Kaptan'dan rota şaşırtan şarkılar…

Kadıköy’ün sesi Kesmeşeker’in vokal ve gitaristi Cenk Taner, yeni albümü ‘Yoldan Çıkaran Şarkılar’la ülkedeki sözde ‘yolunda giden’ düzene karşı ‘Yoldan çıkmış, başka keşifler yapın…’ diye sesleniyor insanlığa. Kadıköy’ün kent ozanı Taner, sokaklarından beslendiği mahallesi için ‘Kadıköy’de sabitiz biz, böyle iyiyiz, mutluyuz…’ diyor.

04 Aralık 2013 - 10:29
Gökçe UYGUN
Fotoğraflar: Harika Şebnem Karabıyık/Kesmeşeker
arşivi/Engin Güneysu
 
“O benim kişisel tarihim…”-Adı bende saklı- Bir Cenk Taner dinleyicisi böyle dedi. Adını bilmediğim bir başkası da şöyle; “Kadıköy’ü evimiz gibi hissettiren mütevazı kral…”
Bu lafların üstüne ne eklesem de bu röportaja girsem bilemiyorum. Cenk Taner’i sevenler, bir başka seviyor sanki… O bir müzisyen, şarkı sözü yazarı, kendine münhasır bir filozof, yazar, Kadıköy sakini… Çok tanımı, çok yönü var Cenk Taner’in. Sayfalarımıza O’nu taşıyan ise yeni albümünü yayınlamış olması. Bunca yılın Kadıköylüsü Cenk Taner, tesadüf o ki bugüne dek hiçbir albümü Kadıköy’de kaydetmemiş ta ki “Yoldan Çıkan Şarkılar’a dek. 2. solo albümü olan Yoldan Çıkan Şarkılar, Gezi direnişinin Kadıköy sokaklarına sirayet ettiği ateşli günlerde kaydedilmiş, albüme direniş ruhu da sinmiş elbette. Taner, “Yoldan Çıkmış Şarkılar”da paylaştığı melodili öyküleriyle bizi sorgulamaya, yoldan çıkmaya çağırıyor. Çağrısını kabul edenler söyleşimize buyursunlar…
 
-“Yoldan Çıkmış Şarkılar”, 2. solo albümünüz. İlki olan”’İzin Vermedi Yalnızlık”ın üstünden 12 yıl geçmiş. Arayı biraz açmışsınız…
Yani evet 12 yıl geçti ama arada Kesmeşeker albümleri var tabi 2004 ve 2011’de. 2004’te bir de kitap (Andıran Otu) var. Çok da ara vermiş sayılmayız esasen. Kendimizi şarj etmek zaman aldı diyelim.
 
-12 yıl sonraki ikinci solo albümü ilkiyle kıyaslarsanız neler söylersiniz?
Yoldan Çıkmış Şarkılar, bir yanıyla İzin Vermedi Yalnızlık’ın devamı sayılabilir. İçsel, akustik bir çalışma oldu. 12 yıl sonra böyle daha bir olgunlaştık sanırım. Melankolik yanı diğer albümlere göre daha düşük. O da artık yaşla ilgili bir şey sanırım (gülüyor).
 
-90’lardan bu yana Kesmeşeker’lesiniz. Sizi solo albüm yapmaya yönelten neydi? Grupla neyi yapmak yetmedi de kendi albümümü yapayım dediniz?
Ara sıra grubu dinlendirmek gerek ki demlensin... Bu daha içsel ve akustik bir albüm. O yüzden solo yapmayı tercih ettim.
 
-Bir müzik grubunun 23 yıl bir arada kalması, günümüz müzik dünyasında epey zor olsa gerek. Ne dersiniz?
Evet zor tabi. Grup değişik bir yapı. Çok eleman değiştirmiş bir gruptur. Her gelen isim kendi tarzını, enerjisini getirir. Bu da albümlere yansır. Grubu yaşatmak, Türkiye gibi 2 kişinin biraya gelip bir iş yapamadığı bir ortamda daha da zor. Bu işin sırrı inat... Biraz da çatlaklıktan geçiyor alsında! Pek akılı adam işi değil bu. Memlekete çatlaklar da lazım (gülüyor).
Ustalarımızda da böyle gördük biz. İstikrar çok önemlidir. Üretim de keza öyle. Üretebildiğiniz sürece yaparsınız. Bizim ülkede en çok üretilen şey mazeret! Biz mazeret yerine şarkı üretmeyi tercih ediyoruz. Özetle Kesmeşeker’in sırrı; çatlaklık, istikrar ve üretim…
 
