"Köhnelikte direnenleri aklı selime çağırıyorum"

​ “Gördüm Çiçeği” kitabında bireysel olduğu kadar toplumsal meselelere de parmak basan oyuncu-yazar Başak Daşman, “Değişmeye direnç gösterenler çağın gerçekleri karşısında yenilir. Uygarlık dışı söylem ve eylemlerde direnenleri aklı selime davet etmek isterim” dedi

07 Haziran 2022 - 14:18

“1989 yılında, bir akşam annesi bakkala ekmek almaya gönderdiğinde, az önce son sayfasını okuduğu Spartaküs’ün ve saçlarının arasından esip geçen rüzgarın etkisiyle dünyayı değiştirebileceğine inandı. 17 yıldır televizyon, sinema ve tiyatro oyunculuğu yapıyor, deneme ve senaryolar yazıyor. Ve hala inanmaya devam ediyor…”

Başak Daşman’ın, “Gördüm Çiçeği” adlı kitabındaki biyografisinde böyle yazıyor. Bu inançla yaşamaya ve yazmaya devam ediyor. 10 hikayeden oluşan kitabı da bu inancın somut çıktısı. 

Daşman ile İthaki Yayınları'ndan çıkan kitabını ve yazmayı konuştuk.

  • Kitap girişindeki, samimi otobiyografik yazıyla atıfla şunu sorarak başlamak isterim; 8 yaşındaki bir çocuk dünyayı değiştirebileceğine inanmasına şaşırmıyorum da 8 yaşındaki bir çocuğun dünyanın kötü olduğunu anlayabilmiş olmasına şaşırdım.. Nasıl bir çocukluk yaşadınız ve o günler bugünlerinizi/edebiyatınızı nasıl etkiledi?

Güzel tespit. Bunu ilk fark ettiğimde sanırım 4 yaşındaydım. Unutamadığım bir anım var. Sokakta çocukların üşüdüğünü duymuşum bir yerden. Annemden gizli, çok soğuk bir havada, montsuz kapının önüne çıkıp oturmuştum. Sokakta çocuklar üşüyormuş, bu nasıl bir şey anlamak istemiştim. Annem yakalasa güzel bir şaplak da yerdim ama yakalanmadım. Çocuklardan bir şeyleri gizlediğimizi sanıyoruz. Ne yaparsak yapalım duyuyor ve anlıyorlar. Sevilerek, hayvanlarla, toprakla, çamurla oynayarak, ağaç tepelerinde gezinerek geçti çocukluğum. Ekonomik olarak sıkıntılı geçti ancak istediğim bir kitaba sahip olamadığım olmadı mesela. Bir yolunu bulurlardı. O anlamda aileme çok şey borçluyum. Tüm bu yeşeriş yazdığım şeylerde kendini gösteriyor bence.

  • Yine otobiyografiye atıfla; “ve hala inanmaya devam ediyor”sunuz. Yazı yazmak/öykü kaleme almak bu inancın yansıması/dışavurumu mu?

Sakinlik ve huzurla değil ama vazgeçmişlikle susmak artık inancını kaybettiğin noktada oluyor. İnanmaya devam ettiğin müddetçe, anlatmaya devam ediyorsun. Tabii ruhumun huzursuz tarafının da dışa vurumu aynı zamanda.

“İÇİMDEKİ DÜNYAYI KAYDA ALMAK”

  • Demin biraz sormuş oldum ama oyuncu Başak Daşman neden yazıyor?

Evden çıkarsınız ve sürekli bir şey unutmuş gibi huzursuz hissedersiniz ya; uzun süre yazmadığımda işte böyle hissediyorum. Her yazdığım paylaşmak için de değil. Kendime karşı tatmin hissim en başta. Kafamın içindeki dünyayı kayda almak gibi. Bilmiyorum.

  • Her kitap röportajında girişteki yazıyı sorarım, size de sorayım; Onursal Yakupoğlu'nun dizelerini niye girişe aldınız/öykülerle bağı var mı?

