MANOLYA'nın semtine geri döndü

Sesi, tarzı, duruşu ve yaşamıyla bir efsaneydi Zeki Müren…O çoktan gökyüzüne karışsa da efsanesi devam ediyor.

28 Kasım 2014 - 10:37
 Semra ÇELEBİ
“Uzun yıllar bekledim, hakikat oldu rüyam
Koklamaya kıyamam benim güzel manolyam
Nazlı çiçeğimsin sen, sevdana dayanamam
Koklamaya kıyamam, benim güzel manolyam…”
 
O anı hayal etmek zor değil. Güzel bir yaz günü, Caddebostan sahili, denize nazır bahçeli evler, bir manolya ağacı ve gölgesinde Zeki Müren… Elindeki deftere, sonradan çok sevilecek şarkılarından birinin sözlerini yazıyor. O güzel manolya ağacından aldığı ilhamı yine bir sanat eserine dönüştürüyor.
Üstelik Müren, belki de konser için geldiği Eski Maksim Gazinosu’nun yakınındaki ağacın gölgesinde dinlenirken yazdığı bu şarkıyla, Türkiye’de ilk kez verilen Altın Plak Ödülü’nün de sahibi oluyor. Takvimler 1955 yılını gösteriyor.
Sene 2005 olduğunda yani o günlerden tam 50 yıl sonra, yılların ağırlığını ömrüne eklemiş bir beyefendi, Kadıköy Belediyesi’nin kapısını çalıyor ve o şarkının öyküsünü anlatıyor. Hemen harekete geçen Park ve Bahçeler Müdürlüğü, kapsamlı bir araştırma yapıyor, o dönem köşklerde yaşayanlara soruyor ve hikâyenin doğruluğunu teyit ettikten sonra Anıtlar Kurulu’na başvuruda bulunuyor. Anıtlar Kurulu, üç yıllık araştırmanın ardından 1940’lı yılların başında dikilmiş olan bu manolya ağacını, 2008 yılının Ekim ayında “Anıt Ağaç” olarak tescilliyor.
 
 AĞAÇ İÇİN OTOPARK KÜÇÜLTÜLDÜ  
Zeki Müren’in manolyası artık bir anıt ağaç… Otoparklar için onlarca ağacın kesildiği şu günlerde, o manolya için “yaşamsal faaliyetlerini engellediği” gerekçesiyle yanındaki otoparkın bir kısmı yıkıldı. Kadıköy Belediyesi de geçtiğimiz günlerde, Eski Maksim Gazinosu’ndan yükselen nağmelerle büyüyen, Müren’in sözcükleriyle sanat tarihine geçen Manolya Ağacı’nın önüne bir plaka koyarak, o günlere ve tarihe saygısını bir kez daha gösterdi.
 
DESENLERİYLE DÖNDÜ  
“Benim güzel manolyam” diyerek sevdiği ağacının, bir anıt ağaç olarak koruma altına alındığı günlerde Zeki Müren, “Mora Bayılırdım” sergisiyle Caddebostan’a geri döndü. 6 Aralık’ta 81. yaş gününü kutlayacağımız “sanat güneşi”, İstanbul’da iki sergiyle anılıyor.
“İşte Benim Zeki Müren” sanatçının belki de en büyük eseri olan “hayatını” konu alıyor. Sergide sanatçının kendisinin biriktirdiği sonra da Türk eğitim Vakfı ile Türk Silahlı Kuvvetleri Mehmetçik Vakfı’na bıraktığı arşivinden parçalar yer alıyor. Yapı KrediPrivate Banking ve Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık işbirliğiyle düzenlenen sergi 20 Aralık’a kadar Yapı Kredi Kültür Merkezi’nde görülebilir.
 
