Kars'ın kar korsanları

Yönetmen Faruk Hacıhafızoğlu’nun Kars’ta çektiği, Kadıköy’de kurguladığı ilk filmi “Kar Korsanları” vizyona giriyor. Filmde '81 kışında ailelerine kömür bulmaya çalışan çocukların hikâyesi anlatılıyor

14 Nisan 2016 - 14:39
GÖKÇE UYGUN
“Yıl 1981… Türkiye tarihinin en acımasız askeri darbelerinden birinin henüz başlarında ve o yıl Türkiye, son yılların en ağır kışıyla da karşı karşıya… Doğunun en ücra köşesinde aylarca karların kalkmadığı, geniş bir tarihi mirasın üstüne kurulmuş Kars’ta o yıl, halk için kömür ihtiyacı özgürlük ihtiyacıyla yarışıyor. O kış kömür, mücevher değerinde, hatta parayla satın almak bir yana, birkaç devlet kurumunun ve ayrıcalıklı kişinin ulaştığı bir elmas... Tek servetleri kızakları ve ayrı ayrı hayalleri olan Serhat, Gürbüz ve İbo da bembeyaz karlara tezat, simsiyah kömürün peşinde dayanışmanın gücünü keşfedecekleri bir yolculuğun başındadırlar. Üçü için de ara karnelerin alındığı bu tatile, oyundan daha çok kömür arayışı damgasını vurur. Sobaya atmak için birkaç parça yanmış kömür artıkları peşinde başlayan arayış, onları zekâ ve mücadele gücüyle yeni kaynaklar bulmaya itecektir. O kış, üçünün de askeri darbenin gölgesinde evlerini ısıtmak için başladıkları bu masum mücadele, hayatın sorumlulukları ve gerçeklerle tanıştıkları bir dönüm noktası olacaktır. En temel ihtiyaçlarından biri olan ısınma ihtiyacı için verecekleri bu mücadele, çocukluklarını şekillendirecek bir dayanışma hikayesine dönüşecektir…’’
Yönetmeni Faruk Hacıhafızoğlu’nun ağzından, Kar Korsanları filmi işte bunu anlatıyor. Hem de ajitasyona düşmeden, hatta yer yer komik bir dille. Bu filmin, Faruk’un Londra’daki evinde fikir olarak konuşulduğu günlerden, Kadıköy’deki evinde montajının yapıldığı zamanlara dek pek çok aşamasına şahidim. Ve nihayet vizyona girmesinin şerefine, yönetmen dostum Faruk ile ilk uzun metrajlı filmini konuştuk…
Seni tanıdım tanıyalı film yapmak vardı aklında. Nasıl oldu da Kar Korsanları’nın hikayesini çektin?
Evet aynen,  film yapmak uzun zamandır vardır aklımda. 2007’de ortaya çıkan bu fikrimi yavaş yavaş geliştirdim 2010’da Türkiye’ye gelince, destek için Kültür ve Turizm Bakanlığı'na başvurdum, kabul edildim. Bu destekler maddi anlam dışında motivasyon sağladı. Ayrıca bir yönetmen olarak kendimi sunma halimi de rahatlattı. Yani Kars gibi küçük bir şehirde insanlar ‘Ne çekiyorsun?’ diye sorduğunda ‘Bakanlık destekli film’ diyince işler kolaylaşıyor. Yani bu tür desteklerin bizimki gibi küçük filmlerin gerçekleşmesinde o anlamda da bir katkısı var.
Kendi filmine ‘küçük’ mü diyorsun?
Evet! Bütçesi, prodüksiyonu itibariyle öyle. Biliyorsun Hollywood’ta küçük hikayeler büyük bütçelerle çekilir. Bizde tam tersi. Büyük bir hikayesi (büyük değil de manalı diyeyim) küçük bir bütçeyle yapmaya çalışmanın sıkıntısı…  
Konu tam da dediğin gibi ‘manalı’; 12 Eylül darbesi dönemini anlatıyorsun.
