“Kendim için yazıyorum”

28 yaşındaki Kadıköylü genç yazar Aytuğ Akdoğan'ın şimdiden 5. kitabı var. “Söylemek istediklerimi söyleyemeden gitmekten korkuyorum” diyen Akdoğan'ı dinledik

06 Ekim 2020 - 15:11

13'ünden beri yazıyor. Henüz 17'sindeyken ‘Türkiye’nin en genç yazarı’ sıfatıyla ilk kitabı ‘Ben Hep 17 Yaşındayım’ı çıkardı.  Ardından düzenlemesi ve arka kapak yazısı küçük İskender’e ait olan “Ağladı ve Gözyaşlarını Öptüm”ü yazdı ve bu kitabıyla çok satanlar listelerine girdi. Bilgi Üniversitesi’nde sinema okuyup kısa filmler çektikten sonra BaBaLa Tv’de Yeraltından Notlar’ı yazıp sunmaya başladı. Şimdi 28 yaşında, 5 kitap sahibi genç bir yazar olarak yazım serüvenini sürdürüyor.   

Aytuğ Akdoğan'ın dünyasına buyrun. 

  • 2005’ten beri (blog) yazıyorsunuz ki o zaman 13 yaşınızdaydınız. Bir çocuk neden yazar?

Mutlu bir ailede yetişmediği için olabilir. Mutlu kitap yoktur zaten, şayet sizi kandıracak ya da uyutacak şeyler okumuyorsanız…

  • Henüz 17 yaşında bir lise öğrencisiyken ‘Türkiye’nin en genç yazarı’ olarak ilk kitabınız ‘Ben Hep 17 Yaşındayım’ı çıkardınız. Yasaya göre henüz reşit bile sayılmayan bir yaşta kitap yazmaya sizi iten neydi?

Gene mutsuz bir ilkgençlik olsa gerek… Aristo’nun bulduğu bir terim var, katarsis diye. Bu bir arınma yöntemi. İnsanın bilinçdışına attığı, onda üzüntü ya da öfke uyandıran hisleri dışavurması. Kimi yazarak, kimi çizerek, kimi de besteleyerek yapar bunu. Ben yazarak yapmayı tercih ettim çünkü bibliyoterapiye, yani kitapların iyileştirici gücüne inanıyorum. Bu ilk Antik Yunan’da fark edilmişti. Hatta oradaki bir kütüphanenin girişinde, ‘Ruhun Şifa Yeri’ yazardı. Dolayısıyla kitaplar, katarsis aracılığıyla, yazarını da okurunu da iyileştiriyor aslında. Beni genç yaşta yazmaya iten şey de bu olsa gerek.

  • İlk kitabınızı neden Erdal Eren'e ithaf etmiştiniz?

Onun kemik yaşı büyütülerek idam edildiği yaşta olduğum için.

  • O zamandan bugüne yazma serüveniniz hangi yollardan geçti?

Son kitabımı yazana dek eleştirmenlerin gözdesi olduğumu söyleyemem, şahsi bakış açım da en kötü kitabımın (Ağladı ve Gözyaşlarını Öptüm) en çok sattığı görüşünde ama Sürgün ile kendi dilimi nihayet bulabildiğimi düşünüyorum.

“ÖLÜM BİLİNCİM KUVVETLİ”

  • Yaşınız 28, yazdığınız kitap sayısı şimdiden 5. Neden? Bir telaşınız mı var hayata karşı, yahut ‘bunu mutlaka yazmalıyım’ dediğiniz şeyler mi çok?

Bunu hem yazmaya erken başlamama hem de evet, telaşa bağlıyorum çünkü ölüm bilinci oldukça kuvvetli bir insanım, söylemek istediklerimin en azından bir kısmını söyleyemeden gitmekten korkuyorum.

  • Kitaplarınızı okumayanlar için bir özet geçer misiniz; nelerden ilhamla, neler yazıyorsunuz?

Herkes ve her şey ilham kaynağım olabiliyor, çünkü kitaplarım genel olarak kendini arayan insanlar üstünden yol hikayeleri olarak şekilleniyor. Karakterlerimi hayatın anlamını arayanlar ve hayatın anlamsız olduğunu fark edip gene de devam edenler olarak ikiye ayırıyorum. Genelde ise onları evsizlerden, kaçaklardan, eşcinsellerden, işçilerden ya da göçmenlerden, yani sokağın zencilerinden seçiyorum (ya da onlar beni seçiyor) çünkü bu tür insanlar kendilerine âşık filozoflardan her zaman daha çekici ve öğretici olmuştur.

  • "Bakın, ben genç bir adamım ve ne hayatımda ne de yazdıklarımda edebi bir kaygı taşıyorum" diye bir cümleniz var. O halde neden yazıyorsunuz/kimin için yazıyorsunuz?

Aslında, özünde, kendim için. Son kitabım Sürgün mesela, bir günah çıkartma kitabıdır. Tamamen vicdan azabıyla kaleme aldığım bir kitap. Dolayısıyla bir gün bir adada tek başıma da kalsam yazmaya devam ederim.

  • Edebiyat dünyasında, okurlarınızın gözü önünde büyüdünüz bi nevi. İlginç bi durum... 

