Tek bir replik dahi söylemeden filmin tümünde rol alıyor, hem de kuşdiliyle! (ıslık dili) Kadıköylü oyuncu Damla Sönmez ve şuan vizyona olan yeni filmi ‘Sibel’den bahsediyoruz. Karadeniz’in bir köyünde yaşayan ve sadece ıslık diliyle iletişim kurabilen genç bir kadının kendini keşif ve özgürleşme hikayesini konu alıyor. Filmin heyecanı ve yoğunluğunu yaşayan Sönmez’le kısıtlı zamanda konuşabildiklerimiz…
Sibel bir özgürleşme hikâyesi. Daha doğrusu özgürleşmeye çalışan bir kadının, kendini topluma kabul ettirmeye, gücünü bulmaya çalışırken o özgürlüğün de, gücün de kendi içinde olduğunu keşfetme hikâyesi. Senaryoyu ilk okuduğum günden beri biliyorum ki Sibel, güçlü bir genç kadın karakterden de öte hepimizin kendi olabilmek için isyan etmek isteyen parçası.
Toplumda düzen sağlamak için koyulmuş kurallar bir süre sonra amacını aşıp bireylerin elini kolunu bağlar bir duruma getiriyor. Sibel’de de bir kadın hikâyesi üzerinden ataerkil toplumun sadece kadın üzerindeki değil, erkek kadın fark etmeden toplumun tüm öğeleri üzerindeki baskısını anlatıyor.
Bu hikâyelerden çok sık çıkmıyor karşımıza. Kendimi şanslı hissediyorum. Kadın-erkek hikâyesi, kadın-erkek filmi değil de, iki farklı açıdan da bakan filmler yapmak ümidim. Bir filmi “kadın filmi” diye adlandırdığımızda yine ayrım yapmış oluyoruz.
ROLE BABASIYLA HAZIRLANDI
Babam çok iyi ıslık çalar. Başlarda ses çıkarana kadar onunla çalıştım. Sonrasında ise filme 4 ay kala köye gidip gelmeye başladık. Islık dili bir komut dili değil. Her heceye karşılık gelen bir ses var. Bu ses dilin kıvrımı ve gırtlak nüanslarıyla çıkarılıyor. Bu seslerin bir araya gelmesiyle uzun cümleler kurabiliyorsunuz. Köye gidip gelmeye başladığımda çok sevgili bir ıslık hocam oldu; Orhan Civelek. Biz oradan ayrıldıktan sonra da yine kendisinin önderliğinde bir ıslık dili kursu açıldı.
Anlatım dilini kelimelerden anlara, nefese dönüştüren özel bir durumu var Sibel’in. Bir oyuncu olarak benim alışık olmadığım bir anlatım biçimiyle karşılaştım senaryoya çalışmaya başladığımda şöyle dedim kendime: Konuşamıyorum, kelimelerim yok, ne koyabilirim yerine? Nefes! Hangi noktalarda nefesi kesiliyor Sibel’in, hangi noktalarda ciğerlerinden kelimelerle haykıramadığını nefesiyle dışarıya atmaya çalışıyor? Yönetmenlerimiz Çağla (Zencirci) ve Guillaume (Giovanetti) da ses tasarımına başladıklarında bana çok yardımcı oldular. Müzik kullanmak yerine, sahne geçişlerini, hikâye takibini Sibel’in nefesiyle tasarlamaya başladılar.
Şahane hissettiriyor. Çok mutlu oluyorum, çok onore oluyorum. Ödüller bir yandan da hikâyenizle başka kalplere dokunabildiniz demek. Sinemanın bu birleştirici gücüne hayranım.
Kendimize dürüst olmamızı sağlayacak Sibel. Herkesin kendi olabilmesi için gerekli cesareti, motivasyonu filmde bulacağını umuyorum.
Son olarak iki sezon boyunca Marius Von Mayenburg’un Bi Parça Plastik isimli oyununu sergiledik. Bu sene sinemasal yoğunluğumdan dolayı sahnede olamıyorum ama tiyatro hayatımda hep olacak.
“TİYATRO TAZELENME ALANIM”
Hepsi benim işim. Hepsinin birbirinden çok farklı, hepsini ayrı seviyorum. Televizyon, Türk televizyonunun ve dizilerinin geldiği son nokta itibariyle yazarından, oyuncusuna, set emekçisine kadar herkes için oldukça zorlayıcı bir iş. Reklam kuşaklarını fazla kılmak için sinema filmi saatinden daha uzun sürelerde diziler yapılıyor. Bu da kaliteyi tabi ki düşürüyor. Oyuncu olarak sinema filmlerinde hikâyenin başını sonunu biliyorsunuz, reyting kaygısıyla senaryolar değiştirilmiyor. Tiyatro hepsinden tamamen farklı. Orası benim tazelenme alanım. Seyirciyle iç içe, onlara bir kalp atışı kadar yakın olmak oyuncu olarak sizi en çok geliştiren şey. Bu bahsettiğimiz tüm alanlar birbirini her şekilde besliyor aslında.
Karakterler hikâyelere bağlıdır. Bu nedenle hikâyeden ayrı, “Şöyle bir karakter oynamak isterim” diyemem. Ama hayatımın sonuna kadar hikâyeler anlatmaya devam etmek istiyorum.
“KADIKÖY, KÖYÜM…”
Evet. Bahariye’de doğdum. Bahariye - Moda o zamanlar çok sakindi ama o zaman da çok güzeldi. Şimdi de hem sanatın hem eğlencenin buluşma noktası. Şehrin herhangi bir yerinde bir gün geçirip Kadıköy’e döndüğüm zaman “Oh, köyüme döndüm.” diyorum.
Zaman bulabildikçe oyun ve sergilere gidiyoruz. Süreyya Operası’nın programını takip etmeye çalışıyoruz. Bahar ve yaz aylarında sahilde çok vakit geçiriyoruz.
Uzun zamandır Moda’da oturuyorum. Yakın çevremin de buralarda oturması, birçok arkadaşımın oyununu izlemeye yürüyerek gidebilmek, evime yakın sevdiğim mekânlar olması günlük stresin yoğunluğun içinde rahat bir nefes aldırıyor. Birlikte üretmek istediğim arkadaşlarımla bir araya gelip çalıştığımız yer aynı zamanda burası.
Kadıköy’ün son yıllardaki değişimi, artan nüfusu, yeni açılan mekânlar kültür sanat etkinliklerinin artması..vb bunların hepsi aslında çok yönlü bir değişimin parçası gibi. Tek yönlü bir büyümeden söz edemeyiz. Çok farklı çevreler tarafından da tercih edilebiliyor. Üniversite öğrencileri, yeni çocuğu olmuş aileler ya da Cihangir'den kaçanlar, hepsini Kadıköy ve Moda'ya bağlayan başka bir özellik var. Kadıköy’ün İstanbul'un diğer merkez sayılabilecek yerlere göre yükselişe geçip bir yaşam alanı olarak tercih edilmesinin sebebinde en çok bu kendine has durumu etkili diye düşünüyorum. Kadıköy’ün, herkesin anlayabileceği kendine has bir dili var.