Memleketten “aşık” portreleri

Ulaş Özdemir üçüncü kitabı “Senden Gayrı Aşık mı Yoktur” ile aşıklık geleneğine ve 20. yüzyıl aşıklarının hayatlarına ışık tutuyor

22 Şubat 2018 - 09:00

İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuarı’nda ders veren müzisyen-yazar Ulaş Özdemir’in 1997-2002 yılları arasında Roll dergisinde yayımlanan yazı ve söyleşilerinden oluşan “Senden Gayrı Aşık mı Yoktur” kitabı, 20. yüzyılda hem halk kültürü ve müziğine hem de popüler kültüre büyük etkisi olmuş, bu alanlarda sayısız eser bırakmış aşıkların portrelerini okurlarla buluşturuyor. Aşık Mahzuni Şerif, Aşık İhsani, Mahmut Erdal, Ali Ekber Çiçek, Kul Hasan, Şahturna ve Dertli Divani’yle yapılmış söyleşilerin yanı sıra Aşık Veysel, Nesimi Çimen, Davut Sulari, Kul Ahmet, Muhlis Akarsu ve Feyzullah Çınar üzerine kaleme alınmış portrelerinin yer aldığı kitapta, Mahzuni’nin “Otyam Baba olmasaydı acaba biz olur muyduk?” dediği usta gazeteci, ressam ve yazar Fikret Otyam’la yapılmış bir söyleşi de yer alıyor. Özdemir ile yeni kitabını ve  aşıklık geleneğini konuştuk.

Fotoğraf: Şahan Nuhoğlu

BOB DYLAN İLE MAHZUNİ YAN YANA

Söyleşileri kitaplaştırma fikri nasıl oluştu?

Nereden baksan 22-23 yıllık bir hikâye aslında. Maraş’ta liseyi okurken Express dergisine albüm tanıtım yazıları gönderirdim. Sonra İstanbul’a geldim üniversite okumaya. 1996 yılıydı sanırım Express ekibi Roll dergisini çıkarma kararı almıştı, ben de orada müzik söyleyişlerine başladım. Halk müziği ve aşıklarla ilgili söyleşilerdi bunlar. Çalıyordum, söylüyordum ama işin genelde arka planında kalıyordum. Gençler yetişiyor, yeni kuşaklar geliyor ama kitapta bahsi geçen insanlar hayatta değiller. Bu aşıklar 20. yüzyılda  halk müziğine ve halk şiirine çok büyük miras bırakmış kişiler. Bu kitapla ozanların iç dünyasına girmek, onların arasındaki farklılıkları, hatta birbirleri ile gerilimlerini göstermek istedim.

Roll dergisi için alışılmadık içerikler üretmişsiniz aslında.

Roll dergisi herkesin kafasında rock dergisi ya da popüler müzik dergisiyken,  Kul Hasan adlı ozanı 90’lı yıllarda bu derginin okurlarıyla buluşturdum. 'Kim bu Kul Hasan?' diyebilir birisi. Yıllarca Roll’u takip edenler bunları okudular.

Nasıl karşılandı peki o dönem?

Hep sevildi hep okundu. Bob Dylan’ı okurken bir yandan da Mahzuni’yi okudular. Türkiye’de hep şey vardır ya ‘Türkiye’nin Bob Dylan’ı Mahsuni midir?’ falan. Biz onlara girmedik ama bu dergide bütün müzik türleri oldu. Bunlar derginin içinde vardı zaten ve aşıklar da burada yerini buldular. Dolayısıyla Roll’u okuyan bilmese bile bu kitap o renklilikte bir okuyucu kitlesine sesleniyor.

Nesimi Çimen 

Kitabı yazarken bir amacınız ya da bir hedef-okur kitleniz var mıydı?

Bu kitap;  aşık şudur, aşık budur gibi bir ders kitabı değil. Bu sadece aşık kültürünü bilenlere yazılmış bir kitap da değil ve zaten iddiası bu değil. ‘Türkiye’de yaşamış ozanları eserleri paralelinde bir daha düşünebilir miyiz?’ Bunu dert edinerek yazdım diyebilirim. 60’lar ve 70’lerle ilgili yeniden kitaplar yazılırken, aslında her birinin içinde aşık vardı. Hem o dönemi belgeledi aşık hem de o sırada bir yerde konumlanmıştı. Plağıyla, duruşuyla, ifadesiyle…O yüzden bu kitap aslında bir hatırlatma. Popüler kültürden çok iyi bildikleri ve her dönemde yeniden coverlanan eserleri yazan bu insanların hikayelerini genç kuşaklara okutmak amacını taşıyor.  

“NESİMİ’NİN İKİ TELLİ CURASI

Kitapta yer alan portreleri ve söyleşileri okuduğumuzda aşıklar arasında bir gerilimin olduğunu da görüyoruz. Sizin karşılaştığınız  ilginç şeyler oldu mu?

