Melankolik duygulardan çıkan melodiler

İnsanları biraya getirdiği için müziğe büyük kıymet veren Cankoray, ‘’Sesi güzel olsun, olmasın, herkes şarkı söylemeli’’ diyor

10 Mart 2016 - 16:20
GÖKÇE UYGUN

Cankoray’ı nasıl anlatmalı? Karşınızda ‘’Tek çarem müzik…’’ diyecek kadar müziğe bağlı bir müzisyen duruyor. Kapalıçarşı’da kuyumculuk imalatındaki asit, kezzap, siyanür tozu dolu bir ortamdan, sahne tozuna uzanan bir hayatı var. İlk albümünü yaklaşık 2 yıl önce yayınladı. Şarkılarını yaparken,  insanların yüreklerine parmaklarının ucuyla hüzünlü bir şekilde dokunma hayali yaşıyor. 
Cankoray kendini ve müziğini anlatıyor…
Öncelikle isminizi netleştirelim. Sanırım takma isim gibi düşünüp, birleşik halde kullanıyorsunuz
İsim konusu kendimi bildim bileli hep bir karmaşa ve soru konusu oldu. İsmimin orijinal hali Cankoray Erhan. Müzisyen adım Cankoray; ancak ‘Koray’ soyadımmış gibi sanıldığından konser platformlarında afişlerde  ve internet arama motorlarında ayrık olarak yazılıp arattırılıyor. Bununla ilgili komik ve sevimli bir sürü hatıralarım var; anlatmakla bitmez. (gülüyor)

‘’Kim olduğumun, nerede yaşadığımın, boyumun, kilomun, saç ve göz rengimin ne önemi var’’ diyorsunuz ama yine de biraz tanısak sizi. Şimdiye dek nelerle uğraştığınızı, işlerinizi, dertlerinizi bilsek.
Elbette… Öyle yalnız kovboy edebiyatı değil tabi ki hayatım ve aksine gümbür gümbür, gürültülü bir hayat. Anadolu’nun sevimli şehirlerinden Merzifon’da 1974’te doğdum. İlkokul sonrası İstanbul’da okudum, büyüdüm. Asıl mesleğim Kapalıçarşı’da kuyumculuk imalat ve toptan işi. Çocukluğumdan beri Kapalıçarşı kültüründe, asit, kezzap, siyanür ve imalat tozunun, toprağının içinde büyüdüm. İnanın bana gerçek bir üniversitedir Kapalıçarşı. Hayatın tam da orta yeridir bence. Ve bu kadar yüksek tempolu hayatı yaşarken naçizane, enstrumanistlik ve şarkıcılık, zaman içerisinde de söz ve besteler yaptım.
Hüzün  ve melankolik duygularıyla başa çıkamayan bir insansanız; aklınızda, ruhunuzda çok şey biriktiriyorsunuz. Bunları normal insanlar gibi konuşarak ifade edemediğim için, sanırım  tek çıkış çarem ve dilim de müzik ile enstrümanlar…

Sizi müziğe yönelten şey nedir?
Beni müziğe yönelten öyle bildiğim bir şey yok aslında… Bilmediğim bir şeyler var. Onun da adı üstünde; gerçekten bilmiyorum. Refleks gibi istemsiz bir şey. Belki de kendimi böyle kapatıyorum içime ya da böyle açıyorum; kim bilir? Bilirsiniz kişinin mayasında, hamurunda olan bir şey bu, vazgeçilmez, hiç bir zaman önemsizleşmez.

