Karagöz ustası Diker:'PERDE ARKASI ÖMÜRDÜR'

Türkiye’nin sayılı Karagöz ustalarından Taceddin Diker nam-ı diğer “Taci Baba”, 90 yaşında olmasına rağmen hala sanatını yapmaya devam ediyor.“Perde arkası ömürdür” diyen Diker, Mart ayı boyunca her Pazar günü Kadıköy Belediyesi’nin davetlisi olarak Barış Manço Evi’nde yok olmaya yüz tutan bu sanatı meraklılarıyla buluşturacak.

28 Şubat 2013 - 14:30

Röportaj ve Fotoğraflar: Semra ÇELEBİ 

Libadiye’de bir ev. Kapıda hafif aksayan ayağıyla bir usta ve kızı karşılıyor beni. Yılların Karagöz oynatıcısı, UNESCO’nun “Yaşayan Kültür Hazinesi” Taceddin Diker, daha kapıda, o kocaman gülümsemesi ve sıcacık “Hoşgeldin kızım” sözcükleriyle, bir anda “Taci Baba” oluveriyor. Zira Karagöz âlemi ve sevdiklerinin Taci Baba’sı o. Bu keyifli sohbetten sonra artık benim de…Yok olmaya yüz tutmuş bir sanatı yaşatmanın hem keyfini sürüyor hem de sorumluluğunu taşıyor Taci Baba. Bu yüzden de 90 yaşında bile perde arkasına geçiyor ve kendini unuturcasına yapıyor gösterisini. “Çalışmasaydım ölürdüm” diyen usta, 3-10-17-24 ve 31 Mart Pazar günleri 13.00-14.00 arası Barış Manço Evi’nde Karagöz ile Hacivat gösterileri yapacak. Bu etkinliği fırsat bilip “yaşayan efsane” Taceddin Diker’i ziyaret ediyoruz. Taci Baba oturur oturmaz “Karagöz’ün de bir adabı var ama şimdikiler bilmiyor. Sopayı eline alan Karagöz oynatıyor” diye giriyor söze. Ustanın en büyük yardımcısı kızı Gülderen Diker’in de katıldığı sohbetimiz başlıyor böylece… 

-Karagöz oynatmanın özel bir tekniği var değil mi?
Elbette var. Bir kere tiyatro bilgisi olması şart. Tiyatrodan bir farkı yok ki bunun. Sahnede değilsiniz de perde arkasındasınız. Hatta tiyatrodan daha zor. Tiyatroda seyirciyi görebiliyorsunuz, tepkilerini anlayabiliyorsunuz ama Karagöz’de sadece sesleri duyuyorsunuz. Sonra Karagöz-Hacivat sesini vermek çok zordur. Bu sesi veremeyen lütfen bu işi yapmasın! 

-Siz nasıl Karagöz sanatçısı oldunuz? Nasıl yetiştirdiniz kendinizi?
Eskiden Şehzadebaşı’nda Direklerarası denilen yerde oturuyorduk. Orada tiyatrolar vardı. Çocukluğum hatta gençliğim o tiyatrolarda geçmiştir. Sürekli oyun izlerdim. Rahmetli Naşit Bey’i, Dümbüllü’yü, Yunanistan’dan gelen Zozo Dalmas’ları, Cemal Sahir operetlerini… o dönem ne varsa seyrettim. Sonra cumartesi günleri Şehir Tiyatrosu’nda talebe matineleri vardı. Onları da hiç kaçırmazdım. Bütün Yunan klasiklerini, Şekspir’i, Moliere’i izledim, tiyatroya dair ne varsa oralardan öğrendim.  

-Peki Karagöz’le nasıl tanıştınız?
1942 yılında tanıştık (gülüyor). O zamanlar Halkevleri Halk Odaları vardı. Rahmetli Hazım Körmükçü, Salı günleri Karagöz oynatırdı. Sonra Camcı İrfan Bey vardı. O dönem bu sanatçılar bütün Halk odalarını geziyorlardı. Bizim Halk Odası’na da geldiler ve 10 gün kaldılar. Hem sahne önünü hem arkasını izleme şerefine nail oldum. Tiyatronun beşiğinde büyüdüğüm için de zaten büyük sempatim vardı. O gün sahnenin tozunu yuttum ve böylece başladım. Halk Odası’nda evvela mukavvadan yapılmış Karagöz tasvirlerini oynatmaya başladım. Mukavvayı alır tasviri çıkartır yağda kızartırdım, şeffaf olması için. Ama fazla dayanmazdı. Sonra rahmetli Ragıp Turtekin ile tanıştık. Eski Üsküdar Kaymakamı, ud çalar, hattat… Zaten eskiler hep öyleydi, birçok sanatı icra etme kabiliyetleri olurdu. Karagöz yapımını ondan öğrendim. 25 yıl Ziraat Bankası’nda memuriyet yaptım. O arada da sağda solda Karagöz oynatıyordum hatta hokkabazlık bile yaptım (gülüyor). Sonra kendi isteğimle emekli oldum ve profesyonel olarak bu işe devam ettim. Eminönü Küçükpazar’daki Halk Odası’nda Temsil Kolu kurdum. Eşref Kolçak, Bülent Koral gibi aktörler hep oradan geçmiştir. 
 
