Oyuncular arasında başarısı, duruşu ve yaptığı işlerle sıyrılan Mert Fırat, Moda Sahnesi’yle birlikte Kadıköy’ün kazandığı sanatçılardan biri. Vizyondaki “Gece” filmiyle bir kez daha gündeme gelen Fırat, tiyatroyla sinemayı bu kadar uyumlu ilerletmesini, kolektif çalışmaya ve dayanışmaya bağlıyor.
Semra ÇELEBİ
Fotoğraflar: Semra ÇELEBİ
Kapalıçarşı dizisiyle, Başka Dilde Aşk, Atlıkarınca gibi filmlerle tanınan, Kelebeğin Rüyası filmi ve İntikam dizisiyle geniş kitleler nezdinde ünlenen Mert Fırat, son yıllarda tiyatro yapmak için Kadıköy’ü mesken eyliyor. Bunun nedeni de “umudumuzun temsili, hayallerimizin fihristi” dediği Moda Sahnesi.Bu sezon “Bütün Çılgınlar Sever Beni” ve “Parkta Güzel Bir Gün” oyunlarında izlediğimiz Fırat, geçen hafta vizyona giren “Gece” filmiyle de sinemaseverlere buluştu. Biz de bunu vesile edip, tiyatrodan sinemaya, kentsel dönüşümden Gezi direnişine pek çok konuyu konuştuk.
-“Gece” filminiz vizyonda. Erden Kıral gibi bir duayen yönetmenle çalıştınız. Nasıldı onunla çalışmak?
Erden hoca çok tecrübeli bir yönetmen. Bir sinema dili, kamera stili, anlatım tarzı, kurgu şekli var. Çok keyifliydi onunla çalışmak. Ne istediğini bilen, bir yandan da tercihleri oyuncuya bırakan bir tarafı var. Hikâyeden çok oyunu önemsiyor. Büyülü anları kovalıyor. Büyülü derken, doğaçlama anları, küçük, taze, yeni çıkan şeyleri…
-Senaryoya bağlı kalmıyor yani?
Kalıyor ama diğer kısımlarına da izin veriyor. Ki biz bu filmde senaryoya çok bağlı oynadık ama temeldeki dert tazelik, orada olana izin verip onu kaydetmeye çalışmak. Büyük oyunculuklardan her zaman kaçmaya çalışan bir tarafı var.
DÖNÜŞÜM KÜLTÜREL YIKIM
-Köylerinin boşaltılmasıyla batıya gelen ve sonrasında farklı yerlere savrulan Kürt bir aile var temelde. Sizin karakteriniz de aileye giren bir Roman karakter olarak önemli bir yer tutuyor…
Evet, Yusuf asimile olmuş bir Çingene. İzmir’de dehşet bir kentsel dönüşüm var. Kentsel dönüşüm, kültürel yıkım anlamına da geliyor bir bakıma. Türkiye’nin bütün büyük şehirlerinde aynı şeye tanık oluyoruz. Yer değiştirerek kültürü asimile etmek amaç. İzmir’de de benim oynadığım karakter Yusuf’un başına gelen, bir Çingene mahallesinden bu tarafa evrilmek aslında. Asimilasyonun başka bir halini görüyoruz Yusuf’ta.
-Siz bu karakter için bir Roman mahallesinde yaşayıp gözlem yaptınız mı?
Her karakter için böyle şeyler yapmayı çok doğru bulmuyorum aslında ama bunun için daha erken gittim İzmir’e. Tepecik’te bir Roman mahallesine girdim. Pek çok kişi ‘aman girme oralara’ dedi ama onlarla çok samimi, tatlı zaman geçirdim. Göbek attık, oynadık, sohbet ettik, yemek yedik, gezdik tozduk… Ramazan ayına denk geldi hatta. Çok ciddi oruç tutuyorlar. Sahura kadar oturup muhabbet ediyorlar.
