. Lanet olsun bu dünyaya.’ gibi bir ruh hali yaratıyor ki bu da şuna neden oluyor; O zaman mücadele etmeme, karşı çıkmama, isyan etmeme gerek yok. Oysa işe yarar bir başkaldırı coşku gerektirir, işe yarar bir sorgulama gerektirir. Ama sen öldüm bittim dersen sorgulamaz, daha iyisini güzelini aramazsın.
Ben müziğimin içine bu kahrolmuşluğu koymamaya dikkat ediyorum. Çünkü amacım tüccarlık değil, insanları ne kadar ağlatıp ne kadar çok para kazanırsam o kadar kâr diye bakmak değil. Beni mutlu eden, etik açıdan da bana doğru gelen bu. Hayata böyle bakıyorum, hayata böyle baktığım için de insanlara bunu vermeye çalışıyorum.
Müzik şak diye kulağından içeri giriyor. Sana akan çok kuvvetli bir etken. Şarkında ‘kırarım dökerim, vururum’ diye sözler yazıp bunu da marifet gibi söylersen sonra da “kadına şiddete hayır “ dersen bunun bir mantığı kalmıyor. Yaptığınla söylediğin birbirini tutmuyor. Şiddete hizmet ediyorsun. Bunu ben tecavüze uğrayan kadınlarla ilgili tweetlerde de çok görüyorum. Tecavüz eden adama edilen hakaretler de kullanılan kadınların bedenlerini içeren küfürler oluyor. Kullandığımız dil o kadar önemli ki. Dolayısıyla şarkı sözünde bu kat be kat önemli, çünkü defalarca çalınıyor. İşin üzücü tarafı kadınlar erkeksi olmayı, ya da bu erkeksi küfürleri kullanmayı bir özgürlük gibi görmeye de başladı
Erkeksi bir dil kullanarak erkeksileşerek kadın haklarını savunamayız. Erkeksileşmek kadının güçlü olması gibi görünüyor. Bir kadınının erkeksileşmesi onun özgürleşmesi değil, kaybetmesidir. Çünkü kadın olmak, kadın olduğun için güzel, kadın olmakla gurur duyduğun için güzel.
“BİZ EĞLENDİRİCİ DEĞİLİZ”
Bu apolitikleştirme tekniklerinden biri. Particilik yapmak başka bir şey, insanın hayata dair görüşünün olması başka bir şey. Ayrıca particilik de yapabilir. Bu kimsenin karışabileceği bir şey değil. Bir insan müzisyen olup aynı zamanda bir partiyi sevebilir. Bunun kime ne zararı var? Partilerden hoşlanmıyor olabilirsin ama hayata dair bir görüşün vardır. Benim bir görüşüm var. Eşitsizlikle ilgili her konuda mağdur olanın yanında olmayı tercih ediyorum. O yüzden tabiî ki kadınlarla ilgili bir durum olduğunda konuşacağım, karşı çıkacağım. Sanat dediğimiz şey biraz değiştirmek, dönüştürmek, var olan düzeni sorgulamak adına yapılan bir durum. Biz eğlendirici değiliz.
Benim için çok kıymetli bir süreçti. Eşimle beraber küçük odamızda akustik bir şekilde gerçekten doğal, gerçekten olduğu gibi bir albüm yaptık. Evden Canlı Canlı, çok doğal bir albüm. Ev poğaçası, ev keki gibi. Dinleyici için de öyle olduğunu düşünüyorum. Bizim pandemi dönemine ait bir hatıramız bu. Bence tarihsel bir yanı var.
Ara ara motivasyon için youtube kanalımda hikâyeler de anlatıyorum.
İlk başta bilimkurgu filmin içine düşmüş gibiydik, çaresizlik hissi vardı. Yapabileceğim tek şey müzik yapmaktı. Ve o dönemde Yeşilay “biz bunu sağlık çalışanlarımıza armağan etmek isteriz” dedi. “Tabii ki” dedim. Çünkü sağlık çalışanlarının morali de çok bozuluyordu hala da çok bozuluyor. O kadar emek verip bir de kıymetleri bilinmiyor, bir de şiddet uğruyorlar, hakaret işitiyorlar. O yüzden onlara bir teşekkür niteliği de taşıyor.
“GERÇEKLEŞMİŞ BİR ÜTOPYA”
(Gülüyor) Evde Miko var. Miko müziklere inanılmaz ilgi gösteriyor. Kötü bir müzik duyduğunda çeker gider. Enteresan bir kedi. Yeni bir müzik yaptığımız zaman merakla dinliyor. Alışkın olduğu bir müzikte uyumaya başlıyor.
Şarkının hikâyeyi aslında şu; Magazin programlarında, evlilik programlarında insanlar birbirlerine kaç yatın, kaç katın var gibi şeyler soruyor. Aç kalacak halimiz yok ama aşkın bu kadar maddiyatlaşması, kapitalist kültürün her şeyin üzerinde hakimiyet kurması, bu al ver ilişkisi, her şeyin ticarete dönüşmesi benim çok canımı yakıyor. İnanıyorum ki; “Biraz çayım var gel iç benle/ bir kedim var uyur benle/ paradan çok aşk var bende” diyen insanlar hala var. Bu naif bir aşk arayanların şarkısı. Küçükken Sezen Aksu “Bir kedim bile yok anlıyor musun” diye şarkı söylerken çok üzülür “Sezen hanıma kedi alalım anne” derdim. O zaman oradaki sözün derinliğini anlayamıyordum. Orada karşılıksız sevginin arayışı var. Hayvanlar seni gözünün içini bakarak, karşılıksız sever o sevginin yokluğu büyük bir ızdırap. Bu şarkıda dedim ki; bir kedim var. Ben de öyle koşulsuz, paraya pula ehemmiyet vermeyen bir aşk var. Sen de öyleysen gel. Ben hala öyle insanların kaldığına ve onların bu şarkıyı seveceğine inanıyorum. Yani kaç tane evin var, araban var mı demeyip gerçekten o hakiki muhabbete gelecek insanlara olduğuna inanıyorum.
Ben Ankaralıyım. Deniz görmeden büyüdüm. Kadıköy’de huzur buldum. Önce Fenerbahçe’ye yerleştim. Anne babam hala orada yaşıyor. Şimdi Suadiye’de yaşıyorum. Deniz bize çok güzel bir yarenlik yapıyor. Kadıköy sahilinde martılar kediler, kediler köpeklerle arkadaş. İnsanlar etrafta dolaşıyor. Herkes birbiriyle arkadaş. Huzur olduğu ve bir tehlike hissetmediği zaman kimse kimseyle uğraşmıyor. Eğer birbirimizi ötekileştirmez, potansiyel bir tehlike olarak görmez ve gösterilmezsek hepimiz huzur içinde yaşayabiliriz. Bu bir masal değil gerçek. İşte görüyorum. Kadıköy gerçekleşmiş bir ütopya. Kadıköy’ün ilhamına çok inanıyorum. Bana yaptığı yarenliğe. O yüzden Kadıköy’e çok teşekkür ediyorum.