Onursal, üniversite yıllarında kaybettiğim şair bir arkadaşım. O dizelerinin sesi çok ilkel ve güçlü. Üstelik onunla kalan son anımda bir anahtar hikayesi vardı. O yüzden kitabımın girişinde olması bana anlamlı geldi.

  • Kitaptaki 10 öykünün ortak noktası var mı?

Tek bir ortak noktaya indirgeyemem sanırım ancak belki siz yapabilirsiniz… (gülümsüyor)

BAŞKASININ KEDERİ…

  • “YAZ BUNLARI” öyküsünün başlığı neden büyük harfli? Acaba Başak kendine mi diyor yüksek sesle, yaz bunları diye?

Bir yandan muhakkak. Bir yandan “duy bunları” da var içinde bence. İçini, dışını duymaya devam etmek önemli. Ne kadar kaldırması zor olan şey cereyan edip dursa da etrafımızda. Hikayeleri ‘ya bizim başımıza da gelseydi’ noktasından dinlememek gerekiyor. Başına gelmesi hiç mümkün olmayan bir kederi hissetmeyecek misin? 

  • Yine aynı öyküde, isim olarak kullanıyorsunuz soyadınızı. Halk edebiyatında ozanların şiirlerinde kendi adlarını geçirmesini yahut filmlerde yönetmenin bir karede görünmesini anımsattı bana.    

Bazı arkadaşlarım bana Daşman diye hitap eder, bu yüzden. O kadar uzun boylu değil. (kahkahalar)

AKLI SELİME DAVET…

  • Lotus çiçeği amblemli, bir nevi yeraltı kadın örgütü ve onların ütopyasını anlattığınız “Kök” öykünüzden hareketle; belli ki bir kadın olarak kadın meselelerine kafa yoran bir yazarsınız. İçinde yaşadığımız dünya ve bilhassa Türkiye'deki kadınların durumu malum lakin yine de neler söylemek istersiniz?

Kadın cinayetlerinin astronomik rakamlarından, İstanbul Sözleşmesi’nin durumundan, ücret eşitsizliğinden söz ederek başlar kim bilir nerelerden çıkarız. Ancak asıl anlamamız gereken şey, dünyanın düzeninin değiştiği. Nasıl bir çoğumuzun anlamakta güçlük çektiği bir hızla akmaya başladıysa dijital çağ, bu çağın en önemli konusu da kadın meselesi ve hatta diğer madun sınıflar. Çünkü sürekli uygar toplumdan, insanın kültürel bir canlı olduğundan, ezilenin, eşitsiz yaşayanın yanında yer almaktan bahsediyoruz. Demokrasi diye bir şeyden söz ediyoruz. Anlamıyor, sığınıyoruz. Gerçek bir demokrasi kavramından bahsedebilmek için, dengesizliği her alanda ortadan kaldırmamız lazım. Yoksa bu sadece ikiyüzlülük, ekonomi politikasının üzerimizde rahat rahat at koşturması için uydurduğumuz bir şeyin ötesine geçmez. Değişmeye direnç gösterenler çağın ihtiyaçları ve gerçekleri karşısında yenilir, bu her zaman böyle olmuştur. Eski, köhne, adaletsiz, uygarlık dışı söylemlerde ya da eylemlerde direnenleri aklı selime davet etmek isterim öncelikle. 

  • Hikayelerinizden, çöpler, artıklar, hatıralar bilhassa ilgi alanınızda gibi hissettim. Ne dersiniz?

Onarmak yerine, gözden çıkarmayı, çöpe dönüştürmeyi seçtiğimiz için hem eşyalarımızı hem ilişkilerimizi, evet çöp benim için bir çok karşılığı olan bir imge.

  • Özel olmayacaksa kitaptan yola çıkarak şunu sormak isterim; “tamamlanmamış bir hikaye gibiyim kendime tamamlayamıyorum Ben 40 yaşındayım ve kendimi tamamlayamadım” diyorsunuz.  Ki siz de 40’ınızdasınız. Bir yazar, bir insan, bir kadın olarak 40 ne ifade ediyor size? 40 yaşında biri olarak özellikle ilgimi çektiği için soruyorum biraz da.

