Bugünlerde Kadıköy’den biraz uzakta ama burayı ilgilendiren bir sergi var. Fındıklı-Beyoğlu’ndaki Merdiven Art Space’teki “Toprak Biriktirir Geçmişi II” başlıklı sergiden bahsediyoruz. Multidisipliner sanatçı Berka Beste Kopuz’un bu kişisel sergisi, sanatçının 2 yaşından bu yana yaşadığı Acıbadem Mahallesi’ndeki kendi evine komşu sınır, âtıl bir köşkü odağına alıyor. Sanatçının köşkü araştırma sürecinde peyderpey hazırladığı özel bir defterden yola çıkarak kurgulanan sergi, harabe olan av köşkünün temellerinden yükseliyor.
30 Kasım’a dek açık kalacak olan sergiyi ziyaret ederek, Berka Beste Kopuz’la konuştuk.
Köşkün geçmişini araştırmaya nasıl başladınız? Ve bunu sanatsal bir projeye çevirmeye nasıl karar verdiniz?
Serginin ilhamı olan bu köşk; Acıbadem’in Üsküdar ilçesinde günümüzde askeri bir alan içerisinde yer alan, 19.yy’dan kalma Agop Köçeoğlu’na ait eski bir yapı. Önce köşkü fiziksel olarak deneyimlemeye ve etrafımdaki insanlara, mahalleliye sorarak komşulardan bilgi edinmeye çalıştım. Ancak mekanı ne fiziksel olarak deneyimle şansım oldu ne de insanların bu yapıya dair kesin bir bilgisi vardı. Araştırmalarımda genellikle faydalandığım eski haritalar sayesinde buranın Köçeyan - Köçeoğlu Av Köşkü olduğunu öğrendim. İlk başta tamamen bu yapıyı merak eden bir mahalleli olarak araştırmaya başladım. Araştırma süreci tamamlanana ve buraya önce yabancılaşıp sonra yeniden mahalle ile ilişki kurma sürecine girene kadar bir proje üretmeyi hiç düşünmedim. Hâlâ yaşamakta olduğum yer ve mahallem ile kurduğum ilişkiyi düşündüğümde bu üretimlerime de yansıdı ve bu sergi ortaya çıktı.
Araştırma süreci size neler öğretti? Köşke dair duyduğunuz hikâyelerden sizi en çok etkileyen şeyi paylaşabilir misiniz?
Yaşadığım bölgenin oldukça yabancısı olduğumu farkettim. Köşke dair öğrendiklerimden; Agop Köçeoğlu’nun eşinin vereme yakalanması ve beraberinde İsviçre’ye gitmeleri ile yapının yıllar içerisinde el değiştirerek hastane kimliğine büründükten sonra, bir dönem gayri resmi olarak sanatoryum hizmeti vermesi oldukça enteresan bir tesadüftü.
Çocukluk anılarınızla bağlantılı olan bu köşk, aynı zamanda toplumsal hafızayı da temsil ediyor. Sizce bireysel ve toplumsal bellek birbirini nasıl etkiler?
Fransız filozof-yazar Bachelard, “Ev düşünüldüğünde geçmiş ve gelecek birbiri içine geçer. Hafıza, hayal gücü, yaşanılmış, yaşanılan, yaşanılması umut edilen olaylar bir araya gelerek mekana ait öznel ve özel bir tarih oluşturur” der. Ben de bir nevi yaşadığım yerin tarihinin izini süren bir konumda görüyorum kendimi. Elbette yer ile kurduğumuz ilişki söz konusu olunca bu en başta bir aidiyet meselesi haline geliyor. Diğer yandan araştırdığım bölgenin bir sakini olarak araştırma süreci boyunca yazıp, çizdiğim, edindiğim her bilgiyi not düştüğüm eskiz defterim, öznel tarihimin de bir parçası.
Bir tarihten ve hafızadan bahsederken aslında kimin, hangi zamanın hafızası ve tarihi diye sormak daha doğru olur. Elbette her bir yaşantı kendine has ve özel. Ancak toplumsal olarak baktığımızda bu sorular oldukça önem arz edebiliyor. Bireysel olarak hatırladığımız ve unuttuğumuz her şey, toplumsal belleğimizi belirleyen yapı taşlarını oluşturuyor. Çünkü toplumlar, onları oluşturan bireylerin bellekleriyle şekilleniyor.
Sergideki eserleriniz köşkü, hafızayı nasıl temsil ediyorlar? Hangi materyalleri ve neden tercih ettiniz?
