Yarattığı karakterlerle öfkesini ve sevincini ortaya çıkaran Kadıköylü sanatçı Rabia Kip, sanat yönetmenliğinin yanından tiyatro oyunları için sahne ve kostüm tasarlıyor. Yoğun olarak ahşap ve seramikten kuklalar yapan Kip, aynı zamanda resim de çiziyor. PsikeArt dergisinin çizerlerinden olan Rabia Kip’in Acıbadem’deki atölyesine konuk olduk ve kendisiyle söyleştik.
KADIN YÜZLERİ
Öncelikle kendini tanıtır mısın, kimdir Rabi Kip?
Kocaeli Üniversitesi Sahne Tasarım Bölümü mezunuyum ama öncesinde Ankara’da Olgunlaşma Enstitüsü’nde iki yıllık Moda Tasarım Bölümü’nde okudum. Sonra Kocaeli’nde dört yıl sahne tasarım, kostüm...Sonrasında da sektöre atıldım. Ankara’da doğdum büyüdüm ama yaklaşık sekiz yıldır Kadıköy’de yaşıyorum.
Küçükken ilgin var mıydı tasarıma?
Daha çok kostüm tasarımına ilgi duyuyordum. Çanta yapardım, renklere boyamaya ilgim vardı ama çok belirgin değildi. Benim ilgim aslında oyunculuk ile başladı. Belediyenin verdiği bir tiyatro kursuna gittim. Sonrasında iki yıl oyunculuk için hazırlandım. Ankara’da Dil Tarih’in sınavlarına hazırlanıyordum fakat daha sonra sahne önünde olmaktan vazgeçtim. Sahne arkasında olmak istedim.
Hem kuklalarında hem de resimlerinde kadın yüzleri daha belirgin. Bunun bir nedeni var mı?
Kadınları çizmeye biraz daha ilgiliyim. Bizim evde üç ayrı kuşaktan dört kadın yaşıyor. Bu yüzden her kuşaktan kadınların hikayesi bende mevcut. Ama çizerken eril ya da dişil bir cins ayrımı yapmıyorum. Bazıları bu erkek diyor ama benim öyle bir duygum yok.
MASALSI BİR DÜNYA
Çizdiğin ve tasarladığın karakterler bir masal diyarına ait gibi. Tim Burton’dan etkilendin mi?
Herkes çizimlerimi biraz karanlık buluyor, ben de aksine renkli olduğunu söylüyorum. Belki anlattığım his biraz daha karanlık olabilir. Tim Burton’ı çok severek izliyorum, ister istemez onun etkisinde kalmış olabilirim.
Aslında senin için “on parmağında on marifet” tanımını yapsak çok da yersiz olmaz. Çünkü hem resmediyorsun, kukla tasarlıyorsun, sahne tasarımı yapıyorsun, kostüm dikiyorsun, illüstrasyon çiziyorsun... Bütün bu işlere nasıl başladın?
Aslında ben bu kadar dağılmak istemiyorum. Ama bir taraftan da her şeye dokunmak istiyorum. Bu yüzden bazen iş alırken de daha önce yapmamış olsam da denemek için alıyorum, güzel işler de çıkıyor. Kukla da onlardan biriydi. Uzun süredir bu işi yapanların deneyiminden faydalanıyorum. Yaklaşık üç yıldır çizim yapıyorum. Öncesinde proje için gerektiğinde çizim yapıp sonra onu makete geçirmek gibi çizim yapıyordum. Gezi olayları ile birlikte başlayan öfkemi atma biçimi çizim oldu.
Peki belli bir çalışma disiplinin var mı, yoksa doğaçlama mı oluyor bütün bunlar?
Çizim yaparken de seramik yaparken de maket yaparken de hep doğaçlama ilerliyorum. Kurallara bağlı, belli tekniklerle ve bilgiyle ilerlediğimi söyleyemeyeceğim. Başlarken ne çıkacağını ben de bilmiyorum. Bir hikayeye başlıyorum, istediğim yerde de bitebiliyor. Benim hayata olan motivasyonumu bu yaratım sağlıyor sanırım.
Bu hayal dünyasının dışına çıkınca nasıl hissediyorsun?