‘’Müziği, layık olduğu samimiyetinden uzaklaştırmamam gerektiğini biliyorum’’ diyorsunuz. Nasıl bir samimiyet o? Ve kime karşı samimiyetten söz ediyorsunuz?
Sıkışınca bir kelimenin ya da bir cümlenin içine dünyayı sıkıştıran olanlardan değilim aslında. Severek, sorumluluk duygusuyla, önemseyerek, olması gerektiği gibi, yapılmaya çalışılan gibi bir anlam tınlatır bana samimiyet kelimesi. Genel duruşu analog bir anlayışa tutkun, yaşamım içinde debeleniyorum. Uçup gitmişken teknoloji denen şey, gerçek ben hala lambalı amfi ve pedal setupı ile analog olan bir kafa yaşıyorum. Sound derdindeki müziğin, hem armonik hem de kayıt ortamlarındaki sıcaklığının yaşandığı günlere özlem duyuyorum belki de. Hiç bir şeyi beğenmeyen ya da reddeden de değil düşüncelerim. Gerçekten muhteşem yapılan işler dinliyoruz; hayran hayran dinliyorum. Sorduğunuz için teşekkür ederim. Sadece ‘samimiyet’, değer vermek bence. Kurulan her sesli cümlede, yazılan melodik cümlede, tınlayan her nota da samimi olursa satar. “Şöyle olursa akılda kalır, böyle olursa şöhret denen şey var,  bu zamanda böyle seviyor insanlar” cümleleri ne kadar samimiyetsiz değil mi? Anlatmak istediğimi genel yaşama da açarsak hep böyle değil mi? İşte ben bunu sevmiyorum.
Yıllardır cover şarkılardan önce, kendi bestelerimizi çalıp iniyoruz sahneden ve mekânların çoğu (istisnalar hariç), herkesin bildiği ve dinlemek istediklerini çalmamızın daha iyi olacağını düşünüyorlar. Çünkü; ‘herkes, herkes gibi olsun’ gibi bir durum var ne üzücü… Ben olmayacağım! Herkesten özür dilerim. Sadece kendim olabilmeyi becerebilirsem ne ala… Sonrası nasıl olur? Ömür olursa seyrederiz beraberce. (gülümsüyor)

İlk albümünüz ‘gitmeden önce’, 2014’te çıktı. Albümde topladığınız şarkılarınız ile dinleyiciye ne demek istiyorsunuz?
2014 Mart ayında İMM plak şirketi tarafından yayınlandı, “Gitmeden Önce” albümümüz. Uzun zamanlar içinde biriktirdiğim duygularımın ve hayalimin ucundan tutan bir albüm oldu. Kimsenin daha önce yapmadığı, icat etmediği bir şey de yapmadım. Kendini ve haddini bilmeli insan. Yürek ses verdi, ben yazdım sadece.  Kapak ve kartonet illüstrasyonlarından, genel duygusundan çok mutluyum. Kadıköy Müzik plak şirketinin sahibi, değerli insan ve abimiz Erman Dikeçligil ile kıymetli kardeşim Noyan Coşarer’in benim için çok kıymetli emekleri var bu albümde. Elbette birbirinden kıymetli müzisyen ve gönül arkadaşlarımın da… Şarkılarımı yaparken insanların kızgın, şiddet  ve neşeli duygularına değil; hüzün duygusuyla yüreklerine parmaklarımın ucuyla dokunma hayali yaşıyorum. Yaşam içindeki hatıralarında, bir şarkıyla hatırladıkları ‘o an’ da olmak istiyorum. Çok şey istiyorum aslında biliyorum; ama böyle işte!

Yeni şarkılar biriktiriyor musunuz?
Yeni albüm kayıtlarının inşasının temelini, sevgili gönül dostum Noyan Coşarer’le attık. Direklerini yükselttik sayılır. Ömrümüz olursa 2016 sonbaharında, hedeflenmiş bir proje üstünde çalışıyoruz. Sürpriz birkaç coverın da içinde olduğu, 10-12 şarkılık yeni albümüz için; çocuksu heyecanı olan duygular içindeyim. Umarım anlımızın akıyla çıkarız.

Müzik yolculuğunda kendinizi nerede görüyorsunuz bugünlerde?
Müzik yolculuğunda kendimi nerede görüyorum ve varmak istediğim yer var mı sorusu benim daha önce kendimi gerçekten sorgulamadığım bir soru oldu. Çalışmadığım yerden yani (gülüyor) Şu an ‘aklımda deli sorular’ tabiri içindeyim. Düşünüyorum da ben müziği konuşulan bir dil olarak kurgulamışım kendime. Şu an yazılan bir dil gibi…
Her ülkenin her coğrafyanın, ayrı ayrı aksanı gibi bilmişim ben müzisyenliği. Ve kendimce yapmaya çalıştığım bestekârlık ile söz yazarlığını. İngilizceyi veya başka bir dünya dilini bilmeden dinlerken şarkıları, yükselir ya duygularımız. Hatta kendimizle eşleştiririz ya bir Beethoven, Mozart vs. dinlerken. İnanın nerede olduğumla alakalı hiç bir bilgim yok ve öyle de bir dert olmamalı mı, acaba? Çünkü böyle düşüncelere odaklanıldığında, hedeften uzaklaştırmaz mı insanı?

