Kitaplarda ölümlü dünya

Hiç başımıza gelmeyecekmiş gibi okuduğumuz fütürist, distopik, bilimkurgu kitaplarındaki hikayelerin yaşandığı şu günlerde tekrar o kitaplara göz atmaya ne dersiniz?

03 Nisan 2020 - 13:43

Oscar Wilde’ın ünlü sözünü, “Hayat sanatı taklit eder”i doğrularcasına, felaket senaryolarının gündelik hayatımıza dönüştüğü günlerdeyiz. Evlere sığan hayatlar, insansız meydanlarına dağ hayvanlarının indiği boş şehirler, hayatını dünyayı kurtarmaya adamış bilim insanları, siyasi kararlarıyla çoğu zaman sınıfta kalan muktedirler, hayatları gözden çıkarılmış emekçiler ve sayısı arttırılabilecek onlarca sahne bir film senaryosundan ya da bir roman sayfasından çıkmış gibi…

Sanat fena halde hayata benziyor fakat bugünlerde hayat da sanatı taklit ediyor sanki. Biz de bu hafta daha önce okuyup da “Yok artık bu yazarların da akıllarına neler geliyor” diyerek şaşkınlıkla okuduğumuz distopik kitaplardan örnekler vermek istedik. İşte onlardan bazıları:

                          

Ölüm Bir Varmış Bir Yokmuş / Jose Saramago

Adı bilinmeyen bir ülkede, dünya kuruldu kurulalı görülmemiş bir olay gerçekleşir: Ölüm, o güne kadar yerine getirdiği görevinden vazgeçer ve hiç kimse ölmez. Bir anda ülkeye dalga dalga yayılan sevinç çok geçmeden yerini hayal kırıklığı ve kaosa bırakır. İnsanların ölmemesi zamanın durduğu anlamına gelmemektedir, ezeli bir yaşlılıktır artık onları bekleyen. Hükümetten kiliseye, sağlık kurumlarından ailelere, şirketlerden mafyaya kadar herkes ölümün ortadan kalkmasının getirdiği sonuçlarla mücadele etmek zorundadır. Ancak ölüm, beklenmedik bir kimlikle ve umulmadık duygularla insanların arasına geri döner.

Ölüm ve ölümsüzlük karşısında insanın şaşkınlığını, çelişkili tepkilerini ve ahlaki çöküşünü, edebi, toplumsal ve felsefi anlamda derinlikli bir biçimde işleyen José Saramago, geçici olanla ebedi olanı birbirinden ayıran kısa mesafenin meseli sayılacak 1998 Nobel Edebiyat Ödüllü Ölüm Bir Varmış Bir Yokmuş’u, başladığı gibi bitiriyor: “Ertesi gün hiç kimse ölmedi.”

*****

Cesur Yeni Dünya / Aldous Huxley

“Cesur Yeni Dünya” bizi “Ford’dan sonra 632 yılına” götürür. Bu dünyanın cesur insanları kapısında “Cemaat, Özdeşlik, İstikrar” yazan Londra Merkez Kuluçka ve Şartlandırma Merkezi'nde üretilirler. Kadınların döllenmesi yasak ve ayıp olduğu için, “annelik” ve “babalık” pornografik birer kavram olarak görülür. Toplumsal istikrarın temel güvencesi olan şartlandırma hipnopedya -uykuda eğitim- ile sağlanır. Hipnopedya sayesinde herkes mutludur; herkes çalışır ve herkes eğlenir. “Herkes herkes içindir.”

“Cesur Yeni Dünya”nın önemi yalnızca ardılları için bir standart oluşturması ve karamsar bir gelecek tasarımının güçlü betimlemesiyle değil, aynı zamanda 'birey yok edilse de süren macerasının' sağlam bir üslupta anlatılmasıyla da ilgili. 

1932’de yazdığı Cesur Yeni Dünya’nın aralarında bulunduğu birçok romanında yazarın, 2. Dünya Savaşı öncesinde tehlikeli bir şekilde kontrolden çıkmakta olduğunu hissettiği toplumun karmaşasına gösterdiği düşünsel tepkiler kolaylıkla hissediliyor. 

****

DelliAddem / Margaret Atwood

İnsan eliyle gelen kıyametin ardından sağ kalan Toby, insansız dünyanın yeni sakinlerine, Fluryagillere kaosun ve kaostan önceki zamanların öyküsünü anlatıyor. Saf ve çocuksu Flurya Çocukları, kötü niyetli ÇilePatlarcılar, gönülsüz peygamber KarAdamı Jimmy, Tanrı’nın Bahçıvanları, genetiğiyle oynanmış hayvanlar, domuzonlar, Çevik Tilki, DelliÂddemciler ve Şirketler bu yeni dünyada hayatta kalma mücadelesi verirken, tarih bir kez daha iyinin ve kötünün savaşını yazacaktır. Bu savaştan geriye kalan ise kadınların rahmindeki yeni yaşamdır.

