(Moda Öyküleri-3) Rıza Paşa Sokak

Caferağa Muhtarlığı’nın bu yıl ikincisini düzenlediği “Buket Uzuner ile Moda Öykü Atölyesi”nin teması Moda sokakları.

30 Haziran 2016 - 14:36
Bu hafta yayınlayacağımız Işıl Tezer Pehlivan’a ait öykü Rıza Paşa Sokak’ı anlatıyor

Işıl Tezer Pehlivan: Gözüne dünya kaçmış bedbin. Marmara Üniversitesi Radyo-TV-Sinema Bölümü mezunu. Yazısever. Müziksever.

Yaşlılık değil de yalnızlık zor be! Hele ki bu yalnızlığı, hızına yetişemediğim bir değişim içindeyken ve yıllar boyu yaşadığımı bir düşün! Etek boyları, saç şekilleri, ökçe yükseklikleri, taştan ne zaman asfalta döndüğünü anlamadığım yollar ve yıllar içinde birer birer yıkılıp giden arkadaşlarım gibi çevremdeki her şey sürekli değişirken, ben ürküyorum.
Tramvay ruhsuz. Pabuçlu ayaklar, çıplak patiler hep bir telaşlı. Ağaçlar desen, ağaçlar artık çoğul bile değil ve sessiz. Kadim gökçem Marmara’nın huzur vermeye çalışan az ilerideki varlığı da teselli olmuyor. Biliyor musun, Sultanahmet’in feryadını duyuyorum bazen. “Nefes alamıyorum!” diye bağırıyor. Lodos, yağmur taşımadan evvel, havada süzülürken pat diye suratıma yapışan bu haykırışları taşıyor işte, ta öte yakadan ta bana kadar.
Gelgelelim şemsiyelerini ters çeviren şeyin bu feryatlar değil de lodos olduğunu sanıyor ya insanlar, onları hiç anlayamıyorum. İyice bir tuhaf oldular. Yahu nefes alamaz haldeyiz işte hepimiz, kör müsünüz? Orada, kendi yaşlı, gözü yaşlı Sultanahmet’in az ilerisindeki ceberut, yarma, yeniyetme külhanbeyi kılıklı sırıkları gören bir tek ben miyim? Ya da bizim burada, birkaç adım ötemde şu yeni peyda olan mini minnacık bir sürü kafeden birinde otururken, yan masadakinin “cheesecake”inden “dirsek yaması” yapan sen değil misin? Yahu, dirsek yaması dediğin deriden, nubuktan, ne bileyim kadifeden olur; “cheesecake”ten olur mu hiç, el insaf! İyice tıkış tıkış oldu buralar. Ha, bizim Çavuşoğlu’na kalsa, ben çok bedbinim, müşkülpesendim; yoksa bizim sokağın adı Rıza Paşa değil, sanırsın Sakin Efendi Sokağı! Ah bu dönüşüm hayra alamet değil Çavuşoğlu, azaldık bak, tek tük kaldık, kadük kaldık. Bizim ruhumuz vardı, hâlâ da var; oysa şimdikilerin balkonu bile yok.
Can dostum Çavuşoğlu Apartmanı ile aynı sokakta karşılıklı yaşamamıza rağmen o kadar ters istikametlerde oluyor ki bazen fikirlerimiz, şaşırıyorum. Geçmişe özlemli, eski kafalı, gri yapımla dikilirken ben; onun karşımdaki o çağla yeşili naifliği, o üç katlı iyimserliği iyi geliyor bana ama yalan yok. “Yahu tarihi eser oldun, yıllar yormuş olsun, alışmış ol, kabullen, güzeli gör ve gevşe biraz, değil mi? Ama nerde, haşa! İlla sıvaların arasındaki o çatlaklardan nem kapacaksın! Bu inat, bu huysuzlukla sen zinhar yıkılmazsın!” diyerek kızıyor bazen bana. Canım dostum, söylenirken bile o kadar müşfik ki…
