Eleştirmen değil, bir tiyatro izleyicisi. Adı Ali Kocaeli. Mühendislik mezunu. Ataşehir’de bir firmada çalışıyor. Onu bu röportaja konu eden ise sosyal medyadaki “Kötü Oyun Kotası” adlı hesapları. Kocaeli, tiyatrolara gidip oyunları izliyor ve yorumlarını ‘sözünü sakınmadan’ yazıyor. Zaten amacı da bu, ‘kötüye kötü diyebilmek’… Üstelik kurduğu web sitesi aracılığıyla, diğer seyirciler de oyunları eleştirip, yorum yazabiliyor. Böylelikle de oyunlar, Kocaeli’nin arzusu olan ‘kolektif bir göz’le değerlendirilmiş oluyor.
Ali Kocaeli’nin nevi şahsına münhasır üslubuyla sorularımıza verdiği yanıtlar;
Şok_o_pop’u bilirsiniz belki, Youtube kanalı. Ben de Kötü Oyun Kotası'nı açarken onu örnek aldım. Neden sorusuna kendisinin cevabı şöyleydi: “Biraz özgüvensizlikten biraz da kendimi koruma ihtiyacımdan kaynaklandı.”
Üniversite okuduğum zamanlarda amatör olarak ilgilenmiştim. Sonra araya 10 yıl girdi. Evi işi oturttuktan sonra tekrar ilgilenmeye başladım, seyirci olarak en azından.
Şirkette hadi hep beraber toplu oyuna gidelim dendi. Stajyerlerden bir çocuk eski tiyatrocuymuş, arkadaşının oyunu varmış. E hadi ona gidelim dedik. Oyun çok kötüydü. Çıktık. Yarıda değil tek perdeydi zaten. Konuşuyoruz kimse beğenmemiş, herkes kötü diyor. Oyuncular çıktı sonra içeriden, sohbet etmeye yanımıza geldiler. Bir baktım bizimkiler “nefis oyundu, harikaydı, muhteşemdi” diyor. Dedim niye ne düşündüğünüzü söylemiyorsunuz, kötü olduğunu? Üzülürler ya ayıp olur falan dediler. Sonra düşündüm, haksızlık ediyorlar bence. Oyuncular üzülür ekip kırılır diyorlar ama aslında onlar, seyirciler, kimseye karşı kötü olmak istemiyorlar, aralar bozulmasın falan filan. Sonra baktım hep böyle… Bir gece evde canım sıkıldı, oturdum hesap açtım. Öyle.
Çok düşünmedim. Instagram'da yeni hesap düğmesine basmamla Kötü Oyun Kotası yazmam arasında 15 saniye vardır.
Kötüye kötü diyebilmek istiyorum sadece. İfşalık bir durum yok sanırım. Oyun ekibinden beğenen, yazan olursa hemen soruyorum zaten “rahatsız olduğunuz bir yer varsa hemen düzeltebilirim ya da kaldırabilirim” diye.
Kötü bir oyunun, kötü olduğunu bile bile gitmek eziyet olur… Kimse yapmaz böyle bir şey. Hesabı takip eden arkadaşlar yazıyor bazen “şu oyuna da gidin lütfen çok kötü” diye. Onlara da aynı şeyi söylüyorum: İyi oyun önerin, sevdiğiniz oyunları önerin, onlara gidelim beraber. Kötü oyunları eleştirmek kadar iyi oyunları paylaşmak da önemli.
Bilet kendim alıyorum. Ücretsiz davetiye kabul etmiyorum, hatlar karışsın istemiyorum hiç. Özel tiyatrolar gerçekten çok samimi bu konuda; belki 200-300 oyuna davet edilmişimdir. Niyetim hepsine gitmek.
2 ay oldu, 20 oyun izlemişimdir. Açmadan önce izlediğim oyunları da yazıyorum. Benim için bir çeşit günce aynı zamanda Kötü Oyun Kotası.
Kötü bir oyuna sayfaya malzeme çıksın diye gitmem. Bu benim gerçek işim değil, buradan para kazanmıyorum, buradan geçinmiyorum. Ben de herkes gibi güzel vakit geçirmek istiyorum. Bazı oyunlar oluyor, herkes çok övüyor, ben içten içe biliyorum kötü olduğunu ama merakıma yenik düşüp gidiyorum. Galiba en çok öyle oyunları yazdım.
Aa… Hiçbir fikrim yok. Eğlenmeye gidiyorum oyunlara. Eğlenmezsem, sıkılırsam da niye böyle oldu diye soruyorum kendime.
Bugüne kadar hiçbir tiyatrocudan kötü, sert, biçimsiz bir tepki almadım. Bu yüzden diyorum, tiyatroculara haksızlık ediliyor. Hatırladığım; Kemal Aydoğan bu yaptığımın eleştiri olmadığını söyledi örneğin, Volkan Yosunlu yine benzer bir eleştiri yaptı. Bazı tiyatrocular yorumlarıma katılmadıklarını ama gelip izleyip yazdığım için müteşekkir olduklarını söylediler.
Ben bütün bu olumlu-olumsuz geri dönüşleri dikkate almaya çalışıyorum. Oyunu beğenirim, beğenmem. Niye kişisel bir şey dönüştüreyim ki? Küçücük telefon klavyesinin başına çöküp uzun uzun geri dönüşler yazıyor insanlar, tabi ki dikkate alacağım.
İzleyiciyle ilgili pek derdim yok. İzleyiciyle derdi olanlarla derdim var. Bizim seyircimiz anca bundan anlar, bizim seyircimiz buna gülsün, bizim seyircimiz anca ünlüleri görmeye gider vb. lafları hiç sevmiyorum.
