Dünya prömiyerini 25. Saraybosna Film Festivali’nde yapan, 26. Adana Altın Koza Film Festivali’nde üç ödül birden alan Pelin Esmer’in “Kraliçe Lear” belgeseli vizyona girdi.
Film, Arslanköylü (Mersin) tiyatrocu kadınların Mersin Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrosu’ndan bir ekiple, Toros köylerine yaptıkları 30 günlük bir turneyi konu alıyor. Bu turne boyunca Shakespeare’in bin 400 yıllık Kral Lear oyununu yavaş yavaş Kraliçe Lear’e dönüştüren kadınlar, seyirciyi de eğlendiren, umut veren ve düşündüren bir yolculuğa çıkarıyor.
Biz de bu yolculuğu fırsat bilip Pelin Esmer’le konuştuk.
Aradan geçen 14 yıla rağmen tiyatroya halen devam ediyor olmaları, tiyatronun onlara ne kadar iyi gelmiş olduğunu ve bunu başka köylerdeki kadınlara aktarmak, onları da etkilemek istediklerini görmüş olmam. Özetle bana verdikleri umut ve bunu paylaşma isteği diyelim.
Bu filmi kadın olmasam da çekerdim, onlar kadın olmasaydı da çekerdim, o ayrı. Onların kadın olarak, kırsalda yaşayan kadınlar olarak bunu başarmış olmaları ayrıca şapka çıkartılacak bir durum, o da ayrı. Kendi köyünde kendi hayatından parçalar oynayabilmeyi kaç kişi göze alabilir? Öyle kolayına olmadı tabii hiçbir şey. Eşlerini yavaş yavaş ikna etmeleri, onların zaman içinde saygısını, desteğini alıp, elalem ne der engelini aşmaları ve zamanla başta engel olmak isteyen ya da kabullenemeyenlerin bile artık onları alkışlamaları büyük bir şey.
Kendi köylerinde tamamen kendi inisiyatifleriyle bir tiyatro kurmuş olmaları, kendi hayat hikâyelerini oyunlaştırıp kendi köylerinde cesaretle sergilemeleri, tiyatroyu kendilerine iyi gelecek bir şey olarak keşfedip buna devam etmek için her türlü mücadeleyi göze almış olmaları, çok akıllı ve komik kadınlar olmaları…
BİR AYLIK KÖY MACERASI
Çok güzel geçti. Tam bir maceraydı, her anlamda. Her gün bir köye gidiyorduk. Gittiğimiz köyler en fazla 800 nüfuslu, dağ köyleri. Uçurumlu, tehlikeli yolları aşarak, can korkusuyla ulaştık çoğuna. 3500 metreye kadar çıktık, yörüklere. Sağ salim vardıktan sonra da ayrı bir macera ve heyecan. Köylülerle tanışmamız, ev ev dolaşıp ettiğimiz muhabbetler, seyircilerimizi toparlamamız, akşama gelecekler mi, kaç kişi gelecek, nasıl karşılayacaklar merakları… Her günü ayrı macera olan bir 30 gündü.
Tiyatrolarıyla seslerini duyurmuşlar, eşleriyle, aileleriyle ilişkileri olumlu anlamda değişmiş, özgüvenleri artmış, daha rahat ve huzurlu hissediyorlardı. Orta yaşlara varmış olmanın getirdiği olgunluğun ve yaşanmışlıkların da etkisiyle hayata dair çok daha yönlü ve derin sohbetlere girdik.
KRAL LEAR’İ FATMA OYNADI!
Filmde oynadıkları oyun Kral Lear uyarlaması. Oyunu tamamen kendi dillerine, dünyalarına adapte edip, şahane bir uyarlama oynadılar, doğaçlamalar da katarak. Kral Lear’i de Fatma oynayınca kral, kraliçe oldu.
Sanatı sınırlı mekâna, zamana sıkıştırmaya kalkışmak, şehirle ya da tarihin bir dönemiyle özdeşleştirmek sanatın doğasına aykırı. Siz isteniz de olmaz öyle şey. Zaten tarihe bakarsak bunu kanıtlayan çok şey var.
Seyirci sinemada ya da televizyonda izlediği filmlerde uzun süredir şuna alışık; köyde, kasabada gördüğümüz karakterler için üzülüp ağlıyoruz sadece, hele de kadın karakterler için. Kraliçe Lear’de bırakın üzülüp ağlamayı, onlara sonsuz saygı duyup hayran kalacaklarını ve cesaretlerinden, hayata bakışlarından örnek alacaklarını düşünüyorum. Gülmeye, hele de umuda biraz ihtiyacımız var. Kraliçe Lear’de bunları bulabileceklerini düşünüyorum.
Evet, 10 senedir Moda’da yaşıyorum. Kadıköy yakasında ilk hafta Rexx, Caddebostan CKM, Kozyatağı Kozzy, Üsküdar Emaar sinemalarında izlenebilir.
Umut.