Hafıza ile mekan arasında dinamik bir ilişki var. Mekan hafızayı besler, içindekileri unutmasını zorlaştırırken; hafıza da kendini korumak için yeni mekanlar üretir. Yaşadığımız yerleri anlamlandırma sürecinde günümüzde sıklıkla temas ettiğimiz beton malzemesini, geçmiş ve gelecek arasındaki “şimdi” zamanı olarak çalışmalarıma katarak izleyicinin karşısına çıkarıyorum. Köşk başlı başına bir hafıza mekanı. Sergide ise hem defterimde yer verdiğim bilgiler ve çizimlerimle, hem de arşivimde yer alan fotoğraflarını kullandığım çalışmalar mevcut.
Serginizde köşkün geçmişine dair hangi detayları sunuyorsunuz?
Sadece bir köşkün değil Acıbadem bölgesinin belleğini ve bu bellek içerisinde kendi yaşantımı anlamlandırma sürecimi izleyiciye sunuyorum. Köşk özelinde ise defterde yapıya dair edindiğim her türlü bilgiyi izleyiciye aktarırken, “Geçmişi Kazımak” esntalasyonunda ve “Anımsama” serisinde köşkün eski fotoğrafları var.
GEÇMİŞE BİR KAPI ARALAMAK...
Bir defter aracılığıyla kurguladığınız bu sergide, bir arşiv yaratma süreci var. Arşivler, sanatsal pratiğinizde nasıl bir rol oynuyor?
Çoğunlukla kent tarihi, mekanın hafızası gibi kavramlar üzerine çalışıyorum ve bu beraberinde daha çok araştırma tabanlı projeleri getiriyor. Bir üretim sürecine geçmeden önce çalıştığım alan ya da mekanın detaylı bir araştırmasını yapmak, mümkünse fiziksel olarak belli aralıklarla deneyimlemek benim için oldukça önemli. Bunun sebebi o yer ile kurduğum ilişkiyi derinleştirebilmek. Bu sebeple araştırma sürecinde arşivler önemli bir kaynak.
Fransız filozof Paul Ricoeur tanık olma, arşivleme, anlamlandırma ve geçmişin su yüzüne çıkarılması aşamalarını iz peşinde koşmaya benzetir. Ben de üretimlerimde kendimi başlangıçta bir sanatçıdan çok iz sürücüye benzeterek araştırmalarımı yapıyorum. “Toprak Biriktirir Geçmişi II” sergisi de bunların en kapsamlısı.
Bu sergide izleyici, geçmişle yeniden bağ kurmaya davet ediliyor. İzleyicilerin eserlerinizi deneyimlerken nasıl bir duygu durumuna yönelmelerini umuyorsunuz?
Amacım; araştırma boyunca neredeyse doğduğumdan beri yaşadığım ancak yabancısı olduğumu farkettiğim bir yeri tanımaya ve onunla yeniden ilişki kurmaya, anlamaya, konuşmaya çalıştığım süreci aktarmak... Tarihin, arşivlerin ve sözel tarihler ile deneyimlerin hafızamızda nasıl yer ettiği sorusundan yola çıkarak, birey ve toplumlar olarak “yer” ve “mekan” lar ile nasıl ilişkiler kurduğumuzu tekrar düşünmek için bir kapı aralamak...
“1997’den beri Acıbadem’de yaşıyorum. Aynı zamanda yine Acıbadem’de yer alan atölyemde üretimlerime devam ediyorum. Sergiyi Avrupa yakası yerine, içeriğe uygun olarak Kadıköy’de açmayı düşündüm önce. Özellikle Acıbadem veya yakınlarında bir lokasyonda olmasını çok istedim. Ancak ne yazık ki hem sergiye uygun alternatif bir mekan bulamamam hem de kültür sanat etkinliklerinin, sergilerin olduğu mekanlarının Anadolu yakasındaki yetersizliği sebebi ile bu isteğim gerçekleşemedi.”
1995 Bursa doğumlu Berka Beste Kopuz, Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Resim Bölümü 2017 mezunu. Multidisipliner tarzda üretim yapan sanatçı, çalışmalarında kent tarihi, mekânın hafızası ve arşivsel çalışmalar yürüterek yer ile kurulan katmansal ilişkiler ağı üzerine eğiliyor. Çoğunlukla kent tarihi ve arşivsel belgelere dayanarak başladığı araştırma süreçlerinde, mekânın hafızasını önemseyerek pratiğine katıyor. Kentlerin en önemli özelliklerinden birisinin tamamen yok edilememesi ve her durumda geçmişinden izler barındırması olduğuna inanan sanatçı; üretimlerinde kentteki bu izleri aramakta, geçmiş-şimdi-gelecek zaman dilimleri arasında hatırlama ve unutma pratiği üzerinden çalışmalarını şekillendiriyor. Çalışmalar hem yurtiçi hem de yurtdışında çeşitli mekanlarda sergilendi.