Fotoğraf: Onur Günay
Fırtına, Bir Bulut Olsam, Suskunlar, Muhteşem Yüzyıl, Bir Zamanlar Çukurova, Tamam mıyız?, Yüreğine Sor, Sen Çal Kapımı, Mucize Doktor... Yirmiden fazla dizi ve onlarca sinema filminin müziklerinde imzası, bu müziklerle aldığı ödüller var.
Bazı insanlar onu izlediği diziler sayesinde tanıyor, bazı insanlar onun sayesinde dizi izliyor. Ben ikincisiyim. Aytekin Ataş’ın müziğini yaptığı bir dizi gördüğümde en azından birkaç bölüm izlemeden geçemiyorum. Onunla ilgili bir tanımda “bazı sesler her duyuya hitap eder ya hani hem kokar hem dokunur hem ağzını acıtır öyle bir şey” deniyor. Müzikleri ve sesiyle insanın tüm duyularına hitap eden Aytekin Ataş ile dizileri, üretim sürecini, müzik piyasasını konuştuk.
Bir gün Kalan Müzik’ten bir telefon aldık. “BKM, Karadeniz’de bir dizi çekmeye başlıyor, siz yapar mısınız” dediler. Daha önce Soner Akalın ile bazı dizilere besteler yapmıştık ama kendimiz bir dizi müziğinin sorumluğunu almamıştık.
Fırtına. Meral Okay ve Nermin Eroğlu ile buluştuk. Bize hikâyeyi anlattılar. Kabul ettik. Nasıl yapıldığını düşe kalka öğrenmeye başladık. Ondan sonra başka proje önerisi geldi. Bir baktık ki bu çarkın içindeyiz ve hala da çıkabilmiş değilim.
(Gülüyor) Kontrolüm altında olsun istiyorum en azından. Bu biraz benim plansızlığımla alakalı. Bazen kişisel projeleri yürütemeyecek kadar yoğun olabiliyorum. Yoksa yaptığım işi seviyorum. Çıkmak değil ama biraz daha kontrol sahibi bir insan olmak isterdim.
YERLİ DİZİ YERSİZ UZUN
Uzun yıllar boyunca her birini kendimiz yapıyorduk. Yavaş yavaş iş bölümü yaparak yürütür hale geldik. Dizi müzisyenlerinin yapımcılarla ve projelerle kurdukları temel bağ besteciliktir. Bestelendikten sonra düzenleme, kayıt etmek, onları görüntü üzerine döşemek gibi işleri prodüksiyon takvimi elverdikçe ayrı insanların yapması daha tercih edilmesi gereken bir şey. Daha yerleşik endüstrilerde böyle olabiliyor ama bizdeki gibi gelenekselle modernin harmanlandığı endüstrilerde birçok görevi aynı insanın yürüttüğü şekilde işliyor. Ne kadar zaman alıyor kısmına gelince; elde bütün müzikler olduktan sonra ve o bölüm için yapılacak yeni bir beste yoksa iki günden aşağı bitmiyor.
Bu sektörde herkesin muzdarip olduğu bir durum. İyi ya da kötü ortaya bir estetik çıkıyor. Fakat bu kimsenin memnun olduğu bir estetik değil
İllaki memnun olan birileri var. Sonuçta bu ticari bir ürün. Ve o ticari ürün nihai satıcısına para kazandırdığı sürece devam ediyor. Bir şekilde insani adımlar atılmıyor. Çalışanlar güçlü ve örgütlü olmayınca da sektörün bütün bileşenleri akıntıya kapılıp gidiyor. Buna yapımcılar da dahil.
Geçen yıldan devam eden Bir Zamanlar Çukurova, Mucize Doktor ve Ramo vardı. Bir de yaz başında Sen Çal Kapımı başladı, onun müziklerini yapıyorum. Bir de yeni başlayacak Şeref Sözü isimli bir proje var.
Türlerinin birbirinden farklı olması avantaj. Buna biraz özen gösteriyorum. Aynı anda birbirine yakın karakterde iki dizinin müziklerini yapmak sıkıntı olabilir. Türleri birbirine benzemeyen projeler olmasına çalışıyorum.
Müzik döşeme kısmın yapan arkadaşlarım var. Ama hepsi o kadar.
Herhalde birkaç tane söyleyebilirim ama en belirgini Muhteşem Yüzyıl olur. Türkiye’de çok yapılan bir tür değildi.
Dramayı birkaç duygu ve anlatım dili gibi düşünürsek, müzik onlardan bir tanesi. Bazen çok önde bazen geri planda katkı veren bir anlatım dili. Dramatik anlatımı güçlendiren unsurlardan bir tanesi.