Bu hikayelerin çok paparazzi tarafı da var. Bunu o noktadan bir tartışmaya çevirmek gibi bir derdim yok. Siyasi gerilimler var, başka tür gerilimler de var ozanlar arasında. Bazı ozanlar birbirlerini plaklar vasıtasıyla çok ağır eleştirdiler, bu işin mayasında da var açıkçası. Ozan sadece karşısındakini değil kendini de en ağır şekilde eleştirebilecek kapasiteye sahip. Tabii bunların her biri ayrı karakter, hepsinin kendine has özellikleri var.

Aşık İhsani bu konuda öne çıkan bir ozan…             

Tabii ki İhsani’nin bir sürü eleştirecek tarafı var ama benim için İhsani “Ozan Dolu Anadolu” kitabıyla kendi döneminde kıyıda köşede kalmış ozanları bir antolojide toplamış. Bu benim için çok önemli bir kaynak. Genel olarak bu hikâyeleri, gerilimleri, kırılmaları anlamak derdindeyim. Onların içindeki küçük detayları, şiirlerini, yaşamlarını nerdeyse mitosa dönüşen hayat hikâyelerini besleyen şeyleri merak ediyorum. Aşık olma hikayesinde demin bahsettiğim prototipte de aşık; olgun, kamil ve yüce olarak tasvir ediliyor. Ama aslında bu aşkın  bir hikayesi var. Bazılarının hikayesinde o derbederlik, cefa çok yoğun mesela. Bütün bunlar aşık olmanın da gereği.Yani güzel saz çalıp söylemenin yeterli olamayacağını kitapta da söylüyorum.

Mitos dediğiniz için aklıma ilk olarak Davut Sulari geldi. Atına atlayıp Erzincan’dan İstanbul’a geliyor. Sulari sizin anlatımınıza göre sesiyle, kişiliğiyle ön plana çıkan bir ozan.

Davut Sulari bence kitaptaki en özel karakter. Hangi kalıba sokarsan sok Davut Sulari o kalıbı yıkıp geçiyor. Bir kere çok büyük bir ozan. Şiir olarak her tür formda yazabilecek kalitede bir ozan. Divan yazabiliyor,  elif name yazabiliyor, doğaçlaması güçlü internette sayısız kaydı var. Müthiş bir enerjisi var ve bulunduğu ortama da belli ki o enerjisini yayıyor. Neşet Ertaş ve Mahzuni Şerif’i çok fazla etkilemiş. Davut Sulari aslında çok kadim bir geleneği omzunda taşıyor. Yeteri kadar araştırılmamış ki ben de her dinlediğimde yeniden bir şeyler öğreniyorum Davut Sulari’den. Yaşadıklarıyla ve hayatıyla Sulari’ye gizli kahraman diyebiliriz. 

Davut Salari ve atı Leyla...

Kitapta yer alan ozanların ortak noktalarından biri de yollarının büyük şehirlere düşmesi.  Aşıklar ve ozanlar genel olarak pastoral bir ortamda anlamlı bulunur, böyle bir ön kabul var aslında. Siz ne düşünüyorsunuz?

Ozan kırda, köyde kalırsa aşıklık geleneğini korur diye bir düşünce hakim. Seyrani gibi büyük bir ozan bütün Anadolu’yu geziyor hatta İstanbul’a geliyor 7 yıl kalıyor. ‘Derdime bulamadın çare İstanbul’ diyor  ve  İstanbul’u terk ediyor. Cumhuriyet dönemi kırlardan kentlere göç meselesinin çok yoğun yaşandığı bir dönem. Ama bu dönemden önce  aşıkların kentlere gelmediği manasına gelmiyor.

Kitapta yer alan bazı ozanlarla bire bir söyleşi yaptınız. Tanışamadığınız diğer aşıkların da hayatlarını araştırdınız. Sizi en çok etkileyen ozan hangisiydi?

Yani hepsiyle özel bir ilişkim var. Ama Nesimi Çimen benim için çok önemli.  Ben de cura çalarak müziğe başladım.  Özellikle Nesimi Çimen’in çaldığı iki telli cura. Hiçbir zaman  bire bir tanımadım ama her dönemde dinlediğim Nesimi Çimen bana hep bir şey anlatıyor. Yeni bir şeyini keşfediyorum. Ya da Aşık Veysel’in defalarca dinlediğim eserini bir sözünden dolayı bu defa farklı şekilde dinliyorum. Mahzuni’yi  bazen çok aşırı dinliyorum ya da bir dönem hiç dinlemiyorum.

Neşet Ertaş

Avrupa ve ABD’deki araştırmacılar o dönem aşıklara çok fazla ilgi gösteriyor. Uzun çalar plakları yayınlanıyor. Neden bu kadar ilgi gösteriyorlar?

Avrupa’da zaten çok fazla Türkiyeli yaşıyor o dönemde. Aşıklar oralara gidip geliyor ya da kayıtları gidiyor. Bundan da farklı olarak özellikle Almanya, Fransa ve Amerika’daki araştırmacılar, müzikologlar müzikle ilgileniyorlar. Dolayısıyla bizden önce meseleyi çoktan çözmüşler.  Veysel hayattayken long play’ini kaydediyorlar. Feyzullah Çınar’ın plaklarını kaliteli bir şekilde kaydını yapıyorlar. Feyzullah Çınar gibi bir ozanın yurt dışında sayısız long play’i basıldı.