Margaret Atwood,  Antilop ve Flurya ve Tufan Zamanı’ndan sonra DelliÂddem üçlemesinin son kitabında, yaratılış mitolojilerinden esinler taşıyan bir kıyamet sonrası öykü anlatıyor. İnsanlığa ve geleceğe dair bir umut olup olmadığı da Toby’nin masum Fluryagillere anlattığı bu olağanüstü zekâ ve ironiyle örülmüş insanlık öyküsünde gizli.

Atwood’un, dizisi nedeniyle tüm dünyada yeniden keşfedilen Damızlık Kızın Öyküsü romanının çizgi roman haline de bugünlerde tekrar bakılabilir.

****

Yüzyılın En İyi Bilimkurgu Öyküleri / Orson Scott Card

Yüzyılın En İyi Bilimkurgu Öyküleri’nde Orson Scott Card bu türü ve dolaylı olarak da kültürü dönüştüren yazarları ve onların öne çıkan öykülerini titizlikle seçip eşsiz bir panorama sunuyor. Card’ın dediği gibi bu derleme, “Bir hazine. Bir mücevher koleksiyonu.”

İçinde, Isaac Asimov, Arthur C. Clarke, Robert A. Heinlein, Ursula K. Le Guin, Ray Bradbury, Frederik Pohl, Harlan Ellison, George Alec Effinger, Brian W. Aldiss, William Gibson & Michael Swanwick, Theodore Sturgeon, Larry Niven, Robert Silverberg, Harry Turtledove, James Blish, George R. R. Martin, James Patrick Kelly, Karen Joy Fowler, Lloyd Biggle, Jr., Terry Bisson, Poul Anderson, John Kessel, R.A. Lafferty, C.J. Cherryh, Lisa Goldstein ve Edmond Hamilton’un dünyanın geleceğine dair benzersiz öyküleri var.

***

İstanbul 2099 / Kutlukhan Kutlu ve Aslı Tohumcu

“İstanbul 2099, on altı yazarın kaleminden 21. yüzyıl sonu İstanbulu’na dair on altı çarpıcı tasavvur içeriyor. Toplumsal, mimari, teknolojik, hatta bazen coğrafi açıdan farklı on altı yeni İstanbul. Bir ömür kadar uzak ama dünün ve bugünün tüm İstanbulları kadar tanıdık ve yakın. Müstakbel İstanbulların “cesur yeni dünya”sına hoş geldiniz.” deniyor kitabın tanıtımında ama henüz geçen yıl baskısı yapılan bu kitaptaki distopik öyküler neredeyse bir yıl içinde gerçeğe dönüşmeye başladı. Aslı Perker, Barış Müctecaplıoğlu, Deniz Tarsus, Engin Türkgeldi, Afşin Kum, Sabri Gürses, Mehmet Açar, Doğu Yücel, Cem Akaş, Gülayşe Koçak, Altay Öktem, Murat Uyurkulak, Elif Türkölmez, Berk Yaltırık ve Hakan Bıçakçı’nın öykülerinden oluşan kitapta bir öykü var ki sanki bugünleri anlatıyor.

İSTANBUL 2099’DAN

Hakan Bıçakçı’nın “Cesur Yeni İstanbul” hikâyesi Oz Büyücüsü’nün “Ev gibisi yok. Ev gibisi yok. Ev gibisi yok.” sözleriyle başlıyor ve Kasım 2099’u işaret eden öyküde kent şöyle tarifleniyor:

“Hayalet alışveriş merkezleri, terk edilmiş banka binaları, boşaltılmış lokantalar, yok olmaya yüz tutmuş devlet daireleri, yıkık duvarlı mağazalar; en küçüğü çocuk ayakkabısı büyüklüğündeki bu böceklerle doluydu. (…) Yollar insandan arınmıştı. Sokaklar boştu. Dışarısı temizdi. Güvenliydi. Kavga gürültü yoktu. Bir zamanlar kontrolden çıkmış olan caddeler istikrarlı çalışmalar, sistemli adımlar, tavizsiz politikalar sonucu tamamen kontrol altına alınmıştı. 

Evlerdeyse hemen her şey aynıydı. Zaman durmuş gibi. Diziler, reklamlar, çaylar, şarj edilip duran türlü alet edevat. Her türlü siparişin insansız kurye araçlarıyla getirilmesini sağlayan dev sisteme ve diğer evlere bağlanmaya yarayan makineler. Bu makinelerin sunduğu hizmet sayesinde sıkılmak yoktu. Zaten hizmetin sloganı da “Sıkılmak Yok”tu. Evde oturmaktan bunalan, dilediği an dilediği arkadaşına bağlanıveriyordu. (…)”


ARŞİV