“Memoria yüz yıla ses veren bir dönem romanı”

Son kitabı Memoria’yı konuştuğumuz Şebnem İşigüzel “Yüz yıllık uzun bir maratonu koşmak istedim. Koştum.” diyor

04 Ekim 2024 - 11:48

 

Yerli edebiyatın güçlü isimlerinden Şebnem İşigüzel son romanı Memoria’da memleketin yüz yılını dede- torun ilişkisi üzerinden anlatıyor. Everest Yayınları etiketiyle çıkan yaklaşık bin sayfa olan roman 1915’li yıllardan 2015’e karakterin kendi hayatına, çocukluğuna ve gençliğine ışık tutarken bir kısmı da dedesinin ona anlattığı geçmişine dayanıyor.  Acıyı, sancıyı, aşkı, savaşı ve yokluğu ama daha çok kadınların yaşadığı taraftan anlatan Memoria’yı Şebnem İşigüzel ile konuştuk.

“UZUN BİR MARATONU KOŞMAK İSTEDİM”

  • 936 bir kitap için oldukça fazla sayfa sayısı. Ama aynı zamanda 100 yıllık hatta daha uzun bir tarihi de anlatıyor. Bu kadar uzun soluklu bir roman yazma fikri kafanızda nasıl oluştu? Başlarken bu kadar uzun ve derinlikli bir kitap yazacağınızı düşünüyor muydunuz?

Evet en başında alınmış bir karardı. Bir arkadaşım “Seni 936. sayfada durduran şey neydi ?” dedi hatırladıkça gülüyorum.  Kitap 936 sayfa görünümlü 1400 sayfa aslında. Punto ve sayfa boyutuyla kitabı 936 sayfaya sığıştırdık. Bu arada çok iyi bir baskı oldu. Çevirmen bir arkadaşım sayfaların hem fiziken hem ruhen ipek gibi olduklarını söyledi çok hoşuma gitti. Bunlar teknik şeyler tabii.  Evet başından beri bu uzunlukta bir şey yazacağımı biliyordum. Kurgumu buna göre yaptım. En önemlisi gereksiz hiçbir şey anlatmadım. Yüzyıllık uzun bir maratonu koşmak istedim. Koştum.

  • Ne kadar zamanda yazıldı?

Düşünmek daha uzun sürdü diyeyim. Beni de bir okur olarak Günlerin Köpüğü’nün iki günde yazılmış olması şaşırtır. Aynı şekilde Dostoyevski’nin Kumarbaz’ı bir ayda yazması da öyle. Öte yandan Nabokov’un Lolita’nın bir paragrafı için aylarca durması uğraşması da beni düşündürür. Ben bir yazar olarak bütün bu zamanlamayı anlayabiliyorum ama okurun hızı ya da yavaşlığı anlamlandırması başka bir şey. Bir de her kitabın kendini yazdırma hızı ve ritmi oluyor. Yani bazen Faulkner’ın dediği gibi “İçinizde bir kitap varsa sizi kimse tutamıyor,” ya da tam tersi dumura uğrayıp kalıyorsunuz. Ben bunca yılın yazarlık tecrübesiyle kitabın kendini yazdırmak üzere geldiğini zamanı anlayabildiğim için şanslıyım. 

  • Romanın çıkış noktası Karılar Tekkesi hayatınıza nasıl girdi?

Tarih okumalarım sırasında girdi. Halk arasındaki adı bu. Kayıtlarda Hatuniye Dergahı olarak biliniyor.

“OKUMAK DA YAZMAK DA MUTLULUK VERDİ”

  • Karılar Tekkesi kapatılmasaydı ne olurdu sizce?

Hiçbir şey olmazdı. İstanbul o dönem evden bozma tekkelerle doluydu. Kıbleye bakan duvara çiz bir mihrap yaz üzerine  Küllema Dehale oldu sana tekke! Yani tekkeler arasında bir tekkeydi bu da. Bir nevii kadın sığınma evi olarak çalışıyordu. Sorunuza cevabı bence eğer aktardığı doğruysa Mustafa Kemal’le bu konuda görüşen roman kahramanım Münire Kadın verebilir. 