-Geçmişte, Halkevleri Halk Odaları çok önemli yerlerdi değil mi?
Elbette! Muntazam bir tiyatro sahnesi var, kütüphanesi var, sürekli bir çalışma üretme ortamı… O zamanlar bazı mahallelerde elektrik yoktu ama çocuklar Halk Odalarına gelip ders çalışırdı. Yaşça büyükler küçüklere eğitim verirdi. Biz böyle yetiştik işte. Ama kapattılar! Evet, artık kötü olmaya başlamıştı, rüşvet vermeden açtıramıyordunuz kapısını ama neden kapatıyorsunuz, ıslah edin! Öyle bir kütüphane vardı ki orada anlatamam size… Bir tek kitap kalmadı, hepsi mahvoldu gitti… Yazık! 
-Karagöz oynatmanın eğitimi veriliyor muydu o dönem?
1973 yılında Cumhuriyet Gazetesi’nde bir ilan çıktı, “Atatürk Kültür Merkezi’nde Karagöz Yapım Oynatım Piyes Yenileme Kursları açılacak” diye. Ben de o sıralar bu işi yapıp yapamayacağımdan şüpheliyim. Başvurdum, imtihana girdim ve kazandım. Rahmetli Nurettin Sevim Bey-Carl Ebert ile birlikte Ankara Tiyatrosu’nu kuran insandır-hocamızdı. Bize bir tiyatro artistine ne vermek gerekiyorsa her şeyi verdi, öğretti. İki yıllık çok özel bir eğitim aldık. 1974’te emekli olduktan sonra da tamamen bu işe verdim kendimi. Bir gün oyundan sonra rahmetli Erol Günaydın ve Selim Naşit geldiler yanıma. Akbank Çocuk Tiyatrosu’nda çalışmamı teklif ettiler. Onların sözüyle oraya girdim ve tam 36 sene her cumartesi pazar orada Karagöz oynattım. Geçen yıl bir teşekkür etmeden kapı dışarı ettiler beni.  

-Gerçekten çok üzücü. Gerekçe olarak ne gösterildi?
Hiçbir gerekçe gösterilmedi. Ben dedim ki onlara “İstemiyorsanız beni bırakın gideyim”. Maalesef bir sene oyaladıktan sonra gerekçe göstermeden Karagöz gösterisini bitirdiler. 
 
-Ama şimdi Kadıköy’de yapacaksınız gösterilerinizi, biz çok mutluyuz, siz heyecanlı mısınız?
Evet, sağolsun Kadıköy Belediyesi açtı bana kapılarını. Kısmet olursa Mart ayı boyunca her Pazar, Barış Manço Evi’nde gösterimiz olacak. Ayın ilk Cumartesi de Oyuncak Müzesi’nde gösteri yapıyoruz. Ama bana yetmiyor tabi. 

 -90 yaşında bu çalışma azminiz gerçekten şaşırtıcı…
Çalışmazsam zaten bu yaşta olamam (gülüyor). Perde arkası ömürdür….

Ekibinizde kimler var?
Kızım en büyük yardımcım. Kocaeli Üniversitesi Kukla Bölümü Başkanı Ata Camuz da yardaklarımdan (yardımcı) biri, bir de yine üniversiteden Alpay Eker var. Onlar benim elim ayağım. Karagöz’ü bir kişi oynatır ama bu gösteri tam bir ekip işidir.  

-Hikâyeleri de siz mi yazıyorsunuz?
Bazıları eski hikâyeler ama birçoğunu ben yazdım. Karagöz’ün zamana uyması görüşündeyim. Güncellik olmazsa Karagöz ölür. Eski Karagöz’ün ne dili kaldı ne konusu... Ama o eski Karagöz müzelik olarak kalacak.  

-Peki, var mı sizden sonra layığıyla bu işi yapacak olan?
Bir iki kişi var. Onlar yeni kuşakları yetiştirirse ne mutlu, yetiştirmezse bitti bu iş! 

-Ve son soru: Karagöz ile Hacivat gerçekten yaşayan karakterler miydi sizce?
Orası şüpheli. Halk onların Bursa’da yetiştiğine inandı. Halkın inandığı bir şeyi de silemezsiniz. Bu durumu ben Şekspir meselesine benzetiyorum. Yaşayıp yaşamadığı çok tartışıldı, mezarını açmaya kalktılar ama bugün Şekspir Tiyatrosu var, Şekspir evi var. Millet böyle kabul etmiş. Yani bu karakterlerin artık yaşayıp yaşamadıklarının bir önemi kalmadı. Bana soracak olursanız ben Karagöz ile Hacivat’ın yaşadığına inanıyorum. Zaten 600 senedir yaşayan bir kültür… 

GÜLDEREN DİKER: ‘ÜÇÜNCÜ EVLAT GİBİYİM’ 
Taceddin ustanın kızı Gülderen Diker, Karagöz sanatının içine doğmuş. Karagöz ile Hacivat’ı çok sevse de çocukken onları kıskandığını gizlemiyor. Emekli olduktan sonra bu sanata daha çok vakit ayıran Gülderen Hanım gülümseyerek anlatıyor:“Tek çocuğum ama hiç kendimi tek hissetmedim. Benden önce Karagöz ile Hacivat gelmişti bu aileye. Hatta bazen kendimi üvey evlat gibi hissetmişimdir (gülüyor). Küçükken bana yemek yedirmek için perde kurup karagöz oynatırlarmış. Babam sürekli gösteriye giderdi, annem oyunun perdelerini dikerdi. O yüzden hep mesafeliydim Karagöz’e karşı. Ama ben de emekli olduktan sonra, daha çok eğildim bu işe. Babamla birlikte gösterilerin müziklerini hazırlıyorum, perde arkasında yardım ediyorum. Bizim ailecek tüm yaşamımız Karagöz ile Hacivat oldu.”
 

ARŞİV