GÖRÜNMEYEN KADIN OZANLAR

Kitapta yer verdiğiniz ozanlardan sadece bir tanesi kadın, o da Şah Turna. Kitapta olmayan ama sizin bildiğiniz kadın aşıklar var mı?

Erkekler çoğunlukta ama bu kadın aşıkların olmadığı ya da güçlü kadın ozanların olmadığı anlamına gelmiyor. Beni en çok etkileyen 18. yüzyılın sonu ile 19.yüzyıl başında yaşayan Güzide Ana. Bektaşi evlatlarından biri olan Güzide Ana bana göre  müthiş bir kadın ozan. Bütün ozanlarla kapışabilecek güçte, dönemini okumuş, çok iyi talim etmiş, yüzyıllar sonrasında da okunacak şiirler yazmış bir ozan. Şah Turna da kendi dönemi için hiç dinmeyen bir ateşi olan bir ozan. Bu yüzyılda da çok fazla kadın ozan çıktı. Bir yandan daha böyle çalıp söyledikleriyle değil de yazdıklarıyla bildiğimiz analar var. Bektaşilerin içinde olanlar var. Var ama görünüyorlar mı dersen çok fazla değiller. Yani kadın aşıklar üzerine çalışmadım o yüzden ahkam kesmek istemiyorum. Bu konuyu özellikle çalışan arkadaşlarımız var. Ozanlık hikayesi baştan sona toplumsal cinsiyet bağlamında ele alınacak, tartışılacak bir konu zaten.

Sizin yaptığınız söyleşilerde de anlıyoruz ki aşıklar birbirlerini eleştirse de derin bir sevgi de besliyorlar. Bu meseleye en güzel örnek de Mahzuni Şerif ile Neşet Ertaş.

Bu iki ozan birbirini çok sevmiş. Buna dair  sayısız video kayıtları var.  Birbirlerine yazdıkları şiirler mevcut. Ama Neşet Ertaş ile Mahzuni Şerif’in bir başka ortak noktası da Aşık Veysel. Veysel’e gerçekten aşıklar. İkisini inanılmaz etkiliyor Aşık Veysel. Açık açık söylüyorlar,  kitapta da var zaten.

Mahzuni Şerif

KAPANMAYAN YARA: SİVAS

Kitabınızda yer verdiğiniz Muhlis Akarsu ve Nesimi Çimen 1993’teki Sivas katliamında yanarak can verdi. Ali Ekber Çiçek de kitapta “Sivas’tan sonra beş altı ay saz çalamadım” diyor. Bu katliam hem ozanların dünyasında hem de sizin yaşamınızda neyi değiştirdi?

Kimisi orada doğmuş, kimisinin de mutlaka geçiş noktası. Ozanlık kalbinin yeri olan bir yer Sivas. Çok yakın bir zamanda oldu ve maalesef yara izleri hala duruyor. Hiçbir zaman kapanmadı yara izleri. Kitabımızdaki hikayelerin hemen hemen hepsine dokunuyor. Nesimi Çimen’in ölümü orada, Muhlis Akarsu’nun ölümü orada, genç kuşaktan bunlara meyil etmiş, bunları merak etmiş Hasret Gültekin gibi icracı da orada. Bunların şiirini yazan söyleyen yazar Asım Bezirci de orada. Türkiye’nin siyasi hikayesinin ya da politik kültürel hikayesinin özeti Sivas’ta aslında. Maalesef bunları Sivas’ta kaybettik. Görünür ya da görünmez ama kitaptaki temel meselelerden bir tanesi Sivas. Sivas hala bir açık bir yara, Veysel de o hikayeye bağlanıyor. Neşet Ertaş’ın ölümünü de buna bağlayabilirim. Çok önemli bir mesele ve onunla da yüzleşemediğimiz için de maalesef kapanmıyor bu mesele.

Kitaptan biliyoruz ki  herkesin derdi var, bütün ozanların aşıkların.. O zaman dert devam ettikçe aşıklık da devam edecek diyebilir miyiz?

Zaten bir şeyi dert edinmekle başlıyor her şey. Yazıp çizilen her şey için geçerli tabii ki ama aşıklıkta dert bitmiyor. Kitapta görüyorsun hemen hemen hepsinin kendi hikayesinde görüyoruz ki ister aşk,  ister başka bir meselede aşık aslında sürekli bir derdin içinde. Zaten hikayelerden okuduğumuz olay bu. Sonunda nereye varıyor dersen,  herkes kendine oradan bir yer çıkarabilir ama aşık o dertle gidiyor. Nesimi Çimen 1993’te hakka yürüdü aradan bu kadar zaman geçti, ama Nesimi Çimen’in curasını çalmaya çalışan gençler var. Neşet Ertaş gibi çalıp söylemeye çalışacaklar. Aşıklık hikayesi rengarenk ve bunun içinden de insanlar zaman zaman kendilerine neyin kılavuzluk edeceğini buluyorlar, seçiyorlar ve onun üzerinden yürüyorlar.  


ARŞİV