Orada çok insanla tanıştım, filmlerde, dizilerde bize gösterilen Romanlar’dan çok farklı haller gördüm. Öyle ‘abe’ diye konuşmuyorlar bir kere. Yeni nesil okuyor, Tıp okuyan gençler gördüm.
-Gece, konusu ve oyuncularına rağmen, sizin Nurgül Yeşilçay’la birlikte olduğunuz fotoğraflarla gündeme geldi. Popüler olmanın fıtratında mı var?
Türkiye basınının ve bir şeyleri pazarlama biçiminin “iyi niyetli” yaklaşımı. Yani onlara sorsanız iyi niyetli bir şey yapıp filmi ön plana çıkartıyorlar, reklamını yapıyorlar. Haber de okunsun, film de izlensin diye… Fıtratında var evet. Algılanış biçimi bir grup basın için ya da kişi için böyleyse ya da buraya konumlandırılmak isteniyorsa buna yapacak bir şey yok. Bir muhalefet liderinin sözünün bile doğru aktarılmadığı bir mecrada filmin doğru aktarılmasını nasıl bekleyebilirsiniz?!
UMUDU TEMSİL EDİYOR
-Moda Sahnesi Mert Fırat için ne ifade ediyor?
Hayalimin gerçek olmasını ifade ediyor. Önümüzdeki 15-20 yılın nasıl gideceğini gösteriyor. Yapmak istediğimiz şeylerin, hayallerin nasıl gerçekleşeceğinin bir fihristi aslında. En önemlisi bir umudu da temsil ediyor.
-Her tiyatrocu kendi tiyatro sahnesini açmayı hayal eder ama siz bunu kolektif bir ürün olarak ortaya koydunuz…
Halkevi’nden beri kolektif bir bilinçle çalışıyorum. Bu tiyatroda ve sinemada da böyle. Bir şeyin sahibi ya da patronu olmaktan öte topluca bir şey yapmak, onun parçası olmak daha değerli bir şey.
-Parkta Güzel Bir Gün diyince benim aklıma Gezi Parkı geliyor, sizin?
Aslında başka versiyonu Sınırda Bir Olay. Hikâye hem parkta hem de sınırda geçiyor. Tamamen tesadüf aslında. Yazarın Gezi Parkı için yazdığı bir şey değil çünkü zaten İskoçya’da geçiyor. Dünyanın her tarafındaki sınırları ve onların insanlar üzerinde yarattığı saçma etkileri işaret ediyor. Gezi bizim için çok önemli, büyük bir adım fakat insanlık için küçük bir adım. Oyun, Gezi’den daha büyük bir söz söylüyor. Bir şeylerin parçası olmayı istemek, daha büyük şeylerin parçası olmayı talep etmek bedava değil, bunlar için bedel ödeniyor. Bunlar için böyle yaşamak gerekiyor aynı Gezi’den sonraki süreçte örgütlü yaşamı devam ettirmek gibi… Örgütlü olmaktan korkmamak gerekiyor.
HIZLANDIRILMIŞ BİR KURS GİBİYDİ
-Bedeli çok fazla değil mi?
Böyle bir dünya düzeninde evet bedeli çok ağır olacaktır. Ama buna inanmak ve bir örgütlülüğün içinde yer alıp oraya doğru her şeyi kurmak gerek. Bir ideolojinin etrafında toplanmanın hikâyesi bu. Küçücük bir parkta kendini dünya meselelerinin tam ortasında bulmanın hikâyesi. Bu anlamda insanları kendiyle baş başa bırakan, kendini sorgulamasını sağlayan bir oyun. Aynı bizim Gezi sürecinde birçok şeyi sorgulayıp öğrendiğimiz gibi… Hızlandırılmış bir örgütlenme, hızlandırılmış bir politik tavır edinme, hatta nerde durduğunu anlamaya çalışma hikâyesiydi Gezi. O yüzden çok değerli. Bir sürü insan o parkta Antikapitalist Müslümanları tanıdı, Kürtleri tanıdı, bi yandan TGB’lileri tanıdı, Halkevcileri tanıdı, tüm fraksiyonların varlığından haberdar oldu. Herkes boy gösterdi, sözünü dile getirdi. Hızlandırılmış bir kurs gibiydi Gezi.
