İstanbul canlı müzik sahnelerinin revaçta gruplarından Kung Fu, “müzikle var oluyoruz” diyor
Gökçe UYGUN
Kadıköy Anadolu Lisesi’nde okudukları yıllarda kendi imkanlarıyla bir müzik odası kurdular. Ortaokul ve lise yılları hep prova, beste yaparak geçti. Orada çalışan 2 gruptan, mezun olunca bir başka grup çıkardılar, adını da Kung Fu koydular. 2000’li yılların başından beri canlı müzik dinleyicileri arasında kendisine ciddi bir kitle edinen Kung Fu, şanslı olduklarına inanıyor. Öykü Akgürgen (vokal-gitar), Murat Altınöz (gitar-vokal), Alp Okçu (bas), Osman Konuray (davul-vokal)’dan oluşan Kung Fu’yla söyleştik.
-Genelde “lise grupları”, mezuniyetle birlikte tarihe karışır. Sizi ayakta tutan neydi?
Müzik yapmayı çok istiyorduk ve uyumlu bir beraberliğimiz vardı. Farklı şehirlerde üniversite kazanma, müzikten uzaklaşma gibi bir durumla da karşılaşmayınca, kendi stüdyomuzda çalışmaya devam ettik.
-Müziği, “hobi” ya da “iş” olarak yapmak arasındaki fark nedir sizce? Bu, müzik üretiminizi, albümlerinizi, sahne performanslarınızı nasıl etkiliyor?
Hiçbir müzisyen, müziği hobi olarak yapmaz. İçinden gelen müziği yapabilmek için, hayatta kalabilmek için bir işte çalışır. Müziğin hayatındaki önemi, değeri asla değişmez. Değişen, ayırabildiği zaman olur.
-Yılların grubusunuz. O zamandan bugüne geçen zamanı sorsam size, ne dersiniz?
Çok şanslı bir grubuz. Çok güzel bir dönemde çalmaya başladık. Çok güzel konserler verdik, harika insanlarla tanıştık. Hayallerimizden ötesine kavuştuk.
-Grup ismini sormasam olmaz! Neden Kung Fu?
Eğer bu sorunun bu kadar çok karşımıza çıkacağını bilseydik başka isim bulurduk sanırım (gülüşmeler) Hızlıca, büyük bir keyifle, oy birliğiyle seçtik, özel bir sebebi yok.
-İlk albümünüz Mart 2013 tarihli ‘Tüm Bu Başlangıçlar’. Albüm nasıldı? Sizi ve dinleyiciyi tatmin etti mi?
Çok severek kaydettik ve albümümüzle gurur duyuyoruz. En büyük amacımız sahnedeki enerjiyi ve canlı çalım dinamiklerini yakalamaktı, bunu da başardık.
-İlk albümün üstünden yaklaşık 1 yıl geçmiş. Yeni albüm yapmayı planlıyor musunuz?
Yeni bestelerimiz var, uygun bir zamanda kayıtlara tekrar başlıyoruz.
-Kadıköy Buddha'da 14 yıldır sahne alıyorsunuz. Uzun süre yanı yerde çıkmanın iyi/kötü yönleri neler?
Evet, artık ayda bir Cumartesi çalıyoruz. Buddha’da çalarken Taksim’de de birçok mekânda çaldık. Kötü bir yanı yok, aksine, çok güzel ve sadık bir kitle kazandırdı bize.
-Sizin gibi Buddha’da sürekli çıkan gruplardan Suitcase ile yaptığım röportajda “Cover grubu, bar grubu’ tanımlarını kabulleniyor musunuz”’ diye sorduğumda Deniz Özberk’ten şöyle ateşli bir yanıt almıştım: “Bu saatten sonra kimin ne söylediğinin hi bir önemi yok! Eskiden bu sorulara verilecek çok cevabım vardı ama artık isteyen, istediğini düşünebilir. Evet bar grubuyuz, evet cover grubuyuz, ama albüm de yaptık!” Sizde durum ne? Coverlarınızla mı kendi şarkılarınızla mı öne çıkıyorsunuz sizce?
Kendi şarkılarımızla sanırım. Açıkçası bu tanımların hiçbirisi bizi rahatsız etmez. Biz çalıyoruz, bu kadar.
-Bugüne dek kaç konser vermiş/kaç kez sahneye çıkmışsınızdır tahminen? İlk sahne deneyiminizde nasıl hissetmiştiniz?
Çok zor bir soru... 10 sene boyunca her hafta 2-3 kez sahnedeydik. Konser ve festivalleri saymıyorum bile. Garip olan, ilki de aynı sonuncusu da, o hafif korku, gerilim, endişe hep var.
-Bireysel olarak mı müzik yapmak daha iyi-kolay yoksa grup ile mi?
Önemli olan verimli bir üretim ortamı sağlamak, sonra da sahnede uyumlu olmak. Hepimizin yakından tanıdığı ‘şarkıcı’ların bile de uzun süredir aynı sahneyi paylaştığı müzisyenler, grupları var.
-Sahne bulmakta zorlanıyor musunuz?
Sahne bulmakta değil de sahne günü birbirimizi bulmakta zorluk çekiyoruz (gülüşmeler)
HEPİMİZ KADIKÖY’DE OTURUYORUZ
Özellikle son birkaç senedir Kadıköy ve Beşiktaş, sadece sosyal ve gece hayatıyla değil, hayata ve ülkeye yaklaşımıyla da çok önemli bir rol oynuyor. Özellikle son 1.5 senede yaşananlar insanları buraya ve birbirlerine daha sahip çıkmasına sebep oldu. Hepimiz Kadıköy Anadolu mezunuyuz, Kadıköy semtinde oturup, Kadıköy’de takılıyoruz. Burada müzik yapıyor olmaktan mutluyum.