“Kadıköy İstanbul’un en romantik semtidir” diyen yazar Mario Levi, gazetemizdeki yazılarla ilgili “Kadıköy ve Kadıköylüler için yazmak, yaşadığım duygulara başka bir anlam kazandırıyor” diyor
Erhan DEMİRTAŞ
“Bu Oyunda Gitmek Vardı” adlı yeni romanını okurla buluşturmaya hazırlanan yazar Mario Levi, Gazete Kadıköy’deki köşesiyle her cuma Kadıköylülere iç döküyor. Mario Levi ile Yeldeğirmeni’ndeki evinde çocukluğundaki İstanbul’u, yeni romanını ve Kadıköy’ü konuştuk. Evinin balkonundan Haydarpaşa’yı ve tarihi yarımdayı seyreden Mario Levi, “Kadıköy, İstanbul’un en romantik semtidir” diyor…
Şimdiye kadar yazdığınız kitaplar birçok dile çevrilerek sizin bir anlamda evrensel bir yazar olmanızı sağladı. Son bir aydır ise Gazete Kadıköy’de Kadıköy ile ilgili yazılar yazıyorsunuz. Yerel bir gazete olan Gazete Kadıköy’de yazmak evrensel bir yazar için nasıl bir duygu?
Öncelikle şunu çok açık bir şekilde söyleyebilirim; Gazete Kadıköy’de köşe yazısı yazmak beni çok heyecanlandırıyor. Kendimi sadece istanbullu değil, aynı zamanda Kadıköylü olarak görüyorum. Kadıköylü olmayı da çok önemsiyorum. Bu sebeple Kadıköy ve Kadıköylüler için yazmak, yaşadığım duygulara başka bir anlam kazandırıyor.
Gazete Kadıköy’de yazmaya başladıktan sonra okurlardan size dönüş oldu mu?
Evet oldu ama sadece tanıdıklarımdan oldu. Biz yazarlar azla yetinmeyi öğrendik. Dolayısıyla Yeldeğirmeni sokaklarında gezinirken “Tarkan” kadar tanınmayacağımı biliyorum. Ama olsun yine de güzel. Birden biri yolunuzu kesiyor “Şu kitabınızı okudum, kitabınıza hayran kaldım, sadece elinizi sıkmak istiyorum” deyip giden çok insan oldu Kadıköy’de. Bu beni çok mutlu ediyor.
“KADIKÖY YAZLIK YERİYDİ”
2010 yılında yayınlanan “İçimdeki İstanbul Fotoğrafları” romanınızla çocukluk ve gençlik yıllarınızı geçirdiğiniz İstanbul’un duygu dünyasını anlatıyorsunuz. Çocukluk yıllarınızdaki İstanbul ve Kadıköy’ü özlüyor musunuz?
Özlemez olur muyum? Zaman zaman özlüyorum. Ama bazen hem şimdiki İstanbul’da hem de Kadıköy’de yaşamanın daha kolay ve güzel oldugunu da düşünüyorum. Benim çocukluğumda Kadıköy yazlık yerleriydi. Çok sakin bir yerdi. Ama zamanla çok şey değişti. 1960’lı yıllarda İstanbul’da hiç kimse Bodrum’a ya da Marmaris’e gitmeyi düşünmezdi. Aksine Avrupa Yakası’nda yaşayanlar Kadıköy sahillerinde tatil yapardı. Caddebostan, Suadiye, Süreyya Plajı ve Moda bizim için tatil merkeziydi.
Yeldeğirmeni’ne 1997 yılında taşındım. İlk geldiğim yıllarda burayı çok sevmedim. Ama bu eve aşık oldum ve evin hatırına burayı çok sevdim. Zamanla buradaki esnafla komşularla tanıştım ve şimdi burayı çok seviyorum. Yeldeğirmeni büyük bir kabuğu kırmış gibi; bu beni çok mutlu ediyor. Kadıköy Belediyesi’nin bu anlamda yaptığı katkılar çok fazla. TAK, Yeldeğirmeni Sanat Evi bunların başında geliyor. Yazarlar Evi yapılacak. Bu konuda belediyenin Yeldeğirmeni’ne verdiği önemi söylemek zorundayız. Bizim bir alışkanlığımız var sürekli kötü şeyleri söyleriz. Ama daha iyi şeylerin yapılması için olumlu şeyleri takdir etmek gerekir.
“ŞEHİR MÜZESİ OLSUN”
Yeldeğirmeni’ne yönelik yoğun ilgi burası için dezavantaj haline gelebilir mi, mekanın tarihi dokusunu bozacak girişimlerle karşılaşır mıyız?
Bu ülkede o kadar çok şey yaşadık ki olamaz diyemiyorum. Kadıköy Belediyesi’nin yetki alanları ve gücü sınırlı. Dolayısıyla direnmemiz lazım. Ama kentsel dönüşümün savunulabilir tarafları olduğuna da inanıyorum. Birçok insanın gözünü bürüyen para hırsı, şehir dokusuna saygısızlık bizi tedirgin etmelidir. Bizi mutsuz edecek ihtimallere açık olmalıyız. Bunun için direnmek boynumuzun borcudur. Hemen önümüzde Haydarpaşa Garı duruyor ve ne olacak belli değil. İyi niyetli insanlar gar ve çevresinin İstanbul’un lehine olmasını istiyor. Birçok insan herşeyin para ile satın alınabileceğini ve satılabileceğini düşünüyor. Sanatçı bir ruh var Yeldeğirmenin’de, önemli olan buranın salaş haliyle kalmasıdır. Bu yüzden Yeldeğirmeni’nin çok lüks bir semt olmasını asla istemiyorum.