Biz tiyatroya güzel vakit geçirmeye gidiyoruz. Şener Şen’i, Serenay Sarıkaya’yı canlı izlemek de bunun bir parçası olabilir, niye olmasın. Renkli ve büyük bir sahne show’u da bana keyif verebilir. Bence Kötü Oyun Kotası’nın yanlış anlaşıldığı konulardan biri bu. Büyük tiyatro prodüksiyonlarının ya da ünlü oyuncuların düşmanı değilim ben. Bütün bu imkânlarla kötü oyunlar yapılmasının düşmanıyım. Ünlüleri, vitrindeki süs eşyaları gibi sergileyip, oyunu boşvermelerinin; sahne ışıklarının ve dekorların ve gösterilerin, oyunun ve oyunculuğun yerini dolduracakmış gibi davranmalarının düşmanıyım. Çalıntı işlerin düşmanıyım. Ha bir de aşırı pahalı bilet fiyatlarının.
Canım sıkılıyor. İnsanlarla konuşuyoruz. Günde 200-300 arası mesaj geliyor. Yeni izledikleri oyunları öneriyorlar bazen, bazen dedikodu veriyorlar, bazen paylaşmam için komik bir şey gönderiyorlar. Herkes her şeyi niye yapıyorsa, ben de o yüzden yapıyorum, zaman geçsin diye.
Düşündüğünüz kadar sık yapılan bir yorum değil. Bana böyle yazan sayısı beş altı. Mümkün olduğu kadar kendimi açıklamaya çalışıyorum. Ben bir oyun izlediğim zaman kendi fikrimi istediğim platformda istediğim biçimde paylaşabilirim. Herkesi de paylaşması için cesaretlendirmek isterim. Bu fikri de beğenirsin, beğenmezsin, ona göre sayfayı takip edersin ya da etmezsin, istersen engellersin. Sonuçta Hürriyet Pazar ekinde gelmiyor evinize Kötü Oyun Kotası.
Hatta asıl isteğim, insanların benim gözüme de güvenmemeleri. Kolektif bir göz oluşturabiliriz. Aslında yakın arkadaşlar arasında yapılan, asla ekiplerin kendisine iletilmeyen yorumları bir yere toplayabiliriz. Aradığım şey diyalog aslında.
Çok bildiğim bir alan değil. Birkaç kişi biliyorum, takip ediyorum. Onun dışında oyunun adını google’a yazıp aratıyorum çıkanları okuyorum.
Bilmem. Ben mesela film izlemeden önce girip IMDB’ye bakıyorum. Ama sadece puana değil. En alttaki yorumlara da. Eleştirmen incelemeleri ve seyirci incelemeleri var. Oradaki seyirci incelemelerini okuyorum. Nihai amacım da oyunlar hakkında bu şekil bir site yaratmak. Siteyi açtım hatta, şekil vermeye çalışıyorum şu anda. (www.kotuoyunkotasi.com)
O ne demek bilmiyorum ama başlarken, bu işlerle ilgilenen bir arkadaşıma sordum. O da ‘1000 takipçi al. Kimse 10 takipçisi olan hesabı takip etmez. Sonra da her gönderiye 30 lira 50 lira reklam ver’ dedi. Ben de öyle yaptım. Şu anda haftalık 500.000 gibi bir etkileşim alıyor; hikayeleri 6.000 kişi takip ediyor.
Var ya, çok var. Sağ olsunlar oyunlara davet ediyorlar, geri dönüş veriyorlar, yazım hatalarımı düzeltiyorlar. Günde 200-250 mesaj geliyor, çoğu tiyatrocu. Örneğin bir oyunu eleştirmişsem, oyunun neden bu şekilde olduğuna dair içeriden bilgi veriyorlar, daha iyi anlıyorum bazı konuları.
Şehir ve Devlet Tiyatrolarının oyunlarını izliyorum ama kimi kime şikayet edeceğim? Devlet’i kendime muhatap alamıyorum tabi öyle. Motivasyon meselesi.
Büyük sahnelere kızıyorum örneğin bazen; Dasdas’a, Moda Sahnesi’ne, Uniq’e… Bu motive ediyor yazmak için. Hatta bana yazarlarsa onlara da söylüyorum bunu. “Dev gibi sahneniz var, paranız var, oyuncunuz yönetmeniniz var, bu kadar imkan içinde yaptığınız oyuna bakın! Ekiplerden cevap verenler oluyor; “zamansızlık”, “oyuncu değişikliği”, “diziyle çakışma” öyle oldu böyle oldu. Üzücü. Her oyun iyi çıkmaz belki. Ama tiyatroya yön verebilecek, bize her hafta yeni tatlar yaşatabilecek bu mekanlarda böyle oyunlar izlemek can sıkıcı.
Evet çıkarım. Herkes de çıksın. Kimseye de ayıp olmaz.
Buna verilen tepkileri hatırlıyordum. Ama ortada bir emek var, kötü de olsa çıkılmaz ya da para geri istenmez gibi. Bizim de bir oyuna giderken emeğimiz var. Zaman ayırıyoruz, para ayırıyoruz, aklımızı veriyoruz. Karşılığını istemek hakkımız gibi geliyor. Katılıyorum Haluk Bilginer'e.
Var var. Haftanın 5-6 günü günde 12 saat çalışıp para kazanıyorsunuz. Gidip kötü oyunlara paranızı harcamayın. Hiçbirimiz oyun izlediğimiz için seviye atlamıyoruz. Gidip afişiyle yine fotoğraf çekiliriz, İnstagram’a fotoğraf atarız, başrolleriyle çekilip, bunda ayıp bir şey yok. Sadece, kötü oyunlara kötü demeyi bilelim. Öptüm.