Herkesin hafızasında olan yeri olan, ülkenin büyük bir kırılma dönemini anlatıyoruz. Daha doğrusu bu dönem, filmin fonunu oluşturuyor. ‘Kendimize yapılmış, yerli bir film’ denebilir. Mantalitesi de yerli, ulaşmak istediği yerin de yerli olmasını talep eden bir film.
Bir yönüyle de evrensel olmalı zira yurtdışında pek çok festivale de gitti film. 
Öyle. Yapım tekniği, hikayesi, duygusu itibariyle evrensel de bir teması var. Normalde yurtdışı festivallere bizimki gibi bir film ile katılmak zor. Zira yabancı yapımcısı, büyük prodüksiyonu, ünlü oyuncuları felan yok filmimizin. Hikaye de oryantalist değil. Zira oryantalist filmler Batı’da ilgi görür. Filmimizin kendi gücü, kendini oralara taşıdı. Bizim kafamızda zaten yurtdışı festivallere katılmak gibi hedefler yoktu. Fakat filmi izleyen ve bu işlerden anlayan birkaç arkadaş yurtdışı için iyi bir film olduğunu, gösterimlere oralardan başlanması gerektiğini söylediler. Ben tabi bu işlerin de bir stratejisi olduğunu filan bilmiyorum. Neyse velhasıl ilk Berlin’e gönderdik filmi. Hemen kabul edildi.  Orada ödül alamadık ama çok beğenildi, çok konuşuldu.
Sonra İran, Belçika, Çin, Kanada, Hindistan, Ermenistan gibi 20’nin üstünde ülkedeki festivallere katıldık. İran’da en iyi yönetmen seçildim. Çocuk oyuncular Singapur’da en iyi performans, Belçika’da da mansiyon aldılar. Türkiye’deki festivallerde de ödüllerimiz var.  Hatta 2015’nin en çok ödül alan filmiyiz.
Bir ‘ilk film’ için şaşırtıcı oldu mu bu kadar ödül?
Çok değil zira o festivallere ister istemez ödül beklentisiyle gidiyorsun. Ama şunu söyleyebilirim ki bir ilk film için şaşırtıcı denecek düzeyde beğeni aldık. Bunu da hikayesinin iyi olmasına, başarılı çekimlere, oyunculuklardaki özveriye bağlıyorum.
Kar Korsanları’nda 12 Eylül gibi sancılı bir süreç de var, çocukların iyimserliği de. Politik bir film mi sence?
Kaba tabirle söylersek; her film politiktir. Bizim filmimiz ise ‘politik bir dönemin içerinden geçen bir film’. Yani kendisi politikayı dert edinen bir film değil.
Filmin derdi ne peki?
Sabit, tek bir derdi var diyemem. Ancak ana ekseninde bir mahrumiyet var. Çok soğuk geçen kışta bir kömür eksikliği var. Ve çocuklar bu mahrumiyetle başa çıkmak için kömür arayışındalar. Çocuklar mütemadiyen kömür peşindeler fakat ona hiç ulaşamıyorlar.
Bu arayış, çocukların hayal dünyasında da bir tür maceraya dönüşüyor.
Okudukları komik kitaplardan,  seyrettikleri filmlerden gelen bir ‘kahraman olma’ fantezileri hep var. Ama bunu bir türlü gerçekleştirip de kömüre ulaşamıyorlar. Her seferinde yeniliyorlar ama daha iyi yeniliyorlar. Ama bu yenilgilerden de asla pes etmeyip, her defasında benzer azim ve umutla geri dönüyorlar.
Bu hikaye senin de çocukluğun aynı zamanda.
Evet evet kömür toplama olayı kendi yaşadığım bir durum. Filmin çıkış kaynağı da orası. Kömür toplama olayını merkeze koyarak onun etrafında olan bitenleri, mahalle hayatını, bir tarihsel kesiti çocuğun gözünden görmeyi anlattım filmde. Filmde ayrıca çocukların da kendi yaşadıkları günlük tarih (okul hayatı, günlük sokak,  komşuluklar) anlatısı vardır
Kars’a ‘küçük Moskova’ denirmiş. Devletin o nedenle bilhassa kömür göndermediği söylenirmiş. Yani 12 Eylül darbesi, şehri soğukla mı cezalandırıyordu?
