Türkiye'nin en özgün müzik gruplarından biri olan Kadıköylü Yakaza Ensemble, “Türkiye’de müzik yapmak zor, tarzı ne olursa olsun. Ama eğer işin hakkını verdiğinize inanırsanız o zaman sizin için zorluk kalmaz” diyor
GÖKÇE UYGUN
Adları Yakaza Ensemble… Bir Japon grubu değiller, yerliler. Hatta çok yerli; Kadıköylüler. Geleneksel enstrümanlarla elektronik tınılarının birlikte harmanlandığı müzikler üreten grubun temelleri 9 yıl önce Eray Düzgünsoy ve Fakih Kademoğlu tarafından atıldı. 2007’de Ceren Erendor, 2009’da da Ömer Sarıgedik’in katıldığı Yakaza Ensemble’yi kurucularından Eray Düzgünsoy’la konuştuk…
Yakaza kelimesi Sufi terminolojisinde ‘bu dünyanın rüya olduğunu görmeyi sağlayan; insanın gözlerini açan bir anlık deneyim’ anlamına geliyormuş. Öyle mi? Sizin bildiğiniz/kabul ettiğiniz nedir?
Bizim bildiğimiz anlamı ile insanın uyku ile uyanıklık arasında gördüğü/duyduğu/tattığı/hissettiği anlık bir deneyim. Bu, Sufi literatüründe insanın böyle bir deneyimi yaşamasına verilen bir isim. ‘Yakaza yaşamak’ deniyor buna.
Sufizme göz kırpan, mistik bir tarzınız var...
Sufi müzik yapmak gibi bir derdimiz hiç olmadı. Aksine ilk dönemde bu etiketi kaldırmak için de çabaladık. Fakat ney, kudüm gibi enstrümanların olması, ezbere yaklaşan bir dinleyiciye bunları düşündürtebilir. Bu durumdan rahatsız değiliz. Ama şu var; bizler müziğin içerisinde bir öz sesin bulunması gerektiğine de inanıyoruz. Parçaların bizim için derin yolculuklu olmasının sebebi de bu. Müziğimizin içinde sufizmden, zen budizme, elektronik alt kültürlerden, çağdaş müziğe pek çok fikri bulabilirsiniz.
Türkiye’den daha ziyade yurtdışında tanınıyorsunuz. Sizce neden böyle?
Bunun sebebi biraz da işe tersten başlamak herhalde. Uzunca bir süre konserlerimizin çoğunu Avrupa’da verdik. Buradan yol alınınca memlekete de pek fırsat kalmadı. Ama daha önemlisi burada bir takım işleri biraz daha çetrefilli organize etmek zorunda bırakılışımızdır. Japonya ise apayrı bir macera. Orada buradaki gibi bir kitlemiz var. Bunun kullanılan enstrümanlarla da ilişkisi olabilir. Şimdilerde ise burada daha sık konser vermeye başlayacağız.
Japonya’da, ilk kez Türkiye’den bir grup olarak albüm yayınladınız. Japonya ile olan bağınızı anlatır mısın?
İlk albümümüz yayınlandıktan sonra birtakım dj’lerin müziğimize yer verdiklerini gördük, müziğimizle dans eden Japon dansçıların videolarını da izledik. Bu esnada Japon bir yapımcı bizimle tanışmak için Türkiye’ye geldi ve albüm yapabileceğini söyledi. Bu sırada Fukushima faciası oldu. İşlerimiz biraz ötelense de bir süre sonra burada yaşanan faciayı da belgeselleştiren bir kitap ile beraber albüm yayınlandı.
Az sayıda konser veriyorsunuz. Neden acaba?
Sahne performansımız çok kolay değil maalesef. Hem hazırlık sureci hem de sunum şeklinin karmaşıklığı. Bizler için de özel bir çalışma gerektiriyor. Her sahnenin taşıyabileceği ve bizim de memnun kalabileceğimiz sonuç kolay bulunamayabiliyor. Sahne de genelde bolca mikrofon videolar gerekiyor. Sahne ön hazırlığı bile uzunca bir vakit alıyor. En önemlisi ise eşref saati galiba...
Daha önce Türkiye’de görmediğimiz enstrümanlar çalıyorsunuz. Bunun zorlukları var mı?
Her zaman... Bu enstrümanların bir kısmı dediğin gibi Türkiye’de sadece bizlerin çaldığı enstrümanlar. Özellikle konserlerde bu aletleri mikrofonlamak bizler için kaos olabiliyor. Ayrıca bu enstrümanların tanınması bakımında da çok önemli. Ezber bozan bir sound oluştururken bunun zorlukları da peşi sıra geliyor.
Dinleyebildiğim şarkılarınız sözsüzdü. Hepsi böyle mi? Derdinizi söz olmadan anlatmak zor değil mi?
Sözü olan iki parçamız var. Ama yeni çalışmalarda daha çok sözlü şeyler gelecek. Sözsüz anlatım aslında zor değil. Uçsuz bucaksız bir ses alanı. İnsanları koşutlamadığınız, söylemek istediğinizi göstermekten ziyade bir hal ile dinleyiciyi buluşturduğunuz bir şey sözsüz müzik.
“ÇAYIN KATKISI BÜYÜK”
Albümlerimizi Kadıköy’de oluşturuyoruz. Burada içtiğimiz çayın önemli bir katkısı oldu müziğimize... Yer olarak işlevinin bu olmasının ötesinde nefes alabildiğimiz bir bölge burası. Son dönemlerdeki artan sosyal mecralar dolayısıyla kalabalıklaşmasının sorunları bir yana. Kadıköy’ün müzikal ortamında pozitif olan ‘’çok renkliliği’’, ancak negatif yön de “fanus efekti”...