Yazı hayatında 30 yılı geride bırakan Mario Levi, yazarlığı “birilerine ulaşma ve sesini duyurma kaygısı” olarak tanımlıyor.
Gökçe UYGUN
Kadıköyümüzün müstesna yazarı Mario Levi, bugünlerde pek meşgul zira eş zamanlı olarak pek çok kitap kaleme alıyor. Yazı telaşesi içindeyken, bir sabah Yeldeğirmeni’ndeki evinde ziyaret ettiğimiz Levi ile yazarlığı konuştuk.
Geçen yıl yazarlıkta 30. senenizi kutladınız. 30 yıl, bir yazarın yazım serüveninde neye tekabül eder?
Bunu bir insan hayatı gibi ele alabiliriz. 20’li yaşlar hem hayattan çok şey beklediğiniz hem de büyük kaygılar taşıdığınız yıllardır. 30’lu yaşlar ise artık bazı adımların atıldığı, kavak yellerinin artık esmediği zamanlardır. Yazarlığıma da böyle bakabiliriz. Daha kaç yıl yaşayıp, kaç kitap daha yazabileceğimi bilmiyorum. Ama ben kendimi duyurmak için mücadele ettim. Bu mücadele şimdi hafiften bir hüzün de veriyor bana.
Tam olarak nasıl bir mücadeleden bahsediyorsunuz?
İstediklerimi yazabilme mücadelesi… Sancılı bir süreçti. Bir yandan kendime ‘En iyi nasıl yazabilirim?’ sorusunu sorarken, diğer yandan da kendimi kabul ettirme çabasındaydım. Bu, sancılı ama sonuçları düşünülünce mutluluk vericiydi. Yola çıkarken elbette hayallerim vardı; kitaplarımın yayınlanması, onları raflarda görmek, insanlara ulaşması… Ve açıkçası ne mutlu ki bana, hayal ettiğimden de fazlasını yaşadım. Bundan sonra da birkaç daha kitap yazabilmenin hayalindeyim.
“YAZMAK BİR ARAYIŞ…”
Mücadeleyle kendinizi kabul ettirdiniz, peki kendi içinizdeki yazma mücadelesi sürüyor mu?
Çok doğru bir soru! Kesinlikle devam ediyor. Hâlâ kendime, ‘Acaba yaptıklarımın daha da ötesi var mı?’ diye sorar, yanıt ararım. Bu anlamda, her kitap benim için bir başlangıç… Yazdıklarımla yetinecek olsam, o zaman yazmamın bir anlamı kalmaz. Çünkü yazmanın bir arayış olduğunu düşünüyorum, hem yazma biçimini hem kendini aramak... Evet, yazmak istediğim birtakım istediğim kitapları yazabildim ama hâlâ yazamadıklarım var. Belki de yazamadıklarım, yazabildiklerimden daha fazla. Ama olsun. Bu, yazmaya devam etme gücü veriyor.
Türkiye’nin “özgürlük” ortamında, yazmayı isteyip de kendinizi sansürlediğiniz yazlar oldu mu?
Oldu tabi, olmaz olur mu! Her yazarın vardır. ‘Şunu yazsam hakkımda dava açılır mı?’ gibi bir soru bile yetersiz kalır. Bu kadar basit değil çünkü mesele. Birtakım tarihi bilgilerle büyüyorsunuz ve onlar sizin kişiliğinizi inşa ediyor. Mesela ben ‘Evde konuşulanları sakın ha dışarıda konuşma’ telkiniyle büyüdüm. Bu bir çocuğun hayata bakış açısını oluşturuyor istese de istemese de. Ancak aradan yıllar geçince öğrendim ki sadece azınlık mensubu evlerde değil, Alevi ve Kürt evlerinde de yaşanıyormuş. Bizim kuşağımız çok ağır deneyimlerden geçti 12 Mart, 12 Eylül gibi. Biz bazı yaralarla büyüdük, geçmişin hayaletleriyle bugünlere vardık. Çok rahat bir ülkede büyümedik. Bugünkü özgürlükçü ortamı tırnak içine alarak konuşuyoruz, tartışıyoruz ya, elbette tartışalım ama geçmiş de o kadar temiz değil.
Yazarlığınızın 30. yılı dolayısıyla adınıza düzenlenen sempozyumda konuşmanızı “50. yılda buluşmak üzere…” diyerek bitirdiniz. Biraz afaki bir soru ama; ne olsa yazarlığı bırakırsınız?
Hiç düşünmedim bunu, bilemiyorum… Yazmayı bırakabileceğimi sanmıyorum. Yazarken gerçekten yaşadığıma inanıyorum. Her insan gibi ben de bireysel ve toplumsal çeşitli sorunlarla yaşıyorum. Bunlarla mücadele etme gücünü yazarak elde ediyorum. Yazabildiğim için çok talihliyim. Yazarken hayatın anlamlı olduğuna inanıyorum. Yazmaktan vazgeçemem ki! Aa eğer hayatımı tehdit eden baskılarla karşılaşırsam da, yeraltına girer yine yazarım. Yazarım ama yayınlamam. Ama yine yazarım!
Okurlarınız, yazın hayatınızın neresinde duruyor?
Çok önemli bir yerinde. ‘Bir kitap yazdım ister oksun ister okunmasın’ diyenlerden değilim, diyeni de sevmem. 2 nedenden; biri fazla kibirli bulduğumdan, diğeri de samimi bulmadığımdan. Benim için kitaplarımın satması tabi ki önemlidir, bunu hiç inkar etmem. Ancak, satılmaktan ziyade okunmak önemli. Okunduğumu bilmek, yazdıklarımın bir etki uyandırması… Mesel bir gün bir kadın okur aradı. İsviçre’de bir psikiyatri kliniğinde tedavi görüyormuş. “İstanbul Bir Masaldı” kitabımı okuyormuş ve ona çok iyi gelmiş. Bana teşekkür etti. İşte bu benim için bir edebiyat ödülü.
Bir yazarla yapılan röportajın klasik sorusuyla bitirelim; yeni romanınız ne zaman çıkacak?
Çok verimli bir dönemdeyim. Eşzamanlı olarak bir roman bir de öykü kitabı yazıyorum. Öykü Mayıs gibi, roman da Ağustos gibi biter muhtemelen. Ayrıca geçen yaz başladığım bir roman daha var. Bir yandan da çok değer verdiğim 4 yazarı anlatan bir Portreler Kitabı hazırlıyorum.
KADIKÖY’DE 40 YIL…
1975’ten beri Yeldeğirmeni’nde yaşıyorsunuz. Kadıköylülüğünüzün 40. yılını kutlayacak mısınız?
Siz bana böyle bir pas verirseniz ben de gol atarım ve şunu derim; Kadıköy Belediyesi ne güne duruyor…?
Nasıl gidiyor Kadıköy hayatınız?
Kadıköy pek çok açıdan kurtarılmış bölge. Benim için bir cennet. Burada yaşamaktan çok mutluyum. Bu durumun devamı olsun yeter. Kadıköylülük kimliğinin korunması çok önemli.
Levi sempozyumu
Yeditepe Üniversitesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü Öğretim Üyesi Mario Levi’nin yazarlık hayatı, geçen yılın Ekim’inde üniversitede düzenlenen özel bir sempozyumla kutlandı. Edebiyat ve çeviri dünyasının önde gelen isimleriyle akademisyen ve öğrencileri bir araya getiren, sempozyumda Mario Levi’nin eserleri ele alındı.