 “MORA BAYILIRDIM SENİ TANIMADAN” 
“Mora Bayılırdım” sergisinde ise İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi Yüksek Süsleme Bölümü’nü birincilikle bitiren sanatçının desen çalışmalarına ağırlık veriliyor. Kadıköy Belediyesi’nin ve yine Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık’ın katkılarıyla hazırlanan sergiyi 19 Aralık’a kadar Caddebostan Kültür Merkezi’nde görmek mümkün.
Akademi yıllarındaki, çizimlerinden, fotoğraflarından, kendisinin tasarladığı o mucizevi kıyafetlerden, yazı ve notlarından oluşan sergi, Zeki Müren’i çok daha yakından tanımak için de bir fırsat. Akademi’yi birincilikle bitiren Zeki Müren’in desenlerine koyduğu orijinal isimler de dikkat çekiyor. “Mora Bayılırdım Seni Tanımadan”, “Kırıldım Bıldırcınlara”, “Örümceğin Vefası”, “İhanetin Şimşek Şimşek”, “Nereye Kaçtın Sen?”, “Kezbanın Çilesi” bu isimlerden sadece birkaçı. 

ÇOCUKLUKTAN GELEN TUTKU
·Zeki Müren, İlkokul 5’te, bir kontrplak üzerine ilk yağlıboyasını yapmıştı: Ellerini göğsüne bastırmış ağlayan uzun saçlı bir kadın. Adı “Istırap”. Okuldan eve döndüğünde tabloyu mutfakta yerde buldu. Annesi patlıcan kızartırken ocağı onunla yellemişti. Yıkıldı, saatlerce ağladı.
·Çocukluğundan beri sağa sola, boş kâğıtlara, resim defterlerine, gazete ve dergi yapraklarına, ders kitaplarına kadın desenleri çiziktiriyordu. Bu pratik Akademi sınavında çok işine yaradı.
·Bir söyleşisinde şunları anlatmıştı: Erkek resmi çizemezdim, vapur, uçak resmi çizemezdim de, kalın dudaklı, kalkık burunlu, mantar topuklu kız resimleri doldururdum defterlerime. Demek ki resimdeki kıza mavi sürme çekmek, koyu kızıl ruj sürmekle ruhum tatmin oluyordu. İçimdeki gizli bir açlık doyuyordu.
·Akademi’de kumaş desenleri atölyesindeydi. Atölyedeki profesörü, aynı zamanda “Beklenen Şarkı”nın şairi Sabih Gözen’di. Sanat Tarihi dersini, kendi tabiriyle “ağzından bal akan yüce insan” Burhan Toprak’tan alıyordu.
 
“BEN YAPMADIM TEKİR YAPTI”
Kumaş desenleri atölyesindeki profesörü Sabih Gözen, o günlere dair bir anısını şöyle anlatıyordu:
Baktım, Zeki tam istediğim gibi bir desen yapmış. ‘Harika! Nasıl yaptın?’ dedim. Kafasını eğdi, cevap yok. Çünkü bu fırçayla olmazdı, püskürtmeyle de, kalemle de olmazdı. Nasıl yapmıştı söylemedi. ‘Zeki dedim, beni yorma, doğruyu söyle’. (…) ‘Hocam’ dedi, ‘bunu ben yapmadım, bizim tekir yaptı’. Nasıl yaptı? ‘Onu aldım, poposuna boyaları sürdüm, beyaz kağıdın üzerinde gezdirdim, işte sizin istediğiniz gibi bir kolaj oldu.’ dedi.
 
 “KULİSTE PANTOLON HAZIRDI”
Zeki Müren, zihnimizde yer etmiş o muazzam kıyafetlerinin çoğunu kendisi tasarlıyordu. İlk mini eteği 1970’te, babasını kaybettikten sonraki ilk sahne çalışmasında giydi. O günle ilgili olarak daha sonra “Bir sır vereyim, kuliste mininin altının pantolonu hazırdı. En küçük bir tepki görsem giyecektim. Ama halk çok tuttu” diyecekti. Hafta Sonu’nda çıkan yazısında da bu konuyla ilgili şöyle bir açıklama yapacaktı:
“...Artist sahnede her şeyi yapabilir. Ben yeniliklerimi caddede tatbik etmiyorum ki... (...) Cinsilâtif dediğimiz cici hanımlarımızın süper mini modasına uyduğu son yıllarda benim, eski Romalılardan, gladyatörlerden, Antuan’dan, Sezar’dan modernize ettiğim bir kıyafeti giymeye niye hakkım olmasın? Pek çok hanım sanatçının göbek ve göğüslerinin ve mevzun bacaklarının teşhir edildiği sahnelerde benim lame çizmemin üstünden bir karış fazla görünen sarı tüylü bacağımın sözü mü olur?”

Etiketler; zeki müren

ARŞİV