Yanıtı zordur belki ama neden müzik yapıyorsunuz?
Neden müzik yapıyorum biliyor musunuz? Söyleyeyim hemencecik; kendimi buluyorum; ayrıca kendimi çok mutlu hissediyorum. Bana saygı ve sevgi duyup, hatta taktir edip sahnede görmek isteyenler de bu duygularımı taçlandırıyorlar…

Neler hissediyorsunuz şarkı söylerken?
Müzisyenlik duygusu çok ağır bir yük. Her şey ticari olmak zorunda olduğu bir dünya travmasındayken, sahne çok önemli bir platform. Kendini satmak için değil; bence iç dünyanın ipliğini pazara sermek için. Şarkılarımızı söylerken hem melodi, hem cümleler ruhumun içinden gelip geçiyor; inanın. Şarkının ruh halinin içine giriyorum; tam da olunması gereken yerdir orası…
 
‘’Doğru, iyi müzik’’ diye bir tanım yapılabilir mi sizce? Kendi müziğinizi nasıl tarif edersiniz?
“Doğru" değil de “İyi" müzik diye bir şey var bence. Anlam karmaşasına girersek çıkamayız işin içinden, diye düşünüyorum. Ama birkaç cümle kurmaya çalışayım: Sadeleşmiş her şey iyidir bence. Disiplinle ve çalışmayla geçirilmiş uzun zamanlar müzisyenliğin mesleki ahlâkıyla birleştiğinde, dediğiniz gibi doğru ve iyi müzik yada  müzisyenlik dünyası kurulmuş olur...

Sahne sizin için nasıl bir yer?
Sahne için beraber çalışalım ve  bir gün beraber çıkalım… Samimiyetimle söylüyorum. Nasıl anlatılır nasıl tasvir edilir ki? Evde otururken yazdığın müzikal duygularını, sözlerini birçok insanla beraber söylemek; nasıl acayip bir şey… Hem de nasıl acayip güzel!...

Bu ülkede müzik yapmakla alakalı neler hissediyorsunuz?
Bu ülkede her şey hem çok kolay, hem çok karmaşık; ‘at izi kurt izine karışmış’ bir durumda  maalesef. Zor tarafını ya da kolay tarafını seçmek, karakter ve beklenti meselesi. Ben zor olsun, uzun zamanda olsun, uzun soluklu bir zaman yaşayalım tarafındayım.

Şarkılarınızı nasıl yazıyor/besteliyorsunuz? Nasıl ruh halleri mesela? Mutluyken mi, buhranlı hallerde mi?
Öyle güzel ki sorularınız… Sanki daha önce tanışıyormuş gibi, yakın arkadaş dilinden.
Şarkılarımı duygular haricinde hiç bir katkı malzemesi kullanmadan yapıyorum. Sanki; ‘dışarıdan dem almadan olmaz’ gibi bir algı olsa da ben, herkes ve her şey yerindeyken oluşan duyguyla besteler yapılmasına inandım sanırım.  Hüzün duygusuyla başım gerçekten belada. Buradan kurgulanmış bir hayatın yükü ağır elbette; ama şikâyet niteliğinde de değil. Aklım hep git gel yaşıyor!..