  • Memoria’yı okurken ben çok yıprandım. Çünkü anlatılan yüzyıldı. Ne çok şey, ne çok acı yaşadığımızı bir kez daha anımsamış oldum hem de toplu halde. Memoria size neler yaşattı? Bittiğinde neler hissettiniz?

Etkileyici olan duyguları ve düşünceyi harekete geçiren şeyleri okurken bunu hırpalanma olarak tanımlamıyorum.  Memoria yüzyıla ses veren bir dönem romanı. Kahramanlarımın yeri geldiğinde ne kadar tatlı ve muzip olduğunu unutmayalım. Akıcı bir anlatı olduğu için okumak da yazmak da mutluluk verdi. Her kitabım bittiğinde hüzünlenirim. Çünkü benim için oyun da bitmiş olur.

  • Okurken “bu olay nasıl olmuş” diye baktığım bir sürü şey ve ipin ucunu kaçırdığım zamanlar oldu. Siz ipin ucunu kaçırmadan yazmayı nasıl başardınız?

İşim bu. İşini seven herkes gibi ben de tutkuyla adanmışlıkla çalışıyorum yazıyorum. Öyle olunca kendiliğinden bir gayret oluşuyor. Her şeyden önce iyi bir okur olmakla övünebilirim. Yani daha zor kitapları bir okur olarak talim ettim. Memoria dünü ve bugünü tek bir ses üzerinden anlatmayı becerebiliyor. Bu kurguyu ve anlatı biçimini bulmak benim için önemliydi. Anlatının güçlü bir akıntı gibi okuru sürüklemesini istedim. Okuru düşünürseniz yazamazsınız. Ancak iyi bir yazar okurun dikkatinin dağılacağı yerleri teknik olarak sezer ve eğer isterse, metin buna elverirse okura el uzatır. Ama iyi olmasını istediğimiz romanlar için bence buna ihtiyaç yok. Çünkü böyle olursa okur da yüksek edebiyattan iyi romandan mahrum kalmış olur. Romanların bugünden çok yarını var. Oğuz Atay okuru düşünerek yazsaydı Tutunamayanlar olur muydu? Kolaylıkta güzellik yoktur. 

  • Her yazara her romanında sorulan klasik soruyu da es geçmemeyim ki romanda bir soyadı da var. Memoria’da sizden, sizin ailenizden, geçmişinizden ne kadar ne var?

Burada yazarın size oynadığı bir oyun var diyelim. Bir de yazarın her yazdığına inanan saf okur. Belki bir sonraki romanın fragmanı sayılabilir.

“KADINLAR İÇİN ZOR BİR DÖNEMİ ANLATIYOR”

  • Peki hangi kahraman sizin gözbebeğinizdi?

Kağıt üstündeki kahramanların hikâyeye hizmeti önemli. Kendilerini inandırıcı kılmaları, okuru peşine takıp götürmeleri okura bir his geçirebilmeleri önemli. Hepsinin unutulmaz roman kahramanları arasına girmesinden okurun kalbinde bir yer edinmesinden roman bittikten sonra akılları kurcalamalarından başka bir dileğim yok. 

  • Hikâye beş yaşındaki bir erkek çocuğunun Karılar Tekkesine bırakılmasına başlıyor olsa da anlatılan kadınların hikâyesi. Geçen yüzyılda kadınların acısı, mücadelesi, yorgunluğu, kederi, yası açısından neler değişti sizce?