-Üretim demişken, albümdeki tüm şarkıların söz-besteleri size ait. Kendi sözünü yazıp, kendi müziğini seslendirmek günümüzde artık pek çok müzisyenin önemsemediği bir şey sanki. Bunu yapmak bir müzisyene ne katar?
Bir kere samimiyet kattığı kesin… Şehirlerde ‘kent ozanı’, Anadolu’da ‘halk ozanı’ geleneği… Kendi yaşamınızdan yola çıkarak üretiyorsunuz. Bir hikaye anlatıyorsunuz aslında. Ve bu da sizi dinleyen insanlarla örtüşüyor. Yapan ve dinleyen hep aynı özdendir. Yani ben ve benim dinleyicim aynı özdeniz. Kendi söz ve müziğini yazmak ve çalmak her zaman iyidir.
Biz tabi kendi söz müziğini yazan insanları dinleyerek büyüdük. Türkiye’de ve yurt dışında çok insan var. Böylesi daha sahici. Ama bunu yapabilmek için de anlatacak bir şeyinizin olması lazım. Bu ağır bir beslenme gerektiriyor aslında. Edebiyattan, sokaklardan, hayattan biriktirme ve süzme… Sonra onu kendi tarzınızla geri sunuyorsunuz insanlara.  
 
-İlhamınız hayatsa, bu üretim sizin için hiç bitmeyecek bir durum değil mi? Örneğin müzik yapmasanız bile, anlatacak hikayeniz varsa bir şekilde ulaştırırsınız insanlara…
Evet orası öyle tabi de ama umarım müzik hep devam eder. Hayat tarzım bu… Müzik... İstikrar benim çok inandığım bir şey. Üretmek ve bunları sunmak gerek.

-Deminden beri sözlerinizde ustalara referans ediyorsunuz. Kim onlar diye sorsam?
İsim saymanın riskli yanı çok… Şairler tabi en başta; Turgut Uyar, Edip Cansever.. Daha nice isim… Zaten bu isimlere göndermeyeler vardır hep şarkılarımda. Yazarlar, müzisyenler, kendi müziğini yapan insanlar. Biz Kadıköylü olduğumuz için tabi Barış Manço önemli bir figürdür.
 
-Sadece müzisyen değil yazarsınız da. Andıran Otu adlı bir kitabınız var. Bu çok çeşitlilik neden? İçinde biriktirdiklerinizi farklı şekillerde ifade ihtiyacından mı?
Evet öyle söylenebilir. Yeni kitap (Özgür Olduğunda Marmara) da 1 haftaya filan çıkıyor. Kitaplardakiler deneme metinleri. Bilinçaltımdan gelen yazılar yani… Kitaplar bana böyle bir özgürlük alanı açıyor gibi. Çünkü şarkı sözü yazarken ister istemez mantıklı bir hale geliyorsunuz. Yani şarkının belli bir mantığı, süresi, notaları falan var ya, onlara uymak durumundasınız. Ama yazılar, tamamen içsel dökümlerim…
 
-Cenk Taner sevenleri “uçsuz bucaksız azınlık” diye tanımlıyorsunuz. Nasıl bir ilişki var sizi takip edenlerle aranızda? Nasıl kurdunuz bu içten bağı?
Samimiyetle kurulmuş bir bağ. Hiç yalan söylemedik biz şarkılarımızda. Hep olduğumuz gibiyiz. 9 albüm 23 yıl… Her yerde var dinleyicilerimiz ki çoğu da fanatiklik derecesinde. Hepsi çok iyi insanlar. Hatta bazen gazeteci arkadaşlar inanamıyorlar ‘Sizin nasıl bir dinleyiciniz var böyle…’ diye.
 
-Evet evet ben de onlardan biriyim. Albümün Shaft’taki tanıtım konserinde bizzat gördüm. Sahne önünde Cenk Taner tişörtleriyle, şarkılara ezbere eşlik eden ve adeta başka boyuta geçen bir grup vardı. Gerçek miydi onlar? (Gülüyorum).
Gerçek gerçek. (gülüyor). Senin de dediğin gibi bizi bilen çok iyi biliyor. Yunus Emre’nin dediği gibi; ‘Bilmeyen ne bilsin bizi, bilenlere selam olsun...’ Şarkı söylemek, müzik yapmak, kitap yazmak… Bunlar hep evrene bir frekans yollamak. O frekanstaki insanlar da sizi bir yerde, bir şekilde buluyor.
 
-Nasıl buluyorlar peki? Sık sık televizyona çıkan, röportaj veren biri de değilsiniz ki…
Bu televizyonda görünmekle alakalı bir şey değil. Eş dost tavsiyesiyle ilerliyor, böyle böyle çoğalıyoruz (gülüyor) Babadan oğula, abladan kardeşe devreden bir durum. Çok çılgın ve çok güzel.
 