Sizce Haydarpaşa Garı, Gar olarak kalmalı mı?
Mutlaka gar olarak kalmalı ama gar olarak kullanılmaycaksa şehir müzesi olsun. Dışı da içi de çok güzel bir mekân. Bu şekilde iyi bir iç tasarımla değerlendirilebilir. Umarım öyle olur. Benim fikrim bu.
“ACILAR YAZDIRIR”
Genel anlamda sizi yazmaya iten şey ne oldu, acılar mı, sevinçler mi ya da hüzünler mi?
Hiç tartışmasız, tabi ki acılar. Ben şunu söylerim hep; “Mutluluktan yazı çıkmaz!” Mutlaka olumsuz durumlardan yazı çıkar. öğrencilerime de bunu hep söylerim; “Yaşadığınız olumsuz duygular, size birer armağandır.” Hüzün, melankoli, acı evet bunlar da var. Ama bunun yanı sıra öfke, kızgınlık ve isyan da oldu. Bunlar da olumsuz duygular, hepsi çok esinleyici. Madem bu kadar acı çekiyorsun neden yazıyorsun diye sorabilirsiniz. Birincisi; bu acıları daha dayanılır kılıyor, ikincisi; bir yazınız bir başkasına ulaştığında hissettiğiniz mutluluğun eşi benzeri yok. “Ben sizin yazınızı okudum beni nerelere kadar götürdü” gibisinden laflar edildiğinde büyük bir mutluluk yaşıyorsunuz. Çok basit bir şey bu ama beni gerçekten etkiliyor.
Bir röportajınızda çocukluğum kötü geçtiği için yazar olmaya karar verdim, diyorsunuz. ‘Kötü’yü biraz açabilir misiniz?
Çok yalnız bir çocuktum, içine kapanık hüzünlü çok çekingen, biraz uyumsuz. Yani sosyal bir çocuk değildim. Dolayısıyla bu yalnızlıklar zaman içinde birikiyor. En önemlisi oydu, hiçbir zaman maddi sıkıntılar içinde olmadım, ailem yaşadı maddi sıkıntılar ama ben doğduğumda bunu çok yakından hissetmedim, fazlasıyla orta halli mütevazi bir aileydik. Bu bana çok şey öğretti. Orta halli insanların hayata bakışı çok önemliydi. Çocukluğumda çok varlıklı arkadaşlarım da vardı onların sahip olduklarına sahip değildim. Ama en önemlisi yalnız olmak vardı. Zamanla değişiyor, şimdi artık sosyal bir insanım, geniş bir çevrem var. Zamanla öğreniyorsunuz ama hayat karşısında öz güven kazandıysam bunu yazdıklarıma borçluyum.
“Çocukluğumda yalnızdım” dediniz. Etnik kimliğinizin bunda etkisi oldu mu?
Pek değil, uyumsuzluk söz konusuysa, açıkçası Yahudi arkadaşlarımın içinde de öyleydim. Çocukluğumda zaman zaman bu farklılığın bana hissettirildiği bazı karşılaşmalarım oldu. Ailemden de baskı oldu. Evimizde şu söyleniyordu hep; “Evde konuşulanları dışarıda konuşma” bu çok önemliydi. Alevi arkadaşlarım oldu, aynısını biz yaşadık dediler. Kürt arkadaşlarım oldu aynısını biz yaşadık, bize de böyle söylenildi dediler. O zaman tamam dedim bir özelliğim yokmuş(gülüyor).
Türkiye’de sizce bu süreç aşılıyor mu, bu anlamda ilerleme kaydediliyor mu?
Dedem anlatırdı; devlet hizmetinde Yahudi, Rum, Ermeni vatandaşlar tercih edilmezmiş. Uzun yıllar gayrimüslim vatandaşlar üniversitede hoca bile olamadı. Zamanla bunlar da aşıldı elbette. Hala gayrimüslimlerin devlet katında yapamayacakları meslekler var. Bu açık açık söylenmez. Mesela bir subay, savcı ya da yargıç olamazsınız. Paris veya Madrid Büyük Elçisi olmak isterdim. Bunlar üzücü şeyler ama bunların zamanla değişeceğine inanmak istiyorum. Fakat şu anda o kadar zor günler yaşıyoruz ki umutlu olmak için dayanağım yok.
YENİ ROMAN KASIM’DA
Yaz boyunca yeni romanınız için çalıştınız, ne zaman okuyacağız yeni romanınızı?
Roman bitti. Bu yaz tatilinde düzeltmelerini yaptım. Adını da söyleyebilirim “Bu Oyunda Gitmek Vardı” şu anki adı bu. Görünürde bir aşk hikâyesi, arka planda görünmeyen ne var onu da okura bırakacağım. Kasım’da okurla buluşacak.