Evet ilginç gerçekten, bir kere şöyle bir mail almıştım mesela: “Abi seni 2009'da ilk okumaya başladığımda liseye gidiyordum. Sonra üniversite bitti, işe başladım. Ardından evlilik falan derken bu kış baba oluyorum. Zaman ne çabuk geçiyor değil mi?” Cevap olarak, “Oo çok sevindim!” dedim. “Ben de işte hala beş parasız ve yalnızım. Eh, sonuçta bu da bir istikrar değil mi?”

  • Sinema eğitimi aldınız. Neden yazarlık?

Sözcüklerin yetmediği yerde hareketi ve görseli, görselin yetmeyeceği yerde ise tekrar sözcükleri kullanmak için.

  • Ocak 2014’te Gezi isyanı davaları kapsamında size iddianame geldiğinde sosyal medyada bişey yazmışsınız. Bi cümle dikkatimi çekti; “Yaşamım çok kısa olacak –bunu görecek ve yıllar sonra altını çizeceksiniz.”
    Bukowski’nin bir şiirinde bahsettiği gibi sanırım, ölümü cebimde taşıyor, zaman zaman çıkartıp onunla konuşuyorum. Bunun melankolik değil, realist bir şekilde bilincindeyim ve hala 60-70 sene yaşayacağımı düşünmüyorum. Yani biraz Stoacılar gibiyim; her şey kötü gittiğinde bile, “daha da kötü olabilir, en nihayetinde hepimiz öleceğiz” diye düşünüp ironik bir şekilde rahatlıyor ve ufak tefek problemleri bu sayede çok da kafaya takmıyorum.

“MUTSUZ DEĞİLİM”    

  • İsyanlı/buhranlı bir haliniz var hep, gülen fotoğrafınız yok denecek kadar az. Nedir hayatla derdiniz?

Mutsuz değilim aslında, mutlu değilim. Derdim her şeyin çok saçma olması ve ben, tüm ciddiyetimle bu saçmalığın keyfini çıkartmaya çalışıyorum. Ve şayet varsa mutluluk diye bir şey, küçük şeylerin mutluluğunu… Hepsi bundan ibaret.

  • Geçen Haziran’da kitabınızı “Son kitabımın aylardır stoklarda bulunamamasından ve internet sitelerinde fahiş fiyatlara satılmasından bıktım! İsteyenler bu linkten ücretsiz olarak indirip okuyabilir, o artık hepinizin” diyerek herkesin erişimine sundunuz. Buradan hareketle; genç bir yazar olarak yazarlıktan geçiminizi sağlayabiliyor musunuz?

Elbette hayır, genç ya da yaşlı, Türkiye’de sadece kitap yazarak geçinebilen 10-15 kişi vardır. Bu yüzden hep farklı işlerle uğraşmak zorunda kaldım, ama bu sürpriz olmadı benim için, yani biliyordum bu yolun böyle bir yol olduğunu ve kabullendim artık.

  • Pandemi süreci sizin için nasıl geçti/geçiyor? Şu sıralar neler yazıyorsunuz/neler yapıyorsunuz? 

Normalde de bir ev hayvanı olarak yaşadığım için hayat tarzımda pek bir değişiklik olmadı, ama yeni obsesyonlarım var artık. Mesela film bile izlerken kalabalık gördüğümde “SOSYAL MESAFEYE DİKKAT EDELİM!” diye bağırasım geliyor.

  • “Yeraltından Notlar” seriniz 37. bölümde final yaptı. Neden?

Risk almak istedim. Normalde bir programı nerede tutturduysanız orada devam etmeniz gerekir, ama ben yeni bir kitleye seslenmek istiyorum artık. Bakalım beni bağrına mı basacaklar yoksa kapıdan mı kovacaklar? Göreceğiz.

  • Şimdi de Flu Tivi’de “Yazar Burada Ne Demek İstemiş?”e başlayacaksınız. Bu nasıl bir seri olacak?

Takım elbise giymeye başlamam dışında hiçbir değişiklik olmayacak. :)

“HAYVAN SEVGİSİNİ KADIKÖY SAĞLADI”

  • Sokak hayvanlarına bilhassa da kedilere düşkünlüğünüz var:) Evinizde biri engelli 3 kediyle yaşıyorsunuz. Kedilerle bağınızı merak ediyorum…

Sokak kedilerine daha bağlı olduğumu söyleyebilirim. Kusura bakmasınlar ama cins kedi takıntısı olanların hayvansever olduğunu düşünmüyorum. Hayvanlar ego tatmin aracı değil, kimse satın almazsa kimse de üretmeyecektir onları.

  • Nasıl bir hayvan sevgisi anlayışınız var ve neler yapıyorsunuz onlar için?
    Camıma gelen kedilere mama vermek ve kapımın önüne su kabı koymak (ve o kabı her gün yenilemek) gibi basit şeyler yapabiliyorum. Çoğuna sevgim dışında verebileceğim pek bir şeyim yok aslında, ama onların da en çok talep ettiği şey bu zaten. Belki biraz da ıslak mama :)

  • Kadıköylüsünüz. Kadıköy, bi Kediköy. Kedileri seven biri olarak buradaki kedi sevgisini nasıl yorumluyorsunuz, size nasıl hissettiriyor?

     Komşularımın sürekli sokakta devriye gezip boşalan su ve mama kaplarını doldurmasına bayılıyorum mesela, hatta bendeki hayvan sevgisi, bilincini Kadıköy halkı sağlamış olabilir. Bu nedenle minnettarım hepsine.


ARŞİV