-Sizin hep mütevaziliğinizden, samimiyetinizden, naifliğinizden bahsediliyor. Kimiz zaman aşırı vahşi olabilen bir müzik ortamında nasıl böyle kalabiliyorsunuz?
Yapı meselesi… Popüler olmak için bir şey yapmıyoruz. Biz sadece yaptığımız işi yapıyoruz. Konserler, albümler, kitaplar. Olduğumuz gibi yaşıyoruz. Kadıköy’deyiz, Kadıköylüyüz. Tüm mekanlarımız burada, kafe, meyhane, bar, park.. Zaten artistlik yapacak bir durum yok. Kaldı ki olsa bile, neyin artistliğini kime yapacaksın ki?! Dinleyicime karşı böyle bir tavır söz konusu bile olamaz. Ben de öyle adam sevmem. Sevdiğim sanatçıların da böyle olmasını isterim. Merhabaya merhaba gerek, bir yerde denk gelince oturup sohbet edebilmek gerek. Bana Kadıköy sokaklarında rastlar dinleyiciler, sorarlar ‘Abi şu şarkının sözü şu muydu, konser ne aman’ filan diye. 
 
-Yıllarca “sanatçı egosu” diye bir şey duyduk biz. Yok muymuş yoksa öyle bir durum sizce?
Sanat ego barındıran bir iştir. Mühim olan sizin o egoyu ne kadar törpülediğinizdir. Egonuzu üretime çevirip kullanırsanız yararlı bir yola sokmuş olursunuz. Öbür türlüsüyle başa çıkılmaz. Dünyaları ben yaratım havasına girersiniz ki öyle bir şey yok zaten! Nasıl herkes kendi işini yapıyorsa siz de bu işi yapıyorsunuz. Bu size bahşedilmiş bir yetenek. Bunu en iyi şekilde kullanmak, egoyu doğru yola sokmak gerek.
 
-Sadece yetenek diyerek kendinize haksızlık ediyorsunuz bence. Hayatı gözlemlemeniz, okumanız, yazmanız…
Bu işe kafayı takmak, baş koymakla alakalı bu. Ben küçüklükten itibaren şarkı yazarı, müzisyen olacağımı biliyordum. O zamandan yolumu saptamıştım. O yönü erken yaşta belirleyince, kendinizi de o yönde yetiştirmeye başlıyorsunuz; konserlere gitmek, şarkılar dinlemek, müzik, kitaplar, gitar almak… Başka bir iş yapsam kendime ihanet etmiş gibi olurdum. 15 yaşından beri ne düşlediysem, şuan ben oyum. O anlamda kendiyle barışık bir adamım.
 
 ‘Kadıköy’de sabitiz, iyiyiz, mutluyuz…’
-Cenk Taner denilince akla gelen kelimelerden biri de elbette Kadıköy. Kadıköy’de doğmadınız ama siz bir Kadıköylüsünüz. Zaten herhalde bir yere ait olmak için de orada doğmuş olmak da şart değil, değil mi?
1985’ten beri Kadıköy’de, hatta aynı sokaktayım. Kesmeşeker için “Kadıköy’ün sesi” (Kadıköy sound) derler. Bizle özdeşleşmiş bir durum var. Şarkılarımızda çok geçer Kadıköy. Kadıköy’den aldığımızı evrene iade ediyoruz. Buranın havası, suyu bize başka gelir. Karşı’dan buraya gelince toprağı öpmek isteriz. Kadıköy milliyetçiliği değil bu. Burada bir başka hava var, rahatız, özgürüz. Büyüdüğümüz, beslendiğimiz topraklar burası. Kadıköy baş tacı bir yer bize. Kadıköy’de sabitiz biz. Kadıköy, İstanbul’un üretim beşiğidir. Taksim filan sanılır ama değil. Burası egosu fazla olmayan bir yer. Karşıya konsere filan gitmek-ki deplasmana gitmek diyoruz biz buna- (gülüyor) zor geliyor. Karşısı karışık, burası sessiz sakin. Mahallemizde iyiyiz biz böyle.
 
-Albümü Mahalle’nin Shaft’ında tanıttınız. Bir sonraki konser ne zaman mahalleden komşulara?
20 Aralık’ta Karga’da olacağız. Ocak’ta da tekrar Shaft.
 
Kadıköy’ün Kaptan’ı ve Karabataklar…
Albümdeki, söz ve besteleri Cenk Taner’e ait olan 12 şarkı şöyle; Bir Şehre Merhaba Dedim/Felek Felemenk'ten Geçmiş/Özgür Olduğunda Marmara/ Aklımın Sibiryası/ Geyikli Baba Uzaylılar Şarabı/Her Şey Siyaha Giderken/Öyle İnce/Tahta Kılıçlar/Hep Yarın Olsun/Kara Şair/Silah Sesinde Yunuslar/Kadıköy Karabatakları.
 Cenk Taner’e albümde eşlik eden Karabataklar da şu isimlerden oluşuyor; Mehmet Şenol Şişli (bas gitar, geri vokal), Veysel Çolak (elektrik ve akustik gitar, harmonium, melodika, geri vokal), Gökhan Özcan (davul), Çağrı Büyükçoban (davul), Mert Fehmi Alatan (trompet), Cem Dinler (hammond), Kerem Sefil (perküsyon), Ali İzzet Çalışkan (mızıka), Gülce Altunel (mızıka) ve Serhan Baki (tabla).

ARŞİV