Sizin içtenlikle ve istekle dinlediğiniz müzisyenler kimler?
Gerçekten çok kıymetli ve büyük adamlar, denilen müzisyenler geldi geçti bu dünyadan. Hep zor şartlardan büyük başarılar çıktığını gördüm. Bir kaç kişi zikretmek gerekirse, gitarist efsaneler geliyor aklıma; Jimi Hendrix, Eric Clapton, Bob Dylan, David Gilmour gibi büyük adamlardan çok etkilendim. Kendi coğrafyamızdan Neşet Ertaş, Âşık Veysel gibi gönül dünyası derya deniz insanların, zamanında yaşamış olmak bile bir lütuftur, benim için. Enstrumanistlik, başlı başına bir iş; şarkıcılık başlı başına bir iş; bestekârlık ve söz yazarlığı başlı başına bir iş. Bu sanatçılarda hepsi bir aradaydı. Beni hep çok etkilemişlerdir. Hayranlığım hep devam edecek.

Cover şarkı yapıyor musunuz? Cover’lara bakışınız nedir genel olarak?
Adamlar yapmış, bizler çalıyoruz... Bizler yapıyoruz, lâyık görülürse başka başka adamlar çalarlar. Müzisyenler, etkilendikleri şarkıları sahnede çalarlar ya da albümlerinde cover yaparlar. Güzel bir paylaşım bence. Başkasından ya da başkalarından çıkan şarkılar, bir başkaları tarafından yorumlanması çok onurlandırıcı bir şey.

Müzik yarışmaları hakkında düşüncenizi de merak ediyorum. Katıldınız mı hiç/düşünür müsünüz/düşünmez misiniz?
Türkiye’de müzik yarışmalarının ortaya koyduğu fotoğraf, benim nazarımda bu memlekette her şey de olduğu gibi, içi boşaltılmış bir kavram üzerine kurgulanmış bir görüntü veriyor. Olumsuz olsun diye değil bu cümlelerim.  Şöyle bir yolla sorgulayalım konuyu isterseniz; Neden bu memleketteki gerek ulusal medyada, gerek yazılı ve sosyal medyada, seyrettiğimiz ses ve müzik yarışmalarında en başarılı enstrumanistler yarışması veya en iyi gruplar yarışması ya da en iyi beste yarışmaları yapılmıyor? Neden sorusu bende tek bir cevap buluyor; Genel izleyicinin reyting yapan formatlarının dışında da ondan. Yani bizler, sadece bildiklerimizin tekrarından hoşlanıyoruz ve yeniliklere yönelik, ciddi aşılması zor duvarlara sahibiz. Bu tekrar; teknolojik üretimden tutun da, ağır sanayinin genel duruşuna kadar taklit ve tekrar üzerine bir üretim stratejisi uygular; “İstisnalar kaideyi bozmaz”.  Ne tuhaf!..
Ama nihayetinde müzik olan her yer kıymetli; çünkü insanları bir araya getirir. Gözlerinin pırıltısını görürsünüz. Sesi güzel olsun, olmasın, herkes şarkı söylemeli bence. Bizlere kurgulanmış bu hayat şeklinden, kaçış yollarından birisi değil mi şarkı söylemek? Keşke bütün dünya, bir sürü müzisyenle yapılmış bir şarkıyı sadece bir gün, aynı anda söyleyebilse bağıra çağıra… kariyer, şan, şöhret, güzellik, yakışıklılık, para-pul, yaş, akıl, başarı beklentisi ayrımı olmadan. Bu da benim projem. Tamam! Kabul ediyorum; çok ütopik. (gülüyor)

Müzisyen olmanın 2 tarafı var bence. Bir taraftan siz müziğinizi yapıyorsunuz, dinleyiciler de dinliyor. Dinleyici ile iletişiminiz nasıl?
Dinleyici olmadan müzisyen olmanın da elbette bir anlamı yok. Sahnedeyken dinleyenlerimizle iletişim kurmak, sohbet etmek, hatıra anlatmak, orkestra arkadaşlarımla yaşanan espriler üzerinden tatlı sohbetler çıkartmak, kimi zaman fazla duygu yüklü şarkılardan çıkan melankoliyi birlikte, aynı anda yaşamak; en az sahne müzisyeni olmak kadar çok keyifli. Hasret gidermek gibi bir şey…

Sizce müziğinizi dinleyen insanlara ne oluyor?
Bilmem… Gerçekten ne oluyor? Psikolojik danışmanlar ediniyorlar, sonrası antideprasan ilaçlar her halde. (gülüşmeler) Şaka bir yana, kendimi bir dinleyici gözüyle anlatmam neredeyse imkânsız. Akademisyenler huzurunda, denek dinleyiciler üzerinde, deneysel bir çalışma yapmak lâzım.
 