DİZİLERDE MÜZİK YOĞUNLUĞU
Çok haklı bir eleştiri. Bu bizim karar verici olmadığımız ya da dahil olamadığımız bir sürecin sonunda oluyor. Yapımcılar, kanallar sahnelerin insanlar tarafından izlenmeden sadece dinlenerek takip edilmesi için müziğin susmaması ya da az susması gerektiğini düşünüyor. Mesela şöyle bir tabir var: “Öyle bir müzik olmalı ki mutfakta bulaşık yıkayan kadın dönüp bakmalı”. Ben bundan o kadar sıkıldım ki. Mutfakta niye kadın bulaşık yıkıyor, mutfakta bulaşık yıkayan ne kadar hane kaldı gibi birçok şey konuşulabilir ama bunu dillendiren diyor ki: “Bizim izleyicimizin hatırı sayılır bir kısmı diziyi ekrana bakmadan izliyor ve bir ses dünyası kurmak zorundayız.” Yoğunluğu tercih etmelerinin sebebi bu.
O kısmı tam da sizin söylediğiniz gibi. Filme ya da diziye müzik yapmak var olan bir hikâyenin suretini çıkarmaksa şarkı yazmak ve şarkı söylemek bir hikâyeyi bizzat anlatmak gibi bir şey. Kıyaslamam çok doğru olmaz ama ikisi bambaşka dünyalar. Televizyon daha popüler bir alan olduğu için orası daha görünür oluyor.
Bir şeyler var ama albüm formatı daha ne kadar yaşayacak çok emin değilim. Tematik bütünlüğü olmayan o kadar şarkıyı birarada yayınlamayı artık çok gerekli bulmuyorum.
“YAZ UNUTMAYI TERCİHLE GEÇTİ”
Uzun bir süreyi hiçbir şey yapamadan geçirdim. ‘Her gün film izledim, her gün yeni beste yaptım’ şeklinde yaşayan insanlar da oldu. Ben bunun bir ayını bunları hiç birini yapamadan geçirdim. Her günümü meşgul eden iş de ortada yoktu. Bir süre sonra insanın eli avucu kaşınmaya başlıyor. Huzursuz hissediyorsunuz. ‘Bir şey yapmıyorum’ hali oluşmaya başlıyor. O zaman bir şeyler yazmaya, çizmeye kaydetmeye başladım. Bu sürecin şöyle bir etkisi de oldu. Bütün sektörlerde olduğu gibi biraraya gelinmeden yapılması mümkün bütün kayıtları uzaktan yapıyorum.
Alınması gereken çok basit tedbirler vardı. 15-20 gün bütün hayatı durdurmak gibi. Bunlar yapılmadı. Siz ekonomi canlansın diye yurtdışından gelişleri serbest bırakır, kredili tatiller vaat ederseniz, insanlar da bir yandan sağlıklarını yerinde tutmaya çalışıyor, bu yüzden normal hayata ilişkin bazı nüvelere sarılmak istiyorlar. Yaz biraz unutmayı tercih etmekle geçti. Kışın da onun ceremesini çekeceğiz. Bunun mücadelesinin göstermelik verildiği yer de etkinlikler oldu. Bir plajda biraraya gelen bin kişidense konserde biraraya gelen yüz kişi daha mı fazla tehlike arz ediyor?! Tabii ki hayır. Konseri yasaklamanın daha göstermelik, görünen bir tarafı var. O sizi tedbir almış gibi gösteriyor. Görüntülere çok yakından ilgili bir halkız.
Kast ettiğim de bu zaten. İnsanlar maskeye dikkat etmeden kontrolsüz normalleştiler diyelim; ki böyle de değil. Bunun faturası pek de görmediğimiz konserlere nasıl kesildi hiç anlamadım. Arada ülkede bir müzik festivali yapıldı da biz mi duymadık. Opera izlemeden duramayan seyircimiz mi var?
O dallardaki insanların biraz daha güçlü ses yükseltmesiyle ilgisi var. Sosyal medyanın önemli bir etkisi var. Sosyal medya zaten bir süredir adliyeye dönmüş durumda. Oyuncular son dönemde başarılı bir şekilde ses yükselttiler. Müzisyenlerde durum biraz daha farklı. Müzisyenler kolay biraraya gelen, kolay örgütlenen insanlar değil.
* Neden?
Neden olduğuna dair çok net bir analiz yapamayacağım ama reel durumun bu olduğunu bugün Türkiye’de hangi müzisyene sorsanız söyler. Son yıllarda bir takım meslek örgütleri işlerlik kazanmaya başladı ama müzisyenler bu konuda çok geride ve atıl durumdalar. Bu yasakların bir faydası olacaksa o da bu durumu sorgulayıp, çözümler üretmeye teşvik etmesi olabilir. Var olan durumla bir şey yapılamadığı aşikar.