40’ına gelmiş tüm kadınlar için ortak bir söyleme giremem elbette. Hiç birimiz aynı yolları yürümüyoruz. Benzer yollar yürüyenlerimiz var sadece. Annem kırk yaşındayken üç çocukla, hayatla çok zor bir yerden mücadele etmek zorunda kalmıştı örneğin. Hikayede konuşturduğum karakter daha ziyade köklü bir değişimin, bir tamamlanmışlık hissinin peşinde olduğundan, bunun ne olduğunu bilmediğinden dem vuruyor. Belki kadınların sahip olduğu kök salma ihtiyacının karşılığı olan bir serzeniştir. Ben ise bilmiyorum, tamamlanmışlık hissi beni biraz da ürkütüyor dürüst olmak gerekirse. Ancak kırk yaşın getirdiği, yaşamımın içine biraz daha yerleşmek hissi olduğunu söyleyebilirim, güzel bir his. 

  • Kitap öykülerde sadece bireysel sorunlar değil toplumsal meselelere de değiniyorsunuz. Yaşamın kıymetinin olmadığı bir coğrafyada yaşadığımızdan, çocukların öldüğünden… bu bir yazar sorumluluğu mu? Hani klasik tartışma vardır ya sanat sanat için mi toplum için mi diye, siz hem yazar hem oyuncu olarak bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Bu tartışma biraz sanat tarihi akımlarının dönemsel ihtiyaçlar karşısında birbirleriyle kapışmış olmasının sonucu. Yoksa kendi bireysel dünyanızdan, (diyelim hiç dışardan beslenmediniz -ki nasıl mümkünse-...) hareketle eser verdiniz. Ancak bu birine ulaşıp onda bir anlam doğurduğu anda toplumla ilişki kurmuş oluyor. Siz bir şeyi değiştirme gayretiyle yola çıkmasanız bile, sizden bağımsızlaşan ürün zaten bunu yapıyor.

“DEPRESYON SEVMEM”

  • Öykülerin birinde, herkesin bir tür depresyonda olduğundan bahsediyorsunuz. Bu  günümüze çok uyuyor. Siz nasıl hissediyorsunuz?

Depresyonu pek sevmem. Hiçbir şey istememe hali, bence deneyip başarısız olmaktan daha yorucu. Ancak tabii kontrolümüz altında olan bir durum değil. Son dönemde özellikle toplu olarak yönümüzü kaybettiğimiz için, -toplumsal sorunlar, pandemi, ekonomik sıkıntılar- en iyi halimizde bile, üç gün iyi, iki gün kötüyüz. Her şeyden herkes kadar etkilendiğim için benim ruh halimde gel-gitli. Ancak kendime sürekli, hayatın bundan ibaret olmadığını hatırlatmaya çalışıyorum.

  • Bütün öykülerden bir okur olarak bana kalan ‘anlaşılmak arzusu’. Katılır mısınız?

Hepimiz için öyle değil mi?

  • Oyunculuk ve edebiyat birbirini nasıl etkiliyor?

Birbirine göbekten bağlılar. Edebiyat disiplini sahne sanatlarının da başlangıç noktası. Karakterleri tanıyıp anlamaya çalışacağız ki aktarabilelim.

 “KADIKÖY, İÇİMİN AYDINLIĞINI BESLİYOR”

  • Kadıköylüsünüz. Burada yazmak nasıl bir his? İlçenin iklimi nasıl etkiliyor kaleminizi?

Kadıköy’ü çok seviyorum. Kendimi en huzurlu hissettiğim semt burası. Örneğin Dalyan sahilinde,  top koşturan, köpek gezdiren, bir masa başında toplanmış kahkaha atan insanlar gördüm mü içimin aydınlık tarafı besleniyor. 

18 yaşındayken, Kadıköy’ün diğer bir yerel gazetesi için kültür sanat haberleri toplamış, hatta bir köşe yazmıştım. Anılarım canlandı röportajımız sayesinde. (gülümsüyor) Teşekkür ederim...


 


ARŞİV