Biraz da Kadıköy’le ilgili sormak isterim: "Kadıköy, her zaman anlatacaklarıma tercüman, içimdeki müziğe tanık olmuştur" demişsiniz. Kadıköy’le ilişkinizden biraz bahsetseniz…
Kadıköy’ de doğup büyümememe rağmen, kendimi gerçek bir Kadıköylü kadar Kadıköylü hissediyorum; inanın. Hep şöyle tasvir etmeye çalışmışımdır (teşbihte hata olmaz derler ); bazı şehirler ve bazı şehirlerin semtleri/ilçeleri, nefes alıp veren, yani; yaşayan, etten kemikten bir canlı gibi hissettirir bana. Kendine ait karakteri, huyları, kızgınlıkları, sevinçleri, özlemleri ve hayalleri vardır. Sizler de yapar mısınız bilemiyorum; bazı haftalar, bazen rıhtımda, bazen Bahariye’de, bazen Feneryolu’nda, bazen Moda’da, bazen eski Yeldeğirmeni Mahallesi’nde bir kaç saat oturuyorum. Provalarda kullandığımız, profesyonel ortam ses kaydedici cihazımla, o kalabalığın muhteşem melodisini kulaklığımdan dinliyorum. Hikâye tadında diyalogları kaydediyorum. Halâ sanattan, kültürel etkileşimden bahseden, güzel hatıraları olan, kısacası kendini teslim etmemiş insanlar var bu semtte ve uzun zaman daha var olacak duygusu yaşatıyor bana. Kendimi bildiğimden beri Fenerbahçeli olmam, sanırım bu kadar tesadüf olamaz.

Kadıköy’de mi yaşıyorsunuz?
Yeldeğirmeni’nde, müzisyen arkadaşlarımla birlikte, kendine münhasır bir fakirhanemiz var; çok şükür. Çok seyahat ediyor olsam da, her yerde Kadıköy’de oturuyorum derim.

Kadıköy’ün müzikal ortamını nasıl buluyorsunuz?
Kadıköy’de müzik… prova ve kayıt stüdyolarından tutun da müzisyenlerine kadar, canlı müzik yapılan clup ve sahneler dahil; kendince müzisyen bir arkadaşınız olarak diyebilirim ki; “Kadıköy; İstanbul’da müzik ve sanat kültürünün, nasıl kaliteli ve sekme üstü olunabileceğinin kanıtı”. Ne isimler, ne mekânlar, ne güzel stüdyo sahibi insanlar sayabilirim.

Bir ‘Kadıköy şarkısı’ yapmayı düşündünüz mü/düşünür müsünüz?
Çok ilginç bir nokta bence bu… Kadıköy topraklarına, binalarına sinmiş olan sanatkâr duygular; bizlerin dünyasına, melankoliye, hüzne o kadar doluyor ki!.. Kendinden hiç bahsettirmeyecek kadar mütevazi sanki. Bu da bizim ne kadar aciz duygularımız olduğunu, kendimizi anlatma derdindeyken yaşadığımız şehrin, bize kattıklarını unuttuğumuzun ispatı adeta.  Evet! Belki bir gün neden olmasın? Sevgili Ezginin Günlüğü’nün yaptığı gibi, belki biz de Kadıköy’e güzel bir melodik hatıra bırakabiliriz…

Son olarak; size hangi sorunun sorulmasını isterdiniz?
Sorulmasını istediğim, bir müzisyene sorulabilecek her soruyu, düşünerek ve ince ince kurgulayarak sordunuz. Bundan ötesini düşünemiyorum. Sohbetiniz için çok teşekkür ederim. Hatam, kusurum varsa lütfen affola..

Gitar-Vokal: Cankoray
Gitar: Anıl Gün
Bas Gitar: Emre Arslan
Davul: Fatih Aygün
Klavye: Onur Yenihayat

 

Etiketler; Cankoray

ARŞİV