(Moda Öyküleri 1) Nene Hatun Sokağı

Caferağa Muhtarlığı’nın bu yıl ikincisini düzenlediği “Buket Uzuner ile Moda Öykü Atölyesi”nin teması Moda sokakları oldu.

16 Haziran 2016 - 12:12
Caferağa Muhtarlığı’nın bu yıl ikincisini düzenlediği “Buket Uzuner ile Moda Öykü Atölyesi”nin teması Moda sokakları oldu. Bu haftadan itibaren, atölyenin sonucunda ortaya çıkan en iyi dört öyküyü sizi okurlarımızla buluşturacağız. Keyifli okumalar…


 Nevra İLHAN: Okumayı, yazmayı, teknolojiyi, yeni yerler görmeyi ve Moda’yı seven bir dünyalı. 

Sıcak bir yaz gününde, yolunuz Moda’ya düşerse bahar aylarında yemyeşil olmuş ağaçların verdiği serinliği hissetmek, yaprakların hışırtılarını, kuşların cıvıldamalarını duymak isterseniz eski adı “Beşbıyık” yeni adı “Nene Hatun” olan sokaktan geçmenizi önerebilirim. Barcelona sokaklarında sürekli Gaudi ile karşılaşmak gibi Moda’da da gezinirken, Nene Hatun’u kesen sokaklardan biri olan Fazıl Bey Sokak’ta yaşamış olan Mimar Constantine P. Pappa’nın günümüze kalmayı başarmış eserleriyle selamlaşabilirsiniz. Bu yüzden sokakta ilerlerken sonunda göreceğiniz maviliğe aldanıp köşedeki Dr. Andrea Antipa’nın köşkünü görmezden gelmeyin. Antipa’nın Köşkü, geçtiğimiz yıllarda aslına uygun yenilenip, terkedilmiş viran halinden kurtularak tüm ihtişamıyla görenleri hayran bırakıyor.
Soğuk kış aylarında Nene Hatun Sokak’tan geçip, köşkün önüne geldiğimde sol üst penceresinin önündeki bordo berjerde oturmuş, sabah kahvemi yudumlarken hayal ediyorum kendimi. Hafif yağan karı, buz mavisine dönmüş denizi izliyorum. Soğuğa aldırmadan bankta birbirine sarılmış iki sevgili dikkatimi çekiyor. “Gelin çocuklar, içerisi hem sıcak hem de kahve ikram edebilirim” demek istiyorum ama sonra vazgeçiyorum, hatırlıyorum ki; onlar o soğuk bankta çok daha mutlular. Bu gördüğüm sahneyi bir kar küresine yerleştirseler ve ben de onu evimin en güzel köşesine koyup hiç unutmasam, diyorum, kendi kendime. Asıl hatırlamak istediğim o çift değil, çok yıllar önce ilk kez o bankta elini tuttuğum Leyla’yı düşünüyorum.
Soğuk bir Aralık gününde Kadıköy İskelesi’nin önünde buluşmuş, yürümemiz uzun sürsün diye onu Moda’nın bütün güzel sokaklarından geçirmiş, hangi evde kimin oturduğunu anlata anlata Nene Hatun Sokak’a getirmiştim. Sadece ilk buluştuğumuz an yüzüne ayrıntılı bir şekilde bakabilmiş, kırmızı paltosunun cebinden çıkarmadığı ellerini görememiştim. Sokakta ilerlerken rıhtımda yağmaya başlayan kar, tipiye dönmüş, göz gözü görmez bir hale gelmişti. Soğuktan hafif titreyen sesimle; “Antipa’nın Köşkü son durağımız, burayı yapan Mimar Pappa, babamın arkadaşı, şimdi boş, anahtar şu kırmızı saksının içinde, evi gezdirebilirim istersen” dedim. Birlikte köşke girmek hiç aklımda olmamasına rağmen yıllar sonra bu durumu düşündüğümde o an çok üşümüş olmama bağlıyorum. Hem bu üşüme basit bir soğuk algınlığına değil, aynı günün gecesinde ateşlenip tam 10 gün hastalanmama ve okul raporuna sebep olmuştu. Yoksa böylesine patavatsız bir cümleyi değil 14 yaşında, şimdi bile kurmayacak kadar “iyi aile terbiyesi” alarak büyütülmüştüm. Yüzüme bakıp, köşkün karşısındaki bankı işaret ederek “Şurada el ele otursak daha iyi değil mi? Hem bak kar da sakinledi, ne güzel görünüyor gökyüzü” dedi. Onu dinledim. Uzun uzun denizi izledik, martılarla, kedilerle sohbet ettik, konuştuk, güldük, elimi hiç bırakmadı ve ben o bankta otururken hiç üşümedim. Gitme saati gelince bu kez farklı sokakları, evleri anlattım, el ele iskeleye yürüdük. O günden sonra Leyla’yı bir daha görmedim. Ben hasta yatarken, babasının tayini çıkmış, şimdi adını bile hatırlamadığım bir şehre taşınmışlardı. Bugün Leyla’nın yüzünü, saçlarını, gözlerinin rengini unutmuş olsam da o buz gibi havada bütün vücudumu ısıtan ellerini unutmadım hiç. Ben böyle geçmişe dalmış, Leyla’yı anarken, köşkün kapısındaki satılık ilanını kaldırdıklarını gördüm. “Yeni misafirlerinle mutlu ol” diye hüzünle gülümseyerek, her köşesinde anılarımın olduğu sokaklardan geçerek evime doğru yürüdüm.


“Buket Uzuner ile Moda Öykü Atölyesi” asistan ve editörü: Deniz İlbi
İllustrasyon: Başak GÜNAÇAN

ARŞİV