Memoria kadınlar için zor bir dönemi anlatıyor. Koskoca imparatorluk yıkılıyor ve bu ilkokul şiirlerinde okuduğumuz gibi kolay olmuyor. Bu enkazın altında toplum kalıyor. Özellikle kadınlar. Ağır bir yoksulluk var. Kadınlar çocuk doğurmak istemiyor. Kürtaj yasak. Öyle olunca kadınlar kendi kendilerine düşük yapıyorlar. Kürtajda ölen kadınların sayısı çok fazla. Ayrıca intihar yaygın. O dönem neredeyse cephede ölenler kadar intihar edenler var. Modernleşmenin sancısını toplumda önce kadınlar çekiyor. Memoria’nın en sevilen yerleri Karılar Tekkesi kadar Arnavutların Konağı ve Nişantaşı Teneke mahallesiydi. Oradaki kahramanlarım ne olduğunu ortaya koyabildiler.  Bugün de baskının geleneklerin ekonominin eşitsizliğin mağduru tabii yine kadınlar çocuklar gençler. Bugünün dünyasında demokratikleşmedikçe eşitlenmedikçe  mağdurun cinsiyeti değişmiyor.  

  • Memoria bir iyileşme romanı gibi geldi bana. İyileşebilir miyiz dersiniz?

Ben bir romancıyım. Romanların toplumları şifalandıracak gücü olduğuna inanacak kadar iyimser değilim çünkü okurların çoğunluğu zaten vicdanlı insanlar, bu yüzleşmeleri çoktan yapmışlar. Sadece ışığın karanlığın içinde saklı olması gibi umut hep var. Yani benim Karılar Tekkesi’nin müşkül kadınları kendi zor hikâyelerinin içinde nasıl bir umut buldularsa, hani nasıl ayın doğuşunu seyretmek için mermer karyolalara benzettikleri mezarlara uzanıyorlardı, tekke binası geceleri fener gibi ışıldıyordu ya da Muazzez’in yoksul Tenek Mahallesi’ndeki değnek bacaklı evinde beslediği umut gibi. Anlatıcı kızın çalıştığı mağazada geçen Kristal Günler’inde kendine yarattığı tutunacak dallar gibi umut hep var. Umut olmazsa devam edemezsiniz.

* Edebiyatınızı hep kadınlar üzerinden kurdunuz. Kadınların öykülerini yazma motivasyonunuz ne? Ve bir kadın yazar olmanın zorlukları neler?

Sarmaşık ve Çöplük romanlarımın erkeklerini unutmayalım ama. Kadın anlatıcılar üzerinden anlatmayı seviyorum. Ancak yazının becerinin cinsiyeti yok bence. Sadece toplumda önyargı var.  Bence kadın olmak size başka güçler kazandırıyor. Belki sezgilerinizi yükseltiyor daha düşünceli yapıyor. Yine de insani duyguların cinsiyeti yok. Bu toplumda kadın olmanın temel zorlukları beni daha çok ilgilendiriyor. Namus yüzünden bir erkek diri diri gömülmedi ama kadınlar gömülüyor. Bunun olduğu toplumda kadın yazar olmanın zorluklarını tartışmak zor, tercih de etmem.  

* Kitapta sizin sorduğunuz bir cümleyi sormak isterim. Acaba başımıza gelecekleri bilseydik, yaşamaya devam eder miydik?

Fizikçiler hayatın bir simülasyon olduğunu iddia ediyor. Belki ilerleyen zamanda bir durdur atla geri al tuşu bulunur. Memoria’nın özünde geçmişin bizi gelecekte beklediği var. Yaşadıklarımız yaşayacaklarımızın bir fragmanı aslında. Basit bir açıklamayla, ölüm varsa ölmek de var. Tek bilmediğimiz nasıl olacağı. Hayal edebilirsiniz ama. Ya da malum olur. Felaketimizi de şenliğimizi de tıpkı roman kahramanları gibi kendimiz hazırlıyoruz bana kalırsa. Yaşantı da Memoria gibi akıp giden bir şey. Olasılıkları biliyoruz, bunların tecrübesi ya bize ya şansa kalmış. Yani devam ederdik.

 

ARŞİV