Bitirgen, Pala Hayriye, Hayriye Hanım’ı Kim Çaldı, Kesekli Tarla kitaplarıyla ve o kitaplardaki derin ve aynı zamanda muzip diliyle tanıdığımız Figen Şakacı’nın son kitabı HınçAhınç İletişim Yayınları’ndan çıktı. Figen Şakacı, HınçAhınç ile okuru zorlu bir yokuşun başına kurulmuş bir mahallenin içine çekiyor; Yenimahalle’ye… Mahalle oldukça tanıdık. Öfkesi, hıncı, acısı, ağrısı aynı Türkiye… Bir ülkeden mahalle yaratmış Şakacı. Güçlü ve renkli diliyle sadece bir mahalleyi değil, geçmişin yükleriyle bugünün zalimliğini taşıyan insanlığı anlatıyor. Hiç bitmeyen öfkesini, bir türlü alamadığı hıncını… Mahallenin üç genci Serde, Demar, Arif etrafında gelişen olaylar hem tanıdık hem de can yakıcı. Mahallenizde göreceğiniz kadar yakın, ekranda izleyip “o kadar da değil” diyeceğiniz kadar da inanılmaz. Üç gencin etrafında öfkenin anatomisinin çıkarıldığı kitabı Figen Şakacı ile konuştuk.
Yeni kitabın adından başlayalım. Neden HınçAhınç?
Birbirlerine alacaklı gözüyle bakan, içleri öfke dolu bir topluluğu anlatmak için bundan daha iyi bir kelime gelmedi aklıma, Ç’nin üzerine iki kere basmış oldum ama kulakları çınlattı galiba:)
YOKSULLUK VE YOKSUNLUKLA EŞİTLENMEK
Kitapta bir mahalle kurmuşsunuz. Türkiye'deki mahalle kültürünün toplumsal belleğe etkisi ne? Öfkemizi, kötülüğümüzü gizlediğimiz yer mi mesela mahalle?
Tam tersi açık ettiğimiz, herkesin her şeyi bildiği, mahremiyet alanlarının bile kamusallaştığı, yalan yanlış bilgilerin, doğru olduğuna inanılan önyargıların, bir arada yaşama kültürüne hepten uzak, bir an önce yukarı mahalleye geçmenin yollarını arayanların agorası. Böyle deyince toplumsal belleğimizin buna benzer örneklerle dolu olduğunu görürüz. Benim yazdığım Yeni Mahalle de birbirlerine baka baka kendilerine çeki düzen vermeye, hep daha fazlasını istemeye ayarlı, yoksunluk ve yoksullukla eşitlenmiş olmanın öfkesiyle dolu, gençleri umutsuz, yaşlıları yorgun, erkekleri uyanık bir mahalle…
Hınç kavramının Türkiye’nin sosyokültürel yapısındaki yerini nasıl tanımlıyorsunuz? Sizce bu kavram, bu ülkede neden bu kadar belirgin?
Sabah kalktığımız andan itibaren gözümüzün önüne düşen çocuk cinayetleri, ölü bebek ticaretleri, para uğruna herkesin birbirine işkence etmesi, kadınları öldüren erkeklerin iyi hal indirimiyle sokaklara salınması. Yoksulluk arttıkça intiharların çoğalması, barınamayan öğrencilerin, atanamayan öğretmenlerin seslerini duyuramaması, işçilerin yalın ayak sokaklara düşmesi. Depremzelerin sağlıksız koşullarda sahipsiz ve hala evsiz yaşamaya çalışması ve bütün bunlar olurken zenginliğin, kolay yoldan para kazanmanın gözümüze gözümüze sokulması yeterince hınç duygusu yaratıyor ve ekonomik çöküşle başlayan bu sosyal çürüme bıçakların daha da bilenmesine neden oluyor bence.
HınçAhınç’taki mahallede yaşasaydınız hangi karakterle yarenlik ederdiniz?
Mutlaka her sabah kahvesine Gülistan’a gitmek isterdim, kapıyı açtığı anda bacak arasından Karagöz’ü de içeri sokmaya çalışarak.
“VERDİĞİ ZARARDAN HAZ ALAN HERKES KÖTÜ”
Kitap hınç, kötülük ve hoyratlık kavramlarını bolca düşündürüyor. Ve her kahraman tıpkı hayatta olduğu gibi kendine kadar iyi. Kötülük kavramını siz nasıl tanımlarsınız? Kötülük dediğimiz şey nerde başlıyor?
Bir başka canlının hayatına bile isteye kast eden, vicdanıyla değil çıkarlarıyla hareket eden, verdiği zarardan haz alan herkes kötü, onların her eylemi kötülüktür.
Roman 2024’te çıktı. Ama 2016’da geçiyor. Neden?
Bitirgen de 80’lerde geçiyordu ama 2000’lerde yazdım, keza Pala Hayriye’yi ve diğer kitaplarımı da. Bu romanımda neden 2016’ya vizörden baktığımı okurları biraz olsun diri tutmak adına açık etmek istemem, kendileri okurken iz sürseler, çıktıkları adresin neresi olduğunu biraz düşünseler sevinirim.
“HER KİTABIN AYRI DERDİ OLUYOR”
Bitirgen’den bu yana Figen Şakacı’da yazma rutini, edebiyatla ilişkisi bakımından neler değişti?
Bitirgen’i yazma heyecanım ve tutkumu yeniden yakalamak için her kitabımı ilk defa yazıyormuşum duygusunu ve endişesini yaşamak için uzun uzun durmalar, demlemelerden geçiyorum. Her kitabın ayrı dili, ayrı derdi oluyor ve bu değişim beni yazmaya daha çok heveslendiriyor.
Soruları hazırlarken Hayriye’ye, Rüya’nın hiç beğenmediği soruları soran gazeteci gibi olmamaya çalıştım. Siz olsaydınız Figen Şakacı’ya ne sorardınız? Ya da ‘bana şunu niye hiç sormadı arkadaş’ dediğiniz bir soru var mı?
Arada romanlarımın arasına küçük oyunlar, birbirlerine göndermeler serperim. Gözden kaçar genellikle, yakalayan dikkatli okurlar sorunca sevinirim, yoksa da bunca hızlı bir yaşamın içinde onu niye sormadı diye hayıflanmak da ayıp gelir, okuduğuna şükreder geçerim☺
KİTAPTAN
“Herkes bu kadar iyiyse kötüler nerede? Omuz atıp gidenle, ezip geçenin, geç geldi, yemek yapmadı diye kocası gibi hırsla dövenlerin, çocuklarının önünde kadınlara işkence edenlerin, ne yaptım ben diye sorsalar kendilerini haklı çıkarmadan verecek bir cevapları olur mu acaba? Ya da acıma duygusunun, vicdan düğmesinin yerini bilip durmadan orayı kurcalayanların kurnazlıklarında kısacık da olsa yaşadıkları gerçek bir pişmanlık var mıdır? Bunu arkasına takıldığı şu kadınlara sormak istiyordu Ananın A’sı. Ama önce biraz daha izlemek, niyetlerini tam anlamak gerekiyordu.”