-Bu sezon iki oyunda oynuyorsunuz, filmler de ardı sıra geliyor. Tiyatroyla sinemayı bir arada yürütmek zor olmuyor mu?
Hepsi çok kolay. Sadece etrafınızda buna istekli, bunu destekleyen insanlar olsun. Çünkü biz provalarımızı birbirimize göre ayarlıyoruz. Kimi zaman 3 ay prova yaptığımız oluyor. Dolayısıyla bu zamanı birbirimize sağlayıp yarattığımız sürece, yaptığımız işlerin çekimlerine izin verip saygı gösterdiğimiz sürece hiçbir sıkıntımız olmuyor. İşbirliği içinde olduğunda, dizi, film, oyun, hatta bir kısım söyleşiler, röportajlar eş zamanlı yürüyebiliyor.
BU SEFER MERKEZDE AŞK VAR
-İlksen Başarır’la yeni bir film çektiniz, bahseder misiniz biraz?
“Bir Varmış Bir Yokmuş” adı, bir aşk hikâyesi. İlişkileri merkezine alan, seyirciyi de parçası yapan bir film oldu. Çaptan düşmüş bir rock grubunun solistiyle anaokulu öğretmeni bir kızcağızın hikâyesi aslında. Birbirlerine âşık oluyorlar. Birbirlerinin hayatına girip, parçası olduktan sonra, yavaş yavaş birbirlerini tanımalarını ve tanıdıkça da ilk kavgada ilişkinin yürümeyeceğini anladıkları halde kopamamalarını anlatan bir aşk hikâyesi. Müzik de bayağı etkin bu filmde. 4-5 tane çok güzel şarkımız var. Filmimizin müziklerini Bubituzak yaptı. Soundtracki Şubat’ta çıkacak, film de Mart’ta vizyona girecek.
“KADIKÖY’E GELEN İLK BENİM”
-Oyun Atölyesi’nde oynadınız, sonrasında Moda Sahnesi açıldı ve buradasınız. Daha çok Kadıköy’desiniz artık. Kadıköy, toplumsal duyarlılığı yüksek bir sanatçı için nasıl bir yer?
Uygun bir yer. Fikirtepe kentsel dönüşümle yağmaya uğramamışken Kadıköy, politik olarak da sert bir yerde duruyordu. Şimdilerde de öyle. Yazar ve şairlerin Moda’yı mesken tuttuğu bilinen bir şey. Kızıltoprak, Ziverbey civarlarında oyuncular yazarlar çoktur. Eskiden Rumların Ermenilerin yaşadığı, aslında Türkiye tiyatrosunun sadece Pera’dan oluşmadığı zamanlarda Kadıköy’de de tiyatrolar vardı. Bahariye Caddesi tiyatrolarla doluydu. Şimdi de aynı döneme giriyoruz. Kadıköy civarında 20 tiyatroyuz. Kadıköy Tiyatrolar Platformu kurduk. Çok değerli bir oluşum. Yani Kadıköy’ün zaten bir kültür hayatı var. Biz de bundan cesaret alarak buraya konumlandık, bundan da çok memnunuz.Ben de 2 ila 6 yaş arasında 4 yıl Ziverbey’de oturdum. Bu ekipten Kadıköy’e gelen ilk benim aslına bakarsanız (gülüyor). Tabi İlksen Başarır’ı unutmamak lazım, doğma büyüme Kadıköylü’dür kendisi. Biz burada mutluyuz, Kadıköylüler oyunlarımıza daha fazla ilgi gösterirse çok daha mutlu oluruz.