Bunların hepsi tevatür.  ‘Kaleye Rus bayrağı asıldı, bir lisenin adı Leningrad yapıldı’ gibi söylentiler oldu hep. 81 yılı kışının kömürsüz geçmesinin nedenlerinden birinin de bu olduğu söylenirdi. Ama bir başka söylentiye göre de  yoğun kar nedeniyle yollar kapandığı için kömür gelememişti. Kömürün sadece Ankara’ya verildiği de başka bir söylenti idi.
12 Eylül ağır bir konu ama film çok da acılı değil. Nasıl başardın bunu?
Çok üzüntülü bir film değil, coşkulu hatta. 12 Eylül zaten çok sert bir dönem. Böyle bir süreci,  o sertliği kendi bizzat yaşamayanın çok da iyi anlatabileceğini sanmıyorum. Bir de henüz süreç de bitmiş değil… O yüzden de içine girmek çok mümkün değil. Çocuğun gözüyle bakmak benim bildiğim bir şeydi zira o dönemi çocuk olarak yaşadım.
Çekimleri Kars’ın eksi bilmem kaç derece soğuğunda yapmak ne kadar zorladı ekibi?
Çok… Çekim ekibi İstanbulluydu. Alışık değiller tabi, herkes hastalandı. Sadece çocuklar ve ben hasarsız atlattık o günleri (gülüyor). Kış ortamında çalışmak çok zor gerekten. Soğuk çok yoruyor zaten. Sabah 7’de kalkıp, akşam 4’e kadar sürekli dışarıda çekim yapıyorduk. Buz gibi soğukta, sürekli çocukların çorap ve ayakkabılarını değiştirmekten helak odluk.
Ama şunu diyeyim; çocuklar istemese bu film olamazdı... Düşünsene,  durmaksızın soğukta çekimdeydik. iz yetişkinlerin bünyesi fiziken ve mantalite olarak buna el veriyordu ancak çocukların yaşı itibariyle bu çok zordu. Çekim için biraz zamanımız olsa iyiydi ama yoktu, tam 28 günde çektik.
Çocuk oyuncuları nasıl seçtin?
Kars’taki tüm okulları dolaşarak! 1 ay sürdü bu iş. 1500 civarında çocukla görüşerek bu arkadaşları seçtik. Önemli olan iki nokta vardı; çocuğun bu işi istemesi ve ailesinin de onu desteklemesi.
Senaryo vermemişsin çocuklara. Neden böyle bir şey tercih ettin?
Çünkü eve gidip, çalışıp gelmiş olmalarını istemiyorduk. Genel olarak konuyu anlattık ve üzerinde 1-2 ay çalıştık. Çekim zamanı yaklaştıkça da karakterleri anlattık onlara. Her sahne öncesi kısa bir çalışma ve ezber ile bitirdik çekimleri.  
Bu çocuklar ilk kez bir filmde oyandı değil mi?
Evet. Zaten filmdeki herkes, ilk kez bir filmde oynadı. At dahil (gülüşmeler).
Ailen de filmde rol aldı. Filmi izlediler mi?
Berlin’de izlediler zira 45 yıldır orada yaşıyorlar. Festival gösteriminde şunu dedim hatta; ‘Yıllar önce annem ve babam buraya misafir işçi diye gelmişti, şimdi bu salonda misafir oyuncu olarak bulunuyorlar…’
Kar Korsanları, yabancı seyirciyi nasıl etkiledi?
Şimdi biz film ile aslında iki tür festivale gidiyor; çocuk ve yetişkin festivalleri. Yetişkinler tabi olayın politik kısmına odaklanıyorlar, 12 Eylül hakkında sorular soruyorlar. ‘Türkiye’de böyle bir darbe mi olmuş?’ diye şaşıranlar oldu çok. Çünkü 12 Eylül bizim sinemamızda çok anlatılmadı. Yahut şöyle söyleyeyim; yurtdışına taşınacak düzeyde anlatılmadı. Yurdışındaki festival seyircisi Şili, Arjantin, Yunanistan darbelerini filmlerden biliyor. Çocuk izleyicinin de ilgisini fantastik konular çekiyor. ‘Atı kurtarmanızı çok sevdik, Serhat paten aldı mı?’ gibi soruları geliyor.