Geçenlerde, çat kapı ziyaretime gelen kumruların penceremdeki sohbetiyle başladığım günlerden biriydi. Güneşin iliklerimi ısıtacak kıvama gelmesine henüz vakit varken, pustan arınmış pek temiz bir Moda sabahında olduğumuzu fark ettim. Kendimi uzun zamandır olmadığı kadar mesut ve zinde hissediyordum. Çavuşoğlu da uyanmıştı, ev sahipliği yaptığımız insanları gündelik koşturmacalarına uğurlamamızın ardından, biz de gündelik sohbetimize başladık. Çavuşoğlu karşıki bakkaldan duyduklarını anlatıyordu. Belediye kaldırımlara şiir döşemeye başlamıştı. Eski Vitol Ailesi’nin eriyip gitmesinden sonra adı sanı iyice anılmaz olmuş, bizim Rıza Paşa’nın birkaç sokak ilerisindeki çıkmaza, kıpkırmızı ve ışıl ışıl yeni bir tabela ile Vitol Çıkmazı ismi ve itibarı nihayet iade edilecekti. Benim o pek sevdiğim kafelerin ve günün diğer gözde mekânların, barların tekrar değerlendirileceği yeni bir kent planı oluşturulması çalışmalarına başlanmıştı. Ne güzel, ne mutlu, ne umutlu haberlerdi bunlar yahu! Çavuşoğlu saydıkça, ben kendimi iyi hissediyordum.
O gün geçmişi düşünmüyordum. Tekel Hosep Efendi ile manav Konyalı Abdullah’ın tramvayın iki yakasından yaptıkları sevimli atışmaları aramıyordu kulaklarım. Ya da iki dirhem bir çekirdek giyinmiş genç kadın ve erkeklerin aşağı doğru, bazı günler gri çehremi turuncuya bulayan o enfes gün batımını seyreyleyecekleri Mühürdar’a inen yol boyunca uzanan falezlerdeki o en romantik köşeye doğru koşturmacalarını aramıyordu gözlerim. Yıllar önce, rayları takip eden pıtır pıtır ayaklarıyla, ellerinde çiçekler ve Baylan Pastanesi’nden alınmış minik draje çikolatalar, içlerinde ergen bir heyecan ile geçerdi önümden gençler. Bugün baktığımda, kızlı erkekli giyilen dar pantolonlar, rahatsızlık verir miyiz tereddüdü akıllardan bir an olsun geçirilmeden atılan yüksek sesli ve şımarık kahkahalar dışında, aslında değişen çok da bir şey yok. Canım Baylan Pastanesi yıllara meydan okurcasına, orada. Aşk -beni şaşırtacak derecede- hâlen yaşanıyor. İnsanlar, ufak bir tebessüme vesile olur diye çiçek alacak, verecek kadar seviyor, seviliyor. Raylar boyunca aşağı, denize doğru el ele yürüyenlerin, ufak bir çın çın ötüşle bir anda birbirlerine sokulmalarına sebep olan zamane aşk perisi tramvay hâlen önümden geçiyor. Ve güneş, doludizgin yaşanan sevginin, birbirine değen iki başın içindeki hafızaya iyot kokulu, renkli ve sıcacık bir ânı kaydedeceği şekilde hâlen çok güzel batıyor.
Sesli düşünmüş olmalıyım ki, zamanın, penceremde laflayan kumrular, “Bu devirde bigudi kullanan mı kaldı?”nın en munis örneği Makbule Hanım, onun üst kattan sallandırdığı sepete öteberi yükleyen bakkal ve elektrikli aşk perimiz tramvay beraberinde pat diye durduğunu; canım dostum Çavuşoğlu’nun şaşkınlıktan belermiş gözlerle bana bakakaldığını gördüm. Evet, belli ki bugün, hayattan keyif alacağım o ilk gündü. İstanbul’un kıymetlisi Moda’da, Rıza Paşa Sokak’ta hayat, olabilecek tüm sesli ve görsel güzellikleriyle hâlen çevremdeydi. Bugüne kadarki yıkılmama sebebim belediyeye göre tarihi eser, Çavuşoğlu’na göre ise huysuz oluşum iken, ben kendi sebebimi, umudumu bulmuştum artık. Durmadan değişen ama değerini ve biricikliğini her zaman koruyan bir muhitteydim, daha ne olsundu! Hadi iyisin Çavuşoğlu, dedim: Yepyeni bir komşun oldu. Gülümsedik karşılıklı. Rıza Paşa Sokak’ta zaman, ağzımdan çıkan şu cümleyle yeniden akmaya başladı: “Yahu, ne menem bir şeymiş , ‘cheesecake’ denen şey, şu merdivenimin dibine getirin de bir tadına bakayım.”

“Buket Uzuner ile Moda Öykü Atölyesi” asistan ve editörü: Deniz İlbi

ARŞİV