Bana öyle gelmiyor. Sokak neyse burada da onlar var gibi geliyor. Biçimleri farklı ama yaşadığımız dünyanın gerçeği bu. Belki başka bir yerde ya da başka birine karşı böyle görünüyor olabiliriz. Sonuçta yansıma ve görme ile ilgili olan bir mesele. Ben var olan o çemberin dışında daha geniş bir dünya düşünüyorum.
SAHNENİN ARKASINDAKİ DÜNYA
Dizi, tiyatro ve sinemada sanat yönetmenliği yapıyorsun. Bu alanda nasıl bir çalışma serüveni var?
Dizi ile başladım ama ‘Bir daha dizi yapmayacağım’ diye yemin ettim. Çünkü dizi bütün zamanımı alıyor ve gerçekten benim için dizi askeri bir sistem demek. Uzun saatler çalışılıyor, koşulları zaten herkes biliyor. İş yükü çok fazla oluyor, her şey aceleyle yapılıyor. Bu yüzden bana göre olmadığına karar verdim. Sonrasında reklam sektörüne girdim. Yaklaşık iki buçuk yıl reklamda çalıştım. Kostümle başladı, sonra sanat yönetmenliği ve sonra ikisi birlikte olarak almaya başladığım işler oldu. Ta ki Babamın Kanatları filmine kadar. Güzel bir filmdi, yine olanakları kısıtlıydı ama keyifliydi. Bir anda renkli düşündüğüm dünyadan gri olan başka bir alana geçtim.
Dizilerin renkli görüntüsünün ardında yani sahne arkasında görünmeyen bir emek dünyası var aslında.
Bizim için Türkiye’de bu işi yapmak gerçekten çok zor. Kadın olarak ayrıca zor. Çünkü biz erkek ustalarla çalışıyoruz, herkeste ‘kadın bunu anlamaz’ algısı var. Ayrıca sektör olarak çok zor çünkü çok komik rakamlara büyük işler yapmak zorundayız. Beklenen hep çok iyi bir atmosfer yaratmak oluyor, bunun da bir bedeli olması gerekiyor. Fakat bize böyle bir bütçe verilmiyor. Bu işin eskiden daha büyük bir kazancı vardı ancak şimdi genellikle neredeyse gönüllülük üzerine yapılıyor. Görünmeyen çok büyük bir emek var ama bir oyuncu gibi özen görmüyoruz ve maalesef bunu değiştiremiyoruz.
Tiyatroda da aynı durum geçerli mi?
Tiyatroda biraz daha farklı. Sahne tasarımı daha ön planda. Tiyatroda özel tiyatrolarve devlet tiyatroları var. Ben genelde özel tiyatrolarla çalıştım. Ama orada da aynı sıkıntı var; işin bütçesi yok ama bir şekilde üretim yapılmaya çalışılıyor. İşimi çok severek ve keyifle yapıyorum ama yeterli bütçe olmayınca iş çok kısıtlayıcı oluyor. Bu bazen insanı geliştiren de bir şey. Yine de profesyonel bir işte, yeterli süre verildiğinde, malzeme olduğunda çalışmak daha keyifli oluyor. Ama ülkedeki standartlar ne yazık ki çok düşük.
Kadın olmak neden dezavantaj?
Kadın olarak zaten ülkede her gün yaşanabilecek olan sorunlara maruz kalıyoruz. Sette de işgücü olarak bakıldığında erkekler daha fazla tercih ediliyor. Ben daha çok sahne tasarımı üzerine çalışmak, mekan yaratmak isteği içindeyim ama kadın ile kostüm ilişkilendirildiği için genelde o tür işler geliyor. Sahne tasarımı sektöründe çok güçlü kadınlar çalışıyor olsa da erkekler yoğunlukta.
Yakın zamanda bir sergi planın var mı?
Sergi açma düşüncem var ama buluntu bir mekanda, sergiye hapsolmuş bir şekilde değil de kendi yarattığım bir alanda gezilebilecek, müzik de dinlenebilecek bir ortamda sergi açmak istiyorum. Serginin, üretimin olduğu alanda olması bana çok daha samimi geliyor. Bunu oluşturduğum zaman sergiyi açacağım.