Korsanlar Kadıköy’de
Filmi çekeli neredeyse 1 yıl oldu. Vizyona girmesi neden bu kadar gecikti?
Evet geçen yıl Şubat’ta Berlin’de dünya prömiyeri yapmıştık. Türkiye’de vizyona girmesi ise zor oldu çünkü düşük bütçeli bir film, ünlü oyuncular yok filan. Dağıtımcılar, hangi filmin ne zaman vizyona girmesi gerektiğini, ne kadar gişe yapacağını filan biliyor. Tabi onlar da sinema salonlarına bağlı. Sinema sahipleri de haliyle ‘iş yapmayacak’ filmi tercih etmiyorlar gişe filmleri tüm salonları kapatınca. Bizimkisi gibi bağımsız filmler salon bulamıyor. Bağımsız çok artistik bir kelime oldu yahu. ‘Fukara filmi’ diyelim biz ona… (Gülüşmeler)  ‘Seyirci bu tür filmler izlemiyor’ algısı doğru değil. Bu tür ‘yönetmen filmleri,’ seyirciyle buluşamıyor ki! Büyük  sinema sahipler, bu tarz filmlerin önünü açmalı.
Seyircinin artık filmleri internetten izlemesinin bunda payı ne?
E tabi artık insanlar her şeyi burnunun dibinde istiyor. Kadıköylü biri buradan kalkıp da Kartal’a film izlemeye gitmeyi tercih etmiyor. İstanbul gibi büyük bir şehirde bir film izlemek için vaktini yolda harcamak istemiyor. Bu da doğal hakkı tabi. O nedenle filmler mümkün olduğunda çok salonda vizyona girmeli ki dileyen kolayca gidebilsin. E yönetmen ne yapsın? Sinemacı adam zaten filmini çekmiş, sunmuş. Ev ev, kapı kapı dolaşıp gösterecek hali yok ya! (gülüşmeler)
Bir yönetmen olarak ilk filmini çektin, kalbine sağlık. Şimdi top seyircide. Çağrın ne onlara? Sence neden sinemaya gidip bu film izlesinler?
İyi bir film olduğu için… 12 Eylül dönemini yaşamayanlar için br kesit. Yaşayanlar da zaten kendi geçmişlerinden izler bulacaklar. Özellikle de çocukların dünyasını anlattığımız için herkesin kendi çocukluğundan da benzer izlerle karşılaşacağı bir film bu.
‘’Kadıköy’ ün geleceği parlak’’
Kadıköy bu filmin çok merkezinde! Zira filmi çektin sonraki tüm süreç burada geçti. tüm çalışmaları burada tamamladık. Kadıköy’ün atmosferi bana özellikle bir rahatlık sağladı. Montajın sıkıştığı yerde çıkıp şöyle bir moda sahilde yürümek, yahut çarşıya inip o mahalle havasını koklamak… 
Son 3 yılda Kadıköy’e pek çok sinemacı yerleşti. Muhtemelen başka sanat dallarıyla uğralan kişiler de gelmiştir buraya. Kadıköy, kültürün merkezi olmaya doğru eğilimi var. Umarım devam eder ve umarım bu birikimlerden kendine has üretimler çıkar.
Karda korsan nasıl olur?
‘’Bir çekim anında çocuklar bir tepeden Kars’a bakıyorlardı. Bir kar yağmasını beklerken, aniden tuhaf, pembe bir sis çıktı. Bir an hepimiz kendimiz bambaşka bir dünyada hissettik. Çekimi bıraktık, hep beraber kar topu oynamaya felan başladık. Çocuklar, sis altındaki şehri, denize benzetti. ‘Kars’ta deniz olsaydı biz de korsan olurduk değil mi’ diye şakalaştılar. Filmin adı da böylece ortaya çıktı.

Kar Korsanları, Başka Sinema kapsamında 16 Nisan Cumartesi günü 16.45 seansında Moda Sahnesi sinemasında vizyona girecek. Filmi Nisan boyunca izlemek